Çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz iner
Hâcet olsa merkadün tecdîd iden mîmâre su
(Senin kabrini onaran mimara su lâzım olsa, Güneş çeşmesinden her an bol bol saf, tatlı ve güzel su iner.)
Sanatlar: Güneş’in çeşmeye, ışıkların da zülâl’e (saf su) benzetilmesinde “teşbih”; “Çeşme-su; mîmar-tecdîd; zülâl-çeşme-su” kelimelerinin bir arada kullanılmasında “tenâsüb”; “Hurşid (Güneş) ve su”; yani ateş ve su gibi zıt mânâlı kelimelerin bir arada kullanılmasında ise “tezat” sanatı yapılmıştır.
Gönül Gözüyle Mânâsı: Kur’ân-ı Kerîm’de:
“Allâh’ın mescidlerini, ancak Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler îmâr eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.” (et-Tevbe, 18) buyrularak Allâh’ın mescidlerini îmâr etmenin, îmânın bir işaret ve alâmeti olduğu bildirilmiş ve Müslümanlar mescidlerle ilgilenmeye teşvik edilmiştir.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de mescidlerin îmâr ve inşâsı hakkında şu müjdeyi vermiştir:
“Kim, Allâh’ın rızâsını talep ederek bir mescid inşâ ederse, Allah ona cennette bir ev inşâ eder.” (Buhârî, Salât, 65)
Peygamber Efendimizin kabr-i şerîfinin bulunduğu Ravza, Mescid-i Nebevî’nin içindedir. Her mescid gibi, buranın da inşâsı, tamiri, bakımı bir ibadettir. Ayrıca burada Âlemlerin Efendisi’nin dünyadaki evi ve misafirlerini ağırladığı kabr-i şerîfi vardır.
Peygamber Efendimizin vefâtından sonra kabrini ziyaret etmek, O’nu sağlığındayken ziyaret etmek gibi olduğuna göre; Ravza’ya yapılacak her türlü hürmet, iltifat ve hizmet de bizzat Peygamber Efendimiz’e yapılmış gibidir.
Allah yolunda şehid olan kimselere bile “ölü” denmesi, âyet-i kerîme ile yasaklanmış ve onlar diri kabul edilmiş olduğuna göre; Şehidlerin Baş Tâcı, Nebîlerin Serdârı Efendimize bazı nâdanların yapageldiği gibi “ölü” muâmelesi yapmak, İslâm’ın edep ve rûhuna aykırıdır. O, mânen diridir; kendisini ziyaret edenden haberdar olduğu gibi, kendisine salât ü selâmda bulunana da mukabele eder.
Bütün bu zikredilenlerden sonra, insanların en şereflisi olan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mescid ve kabr-i şerîfini îmar ve ihya eden, orada hakkıyla hizmet etme şerefine eren muhlis ve müttakî kimselerin makamı elbette bambaşkadır. Rabbimiz, böyle kullarına ihlâs, gayret ve hizmetleri mukabilinde, anlatmakla bitmeyecek lütuflarda bulunmaya muktedirdir.
Yine bu hizmet ve gayrete bütün kâinat seferber olmak için hazır bekler. Değil midir ki, bulut, hayatı boyunca Peygamber Efendimizi gölgelemiş… Değil midir ki, dağlar, taşlar, ağaçlar, O’nu tanıyıp selâmlama şerefine ermiş; O’nun kabr-i şerîfinin tamirine Güneş’in su vermesine şaşmamalıdır. Tabiatı ısı ve ışık olan Güneş bile, tabiatına değil, hakikatine binâen ateş değil su yağdırabilir. Suya ihtiyaç var ise su; sıcaklığa ihtiyaç var ise hararet verir.
Peygamber Efendimiz’in varlığı ve nûru, kâinâtın özüdür. Kâinat, O’nunla rahmete gark olmuştur. O kâinâtın küçük bir parçası olan Güneş’in, O’nun türbedârının emir ve hizmetine verilmesi, büyük bir şey midir?
Hem Habîb-i Edîb’i için, dilerse O Hallâk-ı Mutlak: “Ol!” der, her şey bir anda “Oluverir!” Nitekim İbrahim -aelyhisselâm-’a, Cenâb-ı Hak, ateşi serin ve selâmet kılmıştır. Şüphesiz bunlar, Allâh’a çok kolaydır.
Güneşten yanıp kavrulan çöl toprağında, binlerce yıldır kesintisiz devam eden Zemzem’i çıkartan O değil midir?
Yalçın kayaların bağrından, taptaze fidanları büyütüp inbât ettiren O değil midir?
Kararmış ruhları, îman ve hidâyet nûruyla aydınlatan; taş kesilmiş yürekleri şefkat ve merhametle coşturan O değil midir?
Kupkuru ölmüş dallara, baharla rengârenk kıyafetler giydiren, odunun içinden meyve ve sebzeler bitiren, ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkartan O değil midir?
Her bir bitkiyi ayrı ayrı süsleyen, farklı farklı koku ve tatlarda yaratan O değil midir?
O’nun bu kudret ve ihtişamını sadece gözleri kör olanlar görmez, kalpleri kilitlenmiş olanlar hissetmez! Onlar, kendilerini Allâh’ı tanımamak ve sevmemek üzere hapsetmiş, insanlıklarını kaybetmiş kimselerdir.
O küfür ateşiyle yanıp kavrulmuş kimselerde bile îmânın o serinletici râyihasını estiren Allah, elbette her şeye kâdirdir. Küfrü sebebiyle sevmediği kullarına bile bu kadar in’âm ve ihsanda bulunan merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbimiz, îman ve tâat üzere hayatını kulluğa adamış kimselere hangi ikramlarda bulunmaz ki?!
Yâ Rasûlâllah!
Gül, Sen’in alnının terinden renk ve koku aldığı için, şimdi bu zamanın halkı gülden hoş koku alır.
Güzel yüzünün güneşinin nurlarıyla ufuklar, karanlık gecede baştan başa sabah gibi olurdu.
Yanağın tâne tâne ter döktükçe, orada tabak tabak güller açılırdı.
Sen parlak inci gibi ter döktükçe, kâinâtın sedefleri baştan başa dolardı.
Bu nasıl ayrılıktır?! Ayrılık eliyle aşkının yolunda, şevkle hırkalarını parçalar.
Sen’in güneşinin nurlarının parlaklığı her kime erişirse, yüzü ufuklarda şafak gibi kızarır.
Mahşer günü her kim şefaat ve kereminin kitabından ders alırsa, geçmişindeki hata ve kusurları yok olur.
Elinde Sen’in şefaatinin nûru olan kimse, hiç Sırat’tan ateşe düşer mi?
(Mahremî)
YORUMLAR