Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Gündem oluşturmasını umduğumuz bir sayıyla daha huzurlarınızdayız. Aslında gönül gündemimiz hep aynı; Allâh’a inanmak ve O’nun istediği gibi bir “kul” olmak için her an niyetimizi tazelemek, gayretimizi artırmak…

Bir kulun, belki de ömürlük gayreti, îmanında sâfiyete kavuşmak, başka bir ifadeyle ihlâs ve istikamet sahibi olmaktır. Çünkü ihlâs, Kaf Dağı’nın ardında kalan bir Zümrüd-i Anka’ya dönüştü. Başka bir tâbirle gökteki ulaşılması imkânsız Süreyya Yıldızı oldu. Bu, sadece bir karamsarlık, kendimizi hakîr görmek veya derin bir aşağılık kompleksinin yansıması değil. Zira îmanı, ihlâs üzere korumak ve yaşamak, sadece kıyamete yakın bu günlerin derdi değildir, olmamıştır. Nitekim ümmetin zirvesi mevkiinde bulunan Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- bile, daha Peygamber Efendimiz hayattayken “kalbinin bazen dünyaya, bazen âhirete meylettiğini” fark ederek kendisinde münâfıklık olup olmadığının derdine düşmüştü. Daha sonraki dönemlerde halife Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, Peygamberimizin münâfıkların listesini saydığı sahabîden, kendi adının o listede bulunup bulunmadığını ricâ-minnet öğrenmeye çalışmıştı.

Evet, îman büyük cevher… Gerçek, katıksız, şek ve şüphesiz, hâlis îmana kavuşmak da, bir ömürlük gayret, antrenman, hassasiyet, emek ve gözyaşı istiyor. O yüzden nifaktan, şirkten, küfür, isyan ve büyük günahlardan arınmış îman, çok nâdir ve çok kıymetli…

Biz de îmanın kirlendiği, şahsiyetin ikiye bölündüğü bir hastalıklı insan tipinden bahsetmek istedik, bu sayımızda… Dinimizin verdiği isimle, “münâfık”tan… Münâfık kimdir, özellikleri nelerdir? Günümüzde münâfıkları tanımak neden önemlidir? İnsanın münâfık bir çevresi varsa, îmanını koruması kolay mıdır? İnsanın kendisinde nifak alâmetleri varsa ne yapmalıdır? Ve daha pek çok soru, en kısa zamanda iç dünyamızda cevap bulması gereken sorular…

Biz, bu birkaç sayfalık yerimizle bütün bu soruları gerektiği gibi cevapladığımız kanaatinde değiliz. Zaten bu, fiilen mümkün de değildir. Bizim gâyemiz, kendimizi, sözlerimizi, yaptıklarımızı gözden geçirmeye; hesaba çekmeye bir vesile olması… Kafamıza, gönlümüze bir soru düşürmek sadece… Îmanımızı, ihlâsımızı, niyet ve amellerimizi; vicdan terazisinde bir mîzâna koymak… Allâh’ın huzuruna çıkmadan, hesaba çekilmeden önce “kendimizi hesaba çekmek”!.. Yoksa niyetimiz, hiçbir kimseyi, hiçbir topluluğu bütünüyle itham etmek değildir; böyle sû-i zan ve kibir dolu bir davranış şekli, mü’minin tavrı da olamaz zaten…

Rabbimiz, hepimize îmanımızı tahkîm etmeyi, tahkîkî îmana döndürmeyi ve onu ihlâsla taçlandırmayı nasip etsin. Bizi rızâsına erdirdiği, hidayet ve istikamet üzere sabit kadem kıldığı kulları arasına dâhil eylesin. Âmin.

Kıymetli okuyucularımız; bu ay, tarihimizde önemli kırılma noktalarının bulunduğu bir ay… Bunu, “Tarihte Bu Ay” bölümümüzden takip edebilirsiniz. Ancak bu ayın sonuna doğru, kirlenen dillerimizin/ellerimizin temizleneceği, katılaşan kalplerimizin yumuşayacağı, gurbetteki ruhlarımızın sekînet ve huzur içinde Allâh’a döneceği bir zaman dilimine giriyoruz. “Üç aylar” adı verilen, Recep Ayı ile başlayan Ramazan ile nihayete eren mağfiret iklimine, “Hoş geldin!” diyoruz. Rabbimiz, bizi, bu mübârek gün ve aylardan gerektiği gibi istifade eden kullarından eylesin. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in niyazıyla sözlerimizi tamamlayalım:

“Rabbimiz, bize Receb ve Şâban’ı mübârek kıl ve bizi Ramazan’a kavuştur.” Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle