Eylemiş her katreden min bahr-i rahmet mevc-hîz
El sunub urgaç vudû’ içün gül-i ruhsâre su
(Abdest almak için el uzatıp gül yanaklarına su vurunca, sıçrayan her su damlasından binlerce rahmet denizi dalgalanmıştır.)
Sanatlar: “Yanak”ın güle benzetilmesinde “teşbih”, “katre ve bahr” kelimeleri arasında “tezad”; su ile ilgili “katre, bahr, su, vudû” kelimelerinin bir arada kullanılmasında “tenâsüp”, “gül-i ruhsâr” derken Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kastedilmesinde “açık istiâre” sanatları yapılmıştır.
Gönül Gözüyle Mânâsı: “Rahmet” kelimesi; acıma, esirgeme, koruma, ihsan, affetmek, Allâh’ın kullarına acıması, onlara sevgi, şefkat ve merhamet ile muâmele etmesi gibi mânâlara gelir. Rahmet, aynı zamanda Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in isimlerinden biridir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, Allah Rasûlü hakkında:
“Biz Seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (el-Enbiyâ, 107) buyrulmuştur.
Cenâb-ı Hak, yine “rahmet, şefkat ve merhameti ziyade olan” mânâsındaki “er-Raûf” ve “er-Rahîm” ism-i şerîflerini, Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamber Efendimiz için de kullanmıştır. Bu, hem büyük bir iltifat-ı ilâhî, hem de Peygamber Efendimizin ümmetine ve bütün varlıklara karşı ne kadar çok rahmet ve şefkatle dolu olduğunu gösteren büyük bir hakikattir.
“Allah Teâlâ, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i “rahmet süsü” ile süslemiştir. Her şeyden önce O’nun varlığı rahmettir. Hayatı rahmettir, memâtı bile rahmettir.
Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu hakikati ifade sadedinde:
«Hayatım sizin için rahmet ve berekettir. Yanımda konuşursunuz, size cevap veririm. Ölünce de vefâtım sizin için rahmet ve bereket olacaktır. Öldükten sonra amelleriniz bana arz edilir ve ben bakarım: Eğer iyilik yapmışsanız, Allâh’a hamd ederim. Eğer kötülük yapmışsanız, Allah’tan affınızı dilerim.» buyurmuştur. (İbni Sa’d, Tabakât, II, 194; Heysemî, IX, 24)
O, bütün varlıklara rahmettir. Mü’minlere rahmettir. Çünkü onlara doğru yolu göstermiştir. Münâfıklara rahmettir; onları öldürülmekten kurtarmıştır. Kâfirlere rahmettir, çünkü onların azaplarının ertelenmesine vesîle olmuştur. Zira diğer ümmetlerde kâfirlerin cezası, daha dünyada iken verilmeye başlanırdı.”[1]
* * *
Ebû Cuhayfe -radıyallâhu anh- mü’minlere fiilî ve kavlî bütün hâlleriyle bir bereket vesîlesi olan Fahr-i Kâinât Efendimiz’le yaşadıkları bir hadiseyi şöyle anlatıyor:
“Gün ortası sıcağında Rasûlullah Efendimiz yanımıza geldi. Kendisine abdest için su getirildi, o da abdest aldı. İnsanlar O’nun abdest aldığı suyu kapış kapış alıp (yüzlerine, kollarına, başlarına) sürdüler.”
Ashâb-ı kirâm, bir muhabbet ve bağlılık tezahürü olarak O’nun etrafında pervane olmuş ve teberrük arzusuyla O’nun hatıralarına dört elle sarılmışlardır. Tıraş olduğu esnâda saç ve sakal-ı şerîfleri de ashâb tarafından kapışılmış ve günümüzdeki “sakal-ı şerîf” hâtıraları bu muhabbet rüzgârından bir esinti olarak intikal etmiştir.
Fahr-i Cihân Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in abdest alırken yanağına değen her bir şebnem tanesi, ümmetine rahmet olarak dönmüştür. Nitekim bir rivayete göre; “Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün abdest aldıktan sonra artan suyu Kuba kuyusuna döktü. O günden sonra bir daha kuyunun suyu çekilmedi.”[2]
Peygamber Efendimizin eliyle hayat bulan suyun tatlı bir hâtırası da şöyledir:
“Rasûl-i Ekrem Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün üvey kızı Zeyneb binti Ümmü Seleme’nin yüzüne eliyle su serpmişti. Bundan dolayı Zeyneb’in yüzü öyle güzelleşti ki, hiçbir kadın onun güzelliğine sahip olamadı.”[3]
Bir baba olarak, üvey kızına şefkatle yaptığı bu davranış, Zeynep Vâlidemizin hayatında böylesine derin bir iz bırakmıştır.
O’nun rahmet eline dokunan rahmet suları, insanların madde ve mânâsını yeşertmiş, onlarda yepyeni heyecan, umut ve bağlılıkların temelini atmıştır. İşte Fuzûlî, özel olarak Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den gelen bu hâtıraları yâd eder mâhiyette, genel olarak da abdest (vudû) sebebiyle Müslümanların nâil olduğu rahmete dikkat çekmiştir. Nitekim Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:
“Bir müslüman abdest alıp yüzünü yıkadığında, yüzündeki âzâların işlediği bütün günahları; el ve ayaklarını yıkadığında el ve ayaklarıyla işlediği bütün hata ve günahları su damlalarıyla beraber akıp gider ve kendisi de tertemiz olur. Hattâ kirpik ve tırnak diplerindeki günahlarından eser kalmaz.
Âdâb ve erkânına uymak sûretiyle abdest alıp kıbleye dönerek:
«-Eşhedü en lâ ilâhe illâllâhü vahdehû lâ şerîke leh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Rasûlüh» diyen bu kul için cennetin kapıları açılmıştır; o, cennet kapılarının dilediğinden içeri girer.” (Müslim, Tahâre, 32, 33; Tirmizî, Tahâre, 2)
* * *
Yâ Rasûlâllah!
Ey bütün ashâbına, kapısı yüce Kâbe olan; ey bütün dostlarına ve kendisini sevenlere tapusu (huzûru, bulunduğu yer) Mescid-i Aksâ olan,
Ümmetlerin sultanı, cömertlik ve bağış denizi, âlemin övüncü; Acem padişahı, Semerkand ve Buhara padişahı,
Yüksek yaratılışlı, temiz bakışlı, arınmış kişi; cömertlik denizi, dünyaya bağışta bulunan maden ocağı,
O gün, ümmetlerin huzûruna susamış olarak varacak; Sen’in şerefli Zâtın, rahmet suyuna saka olsun. (Taşlıcalı Yahya)
[1] Halime Demireşik, Muhabbeti Hz. Muhammed (sav)’e Adamak, sh: 141-142.
[2] Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, VI, 136.
[3] Prof. M. Yaşar Kandemir, Şifâ-i Şerif Şerhi, c: II, s: 139.
YORUMLAR