Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Son zamanlarda yoğun bir ülke ve dünya gündemi ile iç içe yaşıyoruz. Bir taraftan geçtiğimiz ay, ülkemizin hemen her bölgesinde kendisini yoğun olarak hissettiren kar-kış şartları, diğer taraftan ekonomik çalkantılar, dünyanın savaş-siyaset ve ekonomi arasında sıkışmış gündemleri… Bu günler, bu gündelik dertler, gelip geçiyor; gelip geçecek… Yarın başka dertler konuşacağız, bu olup bitenlerin çoğunu hatırlamayacağız bile… O hâlde, her an gündemimizi oluşturması gereken dertlerimiz olmalı… Bizi iki dünyada “kemâle erdirecek”, asıl gündemimiz olan “Allâh’a kulluk” şuurunu zinde ve uyanık tutacak gündemler…

Biz, Şebnem Dergisi olarak 16 yılı aşkın bir süredir, hep gönül gündeminin peşine düştük. Allâh’ı, Peygamber Efendimizi, Allah dostlarını ve âhiret gününü hatırlatıcı bir misyon belirledik kendimize… Ülke ve dünya gündeminden kopmadan, ancak temeli, kıyametin üzerine düştüğü bir gündem olarak yazılarımızı, dergilerimizi hazırladık. Her sayımızda bir derdimize işaret ettik, hayır söyleyip hayra delâlet etmek istedik. Ne kadarını yaptık, Allah bilir, takdir de sizindir. Ancak ilk sayımızdan bugüne kadar hangisini elinize alsanız, yazıların bugüne hitap etmesinin sebebi budur.

Bu sayıda da, iki temel konu üzerinden gündem oluşturmaya çalıştık. “Dünyaya bağlanmamak” (zühd) ve “muhabbette îtidâl”!..

Aslında her iki konu da uzun uzun incelenmeye, tekrar tekrar değerlendirilmeye muhtaç… Bütün ömrü kuşatan, her an teyakkuz hâlinde bulunmamız gereken konular…

Dünya, bizim misafirhânemiz… Geçerken kısa bir müddet konaklayıp yolumuza devam ettiğimiz bir gölgelik. Burada çok, hatta ebedî kalacakmış gibi davranmak; kişinin önce kendisini aldatması demek… Zira şimdiye kadar bu misafirhaneye gelip de sonsuza kadar kalan çıkmadı. Biz de geldik ve gideceğiz, tıpkı bizden öncekiler gibi… O hâlde burada niye bulunuyoruz, buradan neleri temin etmeliyiz, bundan sonraki yolculuk duraklarımızda yanımızda ne gibi azıklar bulunmalı? İşte bütün derdimiz, tasamız bu olmalı…

Diğer bir husus da “muhabbet”… İnsan, tabiatı icabı pek çok şeye “sevgi meyli” ile dolu olarak dünyaya gelmiş. Sevgi bizim en büyük sermayemiz… Onu lâyıkına yöneltirsek bizi yüceltecek, layık olmayanlara yöneltirsek bizi alçaltacak bir potansiyel güç… Ancak sevgilerde de zaaflar, kaymalar oluşuyor. “Allah için” sevilen birileri, bir müddet sonra “Allâh’a rağmen” sevilmeye başlanıyor. Bu, muhabbetin ekseninin kayması, gayesinden sapması demek…

İnsanlık tarihi bunun pek çok misaline şahit olmuş. İnsanlar, Allah için peygamberlerini sevmekle emrolunmuşlar, ancak bir müddet sonra peygambere olan sevgileri, Allâh’ın sevgisine alternatif olmuş. Putların, “Allâh’a yaklaştıracak nesneler” olarak görülmesi zihniyeti kınanmış. Allâh’a yaklaştırmakla vazifeli din âlimlerinin, rahip ve hahamların bir müddet sonra, her emrine itaat edilen ve her yasağına riâyet edilen “Rablere” dönüşmesi anlatılmış. Onlar üzerinden ümmet-i Muhammed uyarılmış. Ve bütün insanlar, duâ ve ibadetlerini sadece ve sadece Allâh’a yapmakla emrolunmuşlar. O hâlde kalbimizi, duygularımızı; söz, davranış ve duruşlarımızı tekrar tekrar kontrol etmeye ihtiyaç var. Rabbimiz, hidâyete eriştirdikten sonra, kalplerimizi ve ayaklarımızı kaydırmasın. Îmandan sonra küfre dönmek, bize ateşe girmek kadar acı ve elem verici bir hâl olsun.

Son olarak, Mahmud Sami Ramazanoğlu (k.s.) Efendimizin aramızdan ayrılıp Cenâb-ı Hakk’a kavuşmasının üzerinden 33 yıl geçmiş. Mekânı cennet olsun. Rabbimiz rahmetine gark eylesin ve bizi; sevdiği, seçtiği bu güzel kulları ile cennette komşu eylesin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle