Muhterem Okuyucularımız;
Hanımların gündeminden bir konu ile huzurunuzdayız: Modaya uymak, marka giyinmek, lüks ve konfor içinde yaşamak… Aslında bu kavramlar, artık sadece hanımların ilgisini çekmiyor; bir salgın hastalık gibi kadın-erkek, genç-yaşlı ve hatta çocuklar bile bu amansız hastalıktan nasibini almış durumda. Evler modaya uyularak şekillendiriliyor; mobilyalar, beyaz eşyalar, vitrinler, şamdanlar vb. her şey, son model ve marka eşyalardan alınıyor. İkinci ya da üçüncü sınıf markalar değil, en yeni, en modern (!), en meşhur ve tabii ki en pahalı modellerden… Eskiler, daha eskimeden değiştiriliveriyor. Sonra komşular ne der?
Giydiğimiz kıyafetler, üzerinde koca koca mührü bulunan markalardan olmalı… Arabamız, sıfır model, en pahalı markalardan olmalı… Sonra işyerindekilere, arkadaşlara nasıl hava atılır?
Düğünler, nişanlar, sözler; en şa’şaalı, en gösterişli otellerde yapılmalı, masraftan kaçılmamalı… Hem bu, ömürde bir kez olmuyor mu? İnsan, biricik kızını ya da biricik oğlunu şânına uygun evlendiremeyecekse ne diye yaşar bu âlemde?
Sene boyu yeterince yorulmuştur insan… Hem kenarda birikim de yapmıştır. Şimdi şöyle âilecek eğlenmeyi, dinlenmeyi hak etmiştir. En lüksünden bir tâtil beldesi… Hem de dindarlara hitap edenleri de var!.. Bütçeyi biraz aşıyor mu, olsun… Kredi kartları ne güne duruyor? Gerekirse, gelecek seneye de yayılabilir borçlar… Ne mahzuru var canım? Biraz da nefsin gönlünü yapmak lâzım, değil mi?
Bu ve benzeri birçok kaçamaklar, nefsimizi susturmak için verilen yemler… Biraz kendimiz, biraz âilemiz, biraz çevremiz için bahaneler, bahaneler, bahaneler…
Ama insanın sahip olduğu her şeyin hesabını verecek olması düşünülecek olursa… Ağzımızın tadı kaçıveriyor. “Şimdi âhiret, kıyamet, hesap-kitap da nereden çıktı, geçinip gidiyoruz ya…” Evet, maalesef, yanımızdaki-yöremizdeki insanları unutsak da, komşumuzdan mes’ulüz, akrabamızdan, mahallemizden mes’ûlüz.
“Nasıl olsa bu parayı ben kazandım, istediğim gibi harcarım!..” diyemeyiz. Malımızda muhtacın da, garibin de, yetimin de hakkı var. Helâlinden kazansak bile, dilediğimizce har vurup harman savuramayız, israf edemeyiz. Çünkü âyet-i kerîme, israf edenlerin şeytanın arkadaşları olduğunu haber veriyor.
Kısacası biz müslümanız; nereden kazandığımız önemli olduğu gibi, nereye, ne kadar harcadığımız da önemli… Helâlin hesabı, haramın azabı var. Rabbim, her iki imtihanımızı da kolay kılsın.
* * *
Kıymetli Şebnem âilesi, bu sayımızda tanıtıcı reklâmlarını göreceksiniz inşaallâh… Muhterem Osman Nûri Topbaş Hocaefendi’nin dergimizde yayınlanan yazılarından oluşan bir kitabı daha çıktı, Şebnem Kitapları arasında… İsmi; “Gönül Yolculuğu”…
Aslında biz de Şebnem Dergimiz olarak, ilk sayımızdan bugünlere kadar uzun bir yolculuğa çıktık sizlerle… Derinden derine, gönülden gönüle… Sadırlardan satırlara, satırlardan sadırlara akseden bir yolculuk bu… Hem bizden size, hem bugünden yarına… Rabbim, büyük bir aşk ve şevk ile çıktığımız bu gönül yolculuğunda heyecanımızı pörsütmesin. Her gün, her an tazelenerek, hep daha iyisini sunmanın gayreti içinde olmayı bizlere nasip etsin. Sizleri de her satırı, her sayfası ayrı bir emek mahsûlü olan bu eserden istifade ettirsin.
Gelecek sayıda görüşünceye kadar Allâh’a emanet olunuz.
YORUMLAR