Muhterem Okuyucularımız;
İslâm, Allâh’ın yeryüzünde insanlara gönderdiği dinin tek adı… İlk insan ve ilk peygamber Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’dan son peygamber Hazret-i Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e kadar bütün peygamberlerin dâveti aynı olmuş; hepsi Allâh’a teslimiyete, tevhide, kısacası İslâm’a çağırmışlar. Ancak zaman içinde insanlar bu dâveti unutmuş, değiştirmiş, bozmuş. Tanınmaz hâle gelince, insanlar Allâh’a ulaşacakları yolu kaybedince, Rabbimiz tekrar bir peygamberle o yolu işlek ve görünebilir hâle getirmiş. Ki, Allâh’ı tanımak ve bulmak hususunda insanların bir bahanesi kalmasın!..
Ancak şeytanın gayretleri ve insanın “nefis” denilen bir dâhilî düşmana sahip olmasıyla, “tek” olan “Allâh’ın yolu ve dini”, çeşitli adlarla çoğalmış, çeşitli düşünce ve duygularla mezheplere bölünmüş. Bazıları, kendilerine yeni yeni adlar vermişler, tanınmak ve farklılıklarını ortaya koymak için… Dinimiz ise, kendisine bağlanan müntesiplerine tek adı uygun görmüş; “Müslüman”!..
Günümüzde tarihten gelen bu farklılıklarla bir “müslümanlar” var; bir de “gayr-ı müslimler”… Gayr-ı müslim, yani Müslüman olmayan kimseler… Gayr-ı müslimler de kendi arasında birçok gruplara ayrılıyor artık; “Ehl-i Kitap” dediğimiz yahudi ve hıristiyanlar da bu grubun içinde, bâtıl/beşerî dinlere inananlar da… Hattâ genel mânâsıyla ateist vb. inançsız grupları bile bu isim altında zikretmek mümkün…
Ancak bizim bu sayıdaki gündemimiz daha çok “Ehl-i Kitap” mânâsındaki “Gayr-ı Müslimlerle”… Çünkü onlarla hukukumuz daha eski… Dinimizin onlara bakış tarzı, bâtıl dinlere ve inançsız insanlara bakış tarzından farklı… Onlarla özde, ortak bir geçmişimiz vardı. “Vardı” diyoruz, çünkü maalesef onlar, tevhidin özünü kaybederek “şirke” ve “küfre” kaydılar. Bugünkü tahrif olmuş dinlerinde, Allah inancı, âhiret inancı, peygamber ve kitap inancı tamamen bozulmuş durumda… Onların bu hâliyle Allâh’a çağırması, Allâh’ın dini olması mümkün değil!. Zaten son din ve son şeriatın gelmesiyle hükümleri de neshedilmiş (kaldırılmış) durumda…
O hâlde bugün kopartılan kıyamet ne? Yahudi ve hıristiyanların İslâmiyet’e girme mecburiyetleri yoksa, mevcut dinleriyle, âhirette kurtuluşa erebilecekler mi? Yahudi ve hıristiyan kalmak, cennete girmek için yeterli mi? Bugün yapılan akademik/fikrî tartışmalar kime ve neye hizmet ediyor? Onlar, dinleriyle kurtuluşa ereceklerse, Peygamber Efendimiz niye onları İslâm’a çağırmış? Niye “Hazret-i Mûsa, şu an hayatta olsa, siz de ona tâbî olarak beni terk etseydiniz, derin bir dalâlete düşmüş olurdunuz!” buyurmuş. (Bkz: Heysemî, I, 174) Son devrin peygamberi, kitabı ve şeriatı ortadayken, Allah katında geçerli olmayan dinlerin oyuncağı, taklitçisi ve takipçisi olmak da ne?
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hayatı boyunca, ibadetten örf ve âdete, oyun ve eğlenceden kılık-kıyafete kadar her hususta müşrikler dâhil olmak üzere yahudi ve hıristiyanlardan farklılaşmaya çalışırken, bugün bize ne oluyor da onları takip ve taklit etmeyi bir meziyet olarak görüyoruz?
Velhâsıl, zaman, âhir zaman… Ve Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi, bizler, gayr-ı müslimleri “keler deliğine kadar takip ve taklit edeceğiz.” Rabbimiz, mü’min şahsiyet, izzet, vakar, inanç, ahlâk ve kimliğini muhafaza edenlerden eylesin. Âmin.
* * *
“Rabbimiz, Receb ve Şaban ayını bize mübârek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır.”
YORUMLAR