Muhterem Okuyucularımız;
Cenâb-ı Hakk’ın buyurduğu gibi; “İnsanların bizzat işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.” (er-Rûm, 41)
Âhir zamandayız; her geçen gün başka musibetler ve felaketlerle karşılaşıyoruz. İnsanların gözü, iştahı, hırsı doymak bilmiyor. Üstad Necip Fâzıl’ın ifadesiyle:
Allâh’ın on pulunu bekleyedursun on kul,
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa…”
Bir tarafta rûhen iflas etmiş insanlar, hep “daha fazlasını” istedikleri için, dünyadaki kaynakların nüfusu beslemeye yetmeyeceğini (!) hesap edip (sanki rızkı onlar taksim ediyorlarmış gibi) insanların nüfusunu planlamak (!) üzere savaş, katliâm ve salgın hastalıklar dahil her yolu denemekten utanmıyorlar. Onlara göre, servet ve imkânlar, daima sayıları parmakla gösterilecek kişiler/âileler arasında olmalı… Onlara göre, dünya, kendi çizdikleri sınırlar ve plânlar dahilinde yaşamalı; hep onlara çalışmalı…
Elbette kendisini diğer insanlardan daha “üstün” ve “farklı” gören bu güruhun hâkimiyet sahası ve iktidar alanı genişledikçe, dünyanın ödediği bedeller de artıyor. Artık medya, uluslar arası ajanslar, ekonomi çığırtkanları ve siyasî kuklalar; hep bir ağızdan dünyayı “yeni krizlere” hazırlıyorlar. Korkuyla kitleleri manipüle edip yönlendiriyorlar; istediklerini yükseltip beğenmediklerini tepetaklak yuvarlıyorlar. Her istediklerini rahatça yapabildiklerini düşündükçe daha da küstahlaşıyor, arsızlaşıyor ve insanlığa daha çok saldırıyorlar.
Bir gün ameliyat masasına aileyi yatırıyorlar; başka bir gün kadın-erkek cinsiyetini, daha sonra bebeklerin-çocukların gelişimini… Bazen yediklerimizi-içtiklerimizi değiştiriyorlar, bazen kıyafetlerimize çekidüzen veriyorlar; bazen hastalıklara, virüs, ilaç ve aşılara müdahale ediyorlar. Kısacası ellerindeki bütün güç ve imkânları kullanarak “nesli” ve “harsı: mahsûlü, ürünü” heder etmeye çalışıyorlar. Âyet-i kerîmede onların bu maksadı, yüz yıllar önce şöyle vasfedilmiş: “O dönüp gitti mi (yahut bir işin başına geçti mi), yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez.” (el-Bakara, 205)
Dünya, pek çok sahada böyle hainâne bir kuşatma altındayken hayata ve istikbale umutla bakmak lâzım… Tıpkı Mekke devrinde işkenceler altında çile çekerken yahut Hendek Harbi esnasında, Peygamber Efendimiz’in bir avuç ashâbı ile şehrin içine kapana kısıldığında onlara ümit aşıladığı gibi… Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
“(Ey mü’minler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden Cennet’e gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve yanındaki mü’minler: «Allâh’ın yardımı ne zaman?!» dediler. Bilesiniz ki Allâh’ın yardımı yakındır.” (el-Bakara, 214)
Dünyada her şey gelip geçer… Musibet günleri de, refah ve huzur demleri de… Zaten dünyanın kendisi de fânî değil midir? Mühim olan bu fânî dünyadan “bâkî âlemde geçer akçeyi” toplamaktır. Gerisi boş… İşte Receb, Şaban ve ardından gelecek olan Ramazan, tam da bu kıymetli akçenin toplanacağı demlerdir.
Ey Rabbimiz, Receb ve Şaban ayını bize mübârek kıl ve bizi Ramazan’a eriştir. Âmin.
YORUMLAR