Su Kasidesi -22

Yâ Habîballâh, yâ Hayra’l-beşer müştâkunam

Eyle kim leb-teşneler yanıp diler hem-vâre su

 

(Ey Allâh’ın sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı! Susuzluktan dudağı kuruyanların sürekli su diledikleri gibi ben de Seni özlüyorum.)

 

Sanatlar: Aralarında mânâ irtibatı olan “müştâk-habîb; leb-teşne-su-yan” kelimelerinin bir arada kullanılmasında “tenâsüb”, Allah Rasûlü’ne olan düşkünlük ve hasretin, “susuzluktan yanıp tutuşan insanların su dilemelerine” benzetilmesinde “teşbîh”, Peygamber Efendimiz’e hitâb ediş ve seslenişte “nidâ”, “Yan(mak)” ve “su” kelimelerinin bir arada kullanılmasında “tezat” sanatı yapılmıştır.

 

Gönül Gözüyle Mânâsı: Hazret-i Mevlânâ, bir beytinde:

“Susuzun suyu aradığı gibi, su da susuzu arar.” buyurur.

Ve yine aynı sebeple Hazret-i Pîr:

“Ne kadar seviyorsanız, o kadar seviliyorsunuz; ne kadar özlüyorsanız o kadar özleniyorsunuzdur.” der.

Aşk, bir gönül bağıdır; muhatabı hâl-i hazırda mevcut olsa da, olmasa da in’ikâs ile mecrâsını bulur. Muhabbet karşılıklıdır. Nitekim Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Kim Allâh’a kavuşmak isterse, Allah da o kimseye kavuşmak ister. Kim de Allâh’a kavuşmak istemez ise, Allah da o kimseye kavuşmaktan hoşlanmaz.” buyurmuştur. (İbn-i Mâce, Zühd, 32)

Atâullah İskenderî şöyle der:

“Allâh’ın katında yerini bilmek isteyen, Allâh’ın onu ne ile meşgul ettiğine baksın.”

* * *

Bütün mecâzî sevgiler, Allah’tandır ve Allâh’ın emrettiği istikâmete yönlendiği nisbette kıymetlidir ve insanı yüceltir. Bu yüzden Allâh’a, Allâh’ın Habîbi’ne ve sâlih insanlara duyulan sevgi, insanın şerefini artırırken, Allâh’ın düşmanlarına ve yasakladıklarına karşı olan sevgi de insanı pespâye ve rezil kılar. Zira seven, sevdiğinin hâliyle hâllenir, birleşik kaplar gibi bir müddet sonra seven ile sevilen arasında bir aynîleşme vukû bulur. İyi ve güzeli seven güzelleşir, kötüyü seven çirkefleşir.

* * *

Aşk yoluna revan olan kimse, aşk ile söyler, aşk ile görür, aşkta fânî olur ve nihayet aşk ile ölür. Aslında “Hakikî aşka erenler, ölür mü?” o da ayrı bir meseledir.

Âşığın ölümünün, Hazret-i Mevlânâ’nın diliyle “şeb-i arûs: düğün gecesi” olmasında yatan hikmet de budur. Âşık kaybolmaz, kavuşur.

Âşığın tek derdi, mâşuğudur. Sevdiğiyle hemhâl olmak; onu görmek, onu dinlemek, hiç olmazsa ondan bir haber almak, ona yaklaşmak, onunla aynı havayı teneffüs etmek, onun yolunda olmak ve sonunda “onun gibi” olup kendinden geçmek; âşığın en büyük gayesidir.

Biz Peygamber Efendimiz’in muhabbetiyle yanıp kavrulanlarda hep bu sevgi alâmetlerini görmekteyiz. Üveys el-Karanî gibi, sevdiğini görmek uğruna aylarca yollara düşenler, O’nun yüzüne bakmaya doyamayan ashâbı, uğrunda; “Anam-babam Sana fedâ olsun!” diyerek bağlandıkları ve sevdikleri her şeyi fedakârca O’nun yoluna serenler… O’nun için yurdunu, yuvasını, eşini, çocuğunu, malını-mülkünü ve her şeylerini arkada bırakmaya gönüllü olanlar… Hazret-i Ömer misâli, “Seni, canımdan daha çok seviyorum!” diyen muhabbet fedâîleri…

O’ndan bu dünyadaki ayrılığa bile dayanamayanlar… Bülbül gibi öten Bilâl-i Habeşî’nin Allah Rasûlü’nün dâr-ı bekâya irtihâlinden sonra, lâl kesilmesi… Peygamber Efendimizin torununun ısrarlarına dayanamayarak son bir kez ezan okuyuşu ve hıçkırıklara boğularak o ezânı tamamlayamaması… Medîne’de her evin, her sokağın O’nu hatırlatması sebebiyle, gurbet diyarlarına göç edişi…

Muhabbet, yakar kavurur âşığı… Onu kendi varlığından, renginden, şeklinden alır; sevdiğinin boyasıyla boyar. Bu sebeple Rabbimiz, “en çok sevilmesi gereken tek varlık olarak” kendisini tanıtır bize ve kendi boyasıyla (sıbğatullah) boyanmamızı emreder.

Dünya, muhabbet üzerine kurulmuştur. Rabbimiz, dünyayı, Habîb’ine muhabbet sâikıyla yaratmıştır. Cümle mahlûk; O’na âşinâ ve meftun olarak, âdeta O Nûr-i Nübüvvet etrafında tavaf eder. Yeryüzü mülkünün sultanı O, âhiret âleminin seyyidi O…

O ki:

“Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir.” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 23) buyuran…

O ki, Rabbimiz tarafından:

“…Size çok düşkün (raûf), şefkatli ve merhametli bir peygamberdir…” (et-Tevbe, 128) şeklinde târif ve temcîd edilen…

* * *

O ki, en büyük mûcizesi Kur’ân-ı Kerîm olan; Levlâk (Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım!) sırrının sahibi; Makâm-ı Mahmûd (Şefaat makamı)’nın yegâne önderi ve yaratılan ilk nûrun (Nûr-i Muhammedî’nin) bizâtihî kendisi olan “Hayru’l-beşer”… İki Cihânın Efendisi ve övüncüdür. Mîraç’ta ve irtihâlinde gökyüzü halkının dört gözle beklediği… Peygamberlerin kendisine ümmet olma şerefine tâlip olduğu... İlâhî neşvenin nakşolunduğu gönüllere muhabbetinin dercedildiği; muhabbetinin nakşolunduğu gönüllerde İlâhî neşvenin neşv ü nemâ bulduğu... Kendisine itaatin, Allâh’a itaatle eş tutulduğu… Allâh’a muhabbetin kendisine itaat etmeye bağlandığı… Âlemlerin Efendisi… Fahr-i Kâinât Efendimiz… Sallâllâhu aleyhi ve sellem…

* * *

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Âhirette yeniden diriltilmek üzere kabri ilk açılacak olan benim; bunu övünmek için söylemiyorum. Kıyâmet günü insanların efendisi ben olacağım; bunu övünmek için söylemiyorum. Kıyamet günü Livaü’l-hamd benim elimde olacak; bunu övünmek için söylemiyorum. Cennetin kapısı ilk defa benim için açılacak; bunu övünmek için söylemiyorum.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, III, 144)

* * *

Yâ Rasûlâllah, yâ Hayra’l-beşer….

Ey Ahmed, Muhammed, Mahmud, Mustafâ!.. Senin isminle bütün dünya izzet ve şeref buldu.        

Âdem -aleyhisselâm-; su ve toprak içinde çile çekerken, Senin zâtın sığınılacak yer oldu.

Hem peygamberlerin sonuncususun, hem hidâyet yolusun; hem insanların en şereflisi ve hem de enbiyânın övüncüsün.

Kâinâtın en ücra köşesi bile Senin ahlâkının esintisi ile kokulanmış; insanlık, lütfunun nîmetiyle rızıklanmıştır. (Hüdâyî Salâ)

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle