Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Bu ayın başında Mevlid Kandili var, yani Peygamber Efendimizin dünyayı şereflendirdiği mübârek gün… Rabiülevvel Ayı’nın 12. gecesi… Dünya tarihinin, âdeta “öncesi” ve “sonrası” olarak ikiye bölündüğü büyük gün…

Önceleri, Kutlu Doğum ayı programları ile paralel giden Mevlid Kandili tarihi, Kamerî-Milâdî takvim farkından kaynaklanarak sene içinde dolaşıp duruyor. Biz de artık, “Kutlu Doğum” sayılarımızı, Nisan ayına hasretmek yerine, Mevlid Kandili’ne endeksleyerek bütün yılı süslemeye karar verdik. Böylece hem Mevlid Kandili unutulmayacak, hem de Nisan ayı “Kutlu Doğum” programları vesilesiyle yoğun bir şekilde kutlanırken dergimiz benzer bir konuyu tekrar etmiş olmayacak… Geçen yıl, Şubat sayımız bu şekilde çıkmıştı, bu yıl da yine Şubat sayısı ile birlikteyiz.

Her gün, her ay, her yıl Peygamber Efendimiz’den ve O’nun insanlığa takdim ettiği rahmetten bahsetsek az… Çünkü insanı, aşağıların aşağısından en yücelere çıkaran tek ahlâk, tek nizam ve tek din, O’nun insanlara öğrettiği en son din… Allah katından indirilen bütün kitapların en mükemmeli, en orjinali ve en son inmiş olanı da Kur’ân-ı Kerim… Bütün kitaplar, bu en yüce kitabı anlamak için yazılmalı, okunmalı ve bir de o “en mükemmel insanı”… İnsanlar, kitaplar, dergiler, sözler, sohbetler O’na çağırdığı kadar kıymetli, O’nunla süslendiği zaman güzel…

Bu sayımızda, ağırlıklı olarak Peygamber Efendimiz’in tebliğ ve terbiye usûlünü merkeze aldık. O Yüce Yetim, Allah tarafından ne kadar mükemmel bir şekilde yetiştirilmişse, ashâbını da o kadar güzel eğitmiş. Onları, câhiliye çukurlarından alarak insanların semasına birer yıldız olarak yerleştirmiş. İnsanlık, ne zaman yolunu kaybetse, onlara bakarak yolunu bulabilecek… Hani meşhur fakîhlerden Karâfî,“Peygamber (s.a.v)’in sahâbeden başka hiçbir mûcizesi olmasaydı, sahâbe Allah Rasûlü’nün nübüvvetini ispata yeterdi.”demiş ya... Aynen öyle… O’nun ustalığı, maharet ve ehliyeti, ashâbının eğitiminde saklı… Her biri, taşlar arasında bir taş iken, Allah Rasûlü’nün mahâretli ellerinde birer nadide mücevhere dönüştü.

İşte biz de bugün, evladımızı yetiştirmenin derdinde olan anne-babalar olarak ya da cemiyeti, bir baştan bir başa dokumaya gönüllü eğitimciler olarak o nebevî tebliğ usullerine dönmek zorundayız. Onları doğru bir şekilde okuyup anlamadıkça, “insan gerçeği”ni anlayamayız. Onları doğru bir şekilde hayatımıza aksettirmedikçe “sâlih ve sâliha nesiller” yetiştirmemiz çok zor… Bu usul ve metotlar, bundan yüzyıllarca önce denenmiş ve başarılı olmuş. Ve aradan geçen 14 yüzyıl, bu nebevî terbiye metotlarının ne kadar sağlam, doğru ve tatbik edilebilir olduğunu tesbit etmekle geçmiş. Günümüz eğitim bilimlerinin, sağda-solda arayıp durduktan sonra gelip dayandığı yer de yine bu zirve tatbikat…

Çünkü bu terbiye metodunun kaynağı, ilâhî… İnsanları her an, her şey ile deneyip olgunlaştıran Rabbimiz, Peygamber Efendimiz’i de çileler çemberinden geçirmiş ve O’nu, insanlığa bir “üsve-i hasene” kıvamına gelene kadar türlü usullerle terbiye etmiş. Peygamber Efendimizin lisânından dökülen şekliyle: “Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi de pek güzel yaptı.” (Sü­yû­tî, Câ­miu’s-Sa­ğîr, I, 12 ; Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, I, 70)

O hâlde bugün hep birlikte o ilâhî mektepten geçmiş nebevî terbiyeyi bir kere daha anlayalım, anlatalım ve hayatımıza yansıtalım.

Gelecek sayıda buluşuncaya dek, Allâh’a emanet olunuz.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle