Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Günler çok hızlı geçiyor. Hem yaşadığımız âhir zaman sebebiyle günlerimiz hızla geçiyor, hem de biz vaktimizi gerektiği gibi kullanamadığımız için günler akıp geçiyor. Bir bakıyoruz, gün bitmiş akşam olmuş. Bir bakıyoruz hafta, ay, hatta yıl geçivermiş. Ömürler hızla tükeniyor. Kısacası ömür sermayesi, sel gibi akıp gidiyor. Bu sermayeyi gerektiği gibi kullanabilen ise çok az… Hepimiz, en azından ömür sermayesinin hakkını verme hususunda müsrifiz. Hepimiz saçıp savurduğumuz dakikalar, saatler ve günler hususunda pişmanlık yaşayacağız, bu kesin…

Ancak israfımız, sadece vakitlerde değil…

İsraf, sadece “ekmeğin çöpe atılmasında” değil!..

Elbette vakit israfı da önemli, ekmek israfı da… Fakat hayatımızı topyekün gözden geçirdiğimizde o kadar “boşa” sarfettiğimiz, hakkını veremediğimiz nimetler var ki… “Nimetlerimi saymakla bitiremezsiniz!” buyuruyor ya, Allah Teâlâ, gerçekten o nimetleri nasıl ve ne kadar israf ettiğimizi de sayıp bitiremeyiz.

Aklımızı hangi boş düşünce ve hayallerin peşinde tüketiyoruz? Gözümüz, neye bakması gerekirken, nelerle yıpranıyor, kirleniyor? Vücudumuz, organlarımız hangi gıdalarla beslenmesi ve nerelerde kullanılması gerekirken biz onları nelerle besliyor, nerelerde yoruyoruz, hasta ediyoruz?

Eşlerimiz, çocuklarımız bizim “gözümüzün aydınlığı” olacakken, biz onları nasıl “başımızın belası” hâline döndürüyoruz? Nerede, nasıl hatalar yapıyoruz?

Bilgilerimiz, inançlarımız nasıl bir israfın içinde… Gerekmeyen, dünya ve âhirete hiçbir faydası olmayan yüzbinlerce şey öğrendiğimiz hâlde, yarın kesinlikle hesaba çekileceğimiz konularda ne kadar bilgisiz ve üstelik ne kadar da rahatız?!

Mallarımız, derin bir israfın içinde… Hep daha fazlasına ulaşmak için çırpınıyoruz; lâzım olandan fazlasını yığmak için kalp kırıyor, hakka giriyor, başkalarını çiğneyip geçiyoruz. Bir şekilde elimize geçenleri de har vurup harman savuruyor; o malda, o eşyada ve o gıdada hakkı olan fakir, aç, çocuk, dul vb. ihtiyaç sahiplerini görmezden geliyor, sanki sadece kendi malımızmış gibi, “sonuna kadar” tüketiyoruz.

Aslında biz israf ederken bir taraftan kendimiz israf oluyoruz. Biz gereksiz bir şekilde tüketirken kendimizin de tükenip gittiğini gözden kaçırıyoruz.

Kırk-elli yıllık sedirlerde oturan, bir ömür boyu aynı perdeyi, aynı tabağı-çanağı kullanan, yıprandıkça yama yapıp aynı elbiseleri giyenler nerede; modası geçti diye bir-iki seneye bütün evini yenileyenler nerede? Gardrob yetmediği için yepyeni kıyafetlerini çöpe atanlar, sağa sola verenler; âhirette bu nimetlerin hesabını hiç düşünmüyorlar mı?

Zor bir dönemden geçiyoruz; “bir kişinin elinde bin kişinin malı”, “bin kişinin elinde bir kişinin malı”… Bu günlerin, bu nîmetlerin, bu israfın hesabı çok zor!

Rabbimiz bize basîret, kanaat, merhamet ihsan etsin. Gerçekten böylesi bolluğun ve böylesi israfın sonu; genelde büyük bir enkaz ve yıkımdır. İç dünyamızda zaten devâsâ yok oluşlar var; Rabbimiz lütfuyla, merhametiyle bize daha fazla “yokluk” ve “buhran” vermesin. Yoksa bu kadar kuru bir gönül dünyasıyla, öyle büyük buhranları atlatabilmemiz çok zor! Eskilerin dediği gibi, “Allah bizi yoklukla imtihan etmesin!” Ama yokluğun imtihanı mı daha zor, varlığın mı; onu da bilemiyoruz. Öyleyse, Rabbimiz, hem sabır ve hem de şükür imtihanlarını yüz akıyla geçebilmeyi cümlemize nasip etsin, diyelim.

“Allâh’ım; bize Şaban ayını mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır.” Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle