Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Doğu ve Batı kavramları, sadece insanın bulunduğu konumu göstermek için kullanılan yön/cihet mânâsı taşımamaktadır. Ya da bunlar, Güneş’in doğduğu ve battığı yerleri gösteren birer mekân adı da değildir. Aslında dünyanın neresinde bulunursanız, Güneş’in battığı ve doğduğu yerler de değişiklik gösterecektir. Çin’deyken doğu-batı farklı bölgelere/ülkelere denk gelir, Mısır’dayken, İsveç’teyken, Amerika’dayken de farklı… Peki, bizim dilimize girmiş Doğu-Batı kavramları neyi temsil eder o zaman?

Aslında bu ifadeler, Batı’nın zihnimize çaktığı çivilerden bir tanesidir. Biz, Avrupa kültür ve medeniyetine göre doğuda kalırız. Onlara göre doğu, hayal âlemidir, eyyâmcıdır, gününü gün etmenin derdindedir, yarına karşı bir plânı-hedefi yoktur, zevkine düşkün, kafası çalışmayan bir hazır yiyicidir. Kendileri ise, insanlığın, gelişmenin, hak ve hakikatin, doğruluk ve güzelliğin, zenginlik ve refahın temsilcileridir.

Bu konumlandırma ve yaftalar; oryantalizmin (şarkiyatçılığın) ve Batı hegemonyasının gücünü iyiden iyiye hissettirdiği, önce askerî, sonra siyâsî-idârî, ardından ilmî ve teknik boyutlarıyla bütün dünyayı şekillendirdiği son üç-dört asrın mahsûlüdür.

Yine onların bakış açısıyla tarih, Batı’nın tarihidir; din, dil, kültür ve medeniyetin gelişmesi, ancak Avrupa’nın geçirdiği dönemlerle izah edilir. Ekonomi, bilim-teknik, kültür ve sanat; sadece Batı’da imal edilmiş, geliştirilmiş, mükemmel hâle gelmiş ve insanlığa servis edilmiştir. Bütün dünya, Avrupa’ya (Batı’ya) muhtaçtır; onun eline bakmakta ve onun sayesinde (onun izin verdiği kadarıyla) hayatını idâme ettirmektedir. O, üst insandır; diğer milletler, kültür ve medeniyetler; onun gibi nâzenin bir gülün yetişmesi için göz ardı edilecek gübreden ibarettir.

Evet, sözlerimiz biraz sert oldu, ancak maalesef bakış tarzları budur ve insanlık, onların bencil, despot/baskıcı, emperyalist/sömürücü, pragmatist/menfaatperest ve acımasız bu zihniyetinden çok çekmiştir, çekmeye de devam etmektedir. Roma’yı kuran, onun despot kılıcıyla dünyaya hükmeden, ardından büyük bir karanlık içinde yaşarken Haçlı seferleriyle kendi ırkından, dininden insanları bile gaddarca yok eden, Endülüs’ü tarihten silen, Kudüs’ü işgal ettiğinde taş üstünde taş bırakmayan; Amerika, Afrika, Hindistan gibi ülkelerde büyük katliâmlar yapan, çıkardıkları ve yönettikleri büyük savaşlarla dünyayı yaşanmaz bir hâle dönüştüren, sadece ülkeleri değil, kıtaları sömürüp halklarını büyük katliâmlarla yok eden, bu hümanist/insancıl (!), medenî (!) ve ileri (!) Avrupalılar değil midir?

Gerçek tarihleri; kasvet, cehalet, barbarlık, acı ve vahşet doludur. Çalıp çırptıkları bilgilerle, arakladıkları hazinelerle, üstüne kondukları kültür ve medeniyet miraslarıyla, doyamadıkları kan ve gözyaşı ile büyük bir imparatorluk kurmuşlardır. Herkesi de bu şa’şalı yönetime mecburî itaat etmeye çağırmaktadırlar.

Bugün artık yüzündeki eğreti maskenin döküldüğü, kirli tezgahlarının ayyuka çıktığı, yaptıkları tuzak ve hilelerin ayaklarına dolaştığı bir dönemdeyiz. İnsanlık olarak her sahada onlarla yüzleşme bilgi, cesaret, kararlılık ve azmine muhtacız. Bu, bize hakikatin, inandığımız din ve değerlerin, tarihin, insanlığın yüklediği kaçınılmaz bir sorumluluktur. Bunun için kendimize, kendi inanç ve değerlerimize güvenmeli ve muhataplarımızın, gözümüzde büyüttüğümüzden daha küçük olduğunu fark etmeliyiz. Biz, zayıf düştüğümüz için düşman güçlüdür. Ve yiğit, düştüğü yerden kalkar.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle