Sevgi, Rabbimiz’in insanlığa hediye etmiş olduğu en büyük nîmetlerden biridir. Sevgi olmasaydı, hayatta her şey daha zor olurdu. Onunla sıkıntılar aşılır, en güzel kapılar aralanır, en büyük fedakârlıklara katlanılır. Bazen bir bakışta, bazen bir tebessümde, bazen de ağızdan çıkan bir sözde karşılaşabiliriz onunla... İçimiz kıpır kıpır olur hemen ve tüm sıkıntılarımızı unutturur bize… Bu sebeple sevgi nîmetinin kıymetini iyi bilmeli insan. Onu nasıl daha güzel değerlendireceğinin ve en güzel bir şekilde kullanacağının derdinde olmalıdır. Çünkü sevgiler, bizlere ebedî kazançların sermayesi olarak verilmiştir.
İnsan, hayatta pek çok şeyi sever. Allah kalplerimizde en büyük payı, sevgi için ayırmıştır. Hatta diğer bütün hisler ve menfî özellikler sevginin yanında kalpte çok küçük bir yere sahip kalırlar. Ve sevgiyle hepsi aşılır. Çünkü muhabbetin kaynağı Allah’tır. O ki, kulunu severek yaratmıştır. Bunun için gönül saraylarımızdaki tahtların mutlak sahibi Cenâb-ı Hak’tır. Ardından şüphesiz Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gelir, sevgi payitahtında. Allah, Efendimiz’i, bizlere “sevelim diye” hediye etmiştir. O’nu cân u gönülden sevelim diye… Bu yüzden her Müslüman Peygamberimiz’i sever, O’na derinden muhabbet duyar. Bu da, Allâh’ın bizlere çok büyük bir lutfudur aslında. Bu şekilde sevmeyi öğrenen insan, sonra mü’min kardeşlerini, âilesini, akrabalarını, arkadaşlarını derken sevgi çemberini genişletir de genişletir.
Sevgi, aslında, bulmak ve vazgeçmektir. Onda ihtiyacı olan her şeyi bulur insan ve onun için sevdiği birçok şeyden vazgeçebilir.
Bizler de düşündük ki, Efendimiz’in bize ikrâm-ı ilâhî olarak hediye edildiği mübarek ayları coşkuyla kutlamışken sevgilerimizi tazelemeliyiz. Hani deriz ya, “Sevmek fedakârlıktır ve uğruna gayret etmektir.” diye, acaba biz ne kadar vazgeçebiliyoruz ve ne kadar gayret edebiliyoruz sevgilerimiz uğruna ve hele de en yüce sevdalar uğruna. Çünkü gayret, önce en yüceler için olmalı, büyük en fedakârlıklara da yine onlar için katlanılmalı…
Yani öncelikle Rabbimize ve Efendimiz’e olan sevgilerimizi göstermeliyiz, her hâlimizle… Bu nasıl olacak derseniz eğer, her konuda olduğu gibi bu konuda da Efendimiz yardımcı bize... Çünkü Rabbimiz, Âl-i İmrân sûresinin 31. âyetinde, “Eğer Allâh’ı seviyorsanız, Rasûle itaat edin ki, Allah’ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” buyuruyor.
İşte bugün bir sevgi işâreti olarak sımsıkı sarılalım Peygamber Efendimiz’den bize uzanan o mübarek Sünnet-i Seniyye ipine… Hayatımızı şöyle bir gözden geçirelim; “Acaba Peygamber Efendimiz’e ne kadar lâyık bir ümmetiz? O’nu üzenlerden mi, yoksa mutlu edenlerden miyiz?” diye.
Ve bu bahar yenilenmeye, Efendimiz’i daha yakından tanımaya bir vesile olsun. Hayatlarımızı, O’nun hayatıyla bütünleştirme gayreti adına bir vesîle olsun. Artık O’nu hayatlarımızda daha fazla ağırlayalım ve sünnetlerine daha fazla sahip çıkalım. Hepimiz birer “Sünnet-i Seniyye muhâfızı” olalım.
Bundan sonra her işimiz, daha çok benzesin Peygamber Efendimiz’inkine... Önce kendimiz, sonra âilemiz, ardından çevremiz, derken bizim vesilemizle yayılsın Efendimiz’in mübarek şahsiyet, karakter ve üsve-i hasene olan örnek hayatı yirmibirinci asırda dünyanın dört bir yerine…
Hani Efendimiz; “Ümmetimin fesâda uğradığı zamanda sünnetimi ihyâ edene yüz şehid sevabı vardır.” (Ebû Nuaym, Hilye, 8/200) buyuruyor ya, sünnete sımsıkı sarılanlar neden biz olmayalım?
Hani Efendimiz:
“Dinin elden çıkışı, sünnetin terkiyle başlar. Halat nasıl lif lif kopup parçalanırsa, din de sünnetin birer birer terkiyle ortadan kalkar.” (Dârimî, Mukaddime 16) buyuruyor ya…
Kopmaya başlayan halatları sağlamlaştırmaya çalışan ve bu şekilde Efendimiz’in yüzünü güldüren ve Rabbimizi sevindirenler neden biz olmayalım?
Gelin, yeni bir plan yapalım bu hedef uğrunda… Yeni gayretler içerisine girelim. En çok eksikliğini hissettiğimiz, “Âhh, bende bu olmamalı, Efendimiz bundan hoşlanmaz!..” dediğimiz ne varsa oradan başlayalım bu işe… Birer birer hayatımızdan tasfiye edelim onları ve yerlerini O’nun sevdiği güzelliklerle dolduralım.
Hattâ ilk olarak bu ay, din kardeşliğimizi pekiştirmek adına ihmal ettiğimiz komşularımızdan başlayalım Efendimizi sevindirmeye… Herkesin kendi adına koşuşturmaktan duyarsızlaştığı ve etrafını unuttuğu, hatta işin ciddiyetini bilenlerin bile ihmal ettiği bir gerçektir komşuluk… Hâlbuki Efendimiz onun hakkında ne ciddi îkazlarda bulunmuştur. Hepimizin bildiği bir hadiste Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Cebrâil bana komşuya iyilik etmeyi tavsiye edip durdu. Neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım.” (Buhârî, Edeb, 28) buyurarak işin ehemmiyetine dikkat çekmiştir.
Yine başka bir hadîs-i şerîfte de; “Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden kimse komşusuna iyilik etsin.” (Müslim, Îmân, 77) buyurarak bu durumun üzerinde hassasiyetle durulması gerektiğini vurgulamıştır.
Komşuluğu yaşatmak husûsunda en büyük vazife, muhakkak ki, hanımlara düşmektedir. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:
“Ey müslüman kadınlar! Komşu hanımlar birbiriyle hediyeleşmeyi küçümsemesin! Alıp verdikleri şey bir koyun paçası bile olsa!..” (Buhârî, Hibe 1, Edeb 30) buyurarak komşuluk ilişkilerinde hanımların neler yapabileceğine ışık tutmuştur.
Haydi, hanımlar olarak bizler bu işe sahip çıkalım. Herkes komşularını daha bir dikkatle tekrar gözden geçirsin.
“İnsanın komşusu kimlerdir?” ve “Kaç hâne komşu hakkına dâhildir?” konusu, büyüklerimiz tarafından farklı şekillerde değerlendirilmiştir. Ancak, bizler, beraberliklere, din kardeşliğini daha güzel yaşamaya başlangıç olması bakımından, en yakınımızdan başlayarak kırk komşumuzu ziyaret etmeyi teklif ediyoruz sizlere... Hepimiz etrafımızdaki kırk komşumuza bir bakalım, acaba ne âlemdeler? Zor gelmesin bu bize, bir hayra başladık mı Allah yardım eder, biliyoruz. Bu şekilde hem komşuluk sorumluluğumuzu bir nebze de olsa yerine getirmiş, varsa mağduriyetlerin giderilmesine vesîle olmuş ve hem de Efendimiz’i mesrûr etmiş oluruz.
Kim bilir belki de çok yakınımızdaki evlerden birinde bizden gelecek bir tas çorbayla o akşam karnını doyuracak ya da bizim için varlığı çok da önemli olmayan bir elbiseyle üşümekten kurtulacak ya da bir tebessümümüzle çektiği sıkıntılarından kurtularak hayata tekrar bağlanacak komşularımız vardır. Şayet komşularımız, bunların hiçbirine ihtiyaç duymuyorsa da bir ziyaretle insânî münasebetlerimizi geliştirmiş ve din kardeşliğimizi pekiştirmiş olmaz mıyız? Hele ki, yalnızların daha da yalnızlığa itildiği, tebessümlerin yüzlerde bir maske yapmacıklığıyla durduğu böyle bir devirde bu davranışımız ne büyük ecirler getirir öyle değil mi?
Rabbim, cümlemize sorumluluklarımızı hakkıyla yerine getirmeyi, bize en ulvî emânetler olarak bırakılan Kur’ân ve sünnete sahip çıkarak kendimizden sonraki nesillere yüz akıyla devredebilmeyi nasip etsin…
YORUMLAR