Su Kasidesi -2-

Zevk-ı tîğundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk Kim mürûr ilen bırağur rahneler dîvâre su (Senin kılıca benzeyen keskin bakışlarının zevkinden, gönlüm parça parça olsa, buna şaşılmaz!.. Nitekim akarsu da gelip geçerken duvarda yarıklar açar.)

Kılıcın îmal edilirken su ile çelikleştirilmesi, kılıç suyu, kılıcın parlak ve keskin hâle getirilmesi gibi sebeplerle “kılıç” deyince akla “su” gelir. Akarsuyun akıp dururken duvarda yarık bırakması gibi, senin kılıca benzeyen keskin bakışlarının verdiği acıdan gönlümün paramparça olmasında şaşılacak bir şey yoktur.

Sanatlar: Âşığın parça parça olmuş, gönlünün yarılmış duvara benzetilmesi “teşbih”, “çak” kelimesinin birinci mısrada iki kez tekrarlanması “tekrîr”, “Tiğ”-“çak”; “su”-“mürur”-“rahne”; “zevk”-“gönül” kelimeleri arasında mânâ irtibatları bulundurularak bir araya getirilmesiyle “tenâsüb” sanatı yapılmıştır.

Gönül Gözü ile Mânâsı: Yâ Rasûlâllah!.. Sen’in kâinata bir kez şefkatli bakışından, gamzelerinden, kirpiklerinden süzülüp gelen o hançer, o temren, o ok, benim bağrıma geliyor; topraktan yaratılan bedenime, gözümden akan yaşlar bağrımda yarıklar açıyor ki, sevgilinin bakışları yaralayıcılık bakımından kılıca benzer ve gönlü paramparça eder de bu ancak zevk verir, O’na âşık gönüllere…

                                                                                                                           

Vehm ilen söyler dil-i mecrûḥ peykânun sözin

İhtiyât ilen içer her kimde olsa yâre su

(Yarası olanın suyu ihtiyatla, çekine çekine içmesi gibi, benim yaralı gönlüm de senin ok temrenine (ok ucuna) benzeyen kirpiklerinin sözünü korka korka söyler.)

Sevgilinin kirpiklerine karşılık kullanılan “peykan” kelimesi, okun ucundaki demir mânâsına gelir. Sevgilinin oka benzeyen kirpikleri, bu güzel kirpiklere sahip sevgilinin sevene bakması, âşığı yaralar. Yaralanmış olan kişi de yarası olduğu için suyu artık sakınarak, ihtiyatla, içer.

Sanatlar: Peykan ile sevgilinin kirpiklerinin kastedilmesinde “açık istiâre”, yaralı gönlün hasta bir insana benzetilmesi “teşbih”, “Mecrûh”-“yâre”; “vehm”-“ihtiyat”; “söz”-“söylemek”; “su”-“içmek” kelimeleri arasında mânâ irtibatı bulunarak bir araya getirilmesinde “tenâsüb” sanatı kullanılmıştır.

Gönül Gözü ile Mânâsı: Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mânevî şahsiyetinin tarîkat meclislerinde her an hazır bulunduğuna ve nazarı ile zikir halkasında bulunanlara ilâhî feyiz dağıttığına inanılır. Bu sebeple, zikir meclisinden sonra ilâhî feyzin dağılmaması için uzun süre su içilmemesi veya suyun ihtiyatla içilmesi tavsiye edilmiştir.

 

Suya virsün bağ-bân gül-zârı zahmet çekmesün

Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâre su

(Bahçıvan nâfile yorulmasın, gül bahçesini sele versin; çünkü gül bahçesini bin kere sulasa, Senin yüzün gibi bir gül açmaz.)

 

Bahçıvan gül bahçesini bin kere sulasa, hatta sulamaktan sele verse de Sen’in yüzün gibi bir gül yetiştirmesi imkân dâhilinde değil; söyleyin ona boşuna yorulmasın.

Sanatlar: Yüz; rengi ve şekli dolayısıyla güle benzetilerek “teşbih”; suya vermek, bağbân, gülzâr, gül, su kelimeleriyle “tenâsüb”; “Tek” kelimesinin hem “bir”, hem de “gibi” mânâsıyla kullanılmasında “tevriye” sanatı vardır. “Bir” ve “min” (bin) kelimeleri arasında ise “tezad” sanatı bulunmaktadır.

Gönül Gözü ile Mânâsı: Cenâb-ı Hak, bütün kâinâtı (gül bahçesini) yaratmış ve bu bahçenin en nadide gülü olarak da Âlemlerin Efendisi Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i var etmiştir. Artık hiçbir gül bahçesinde O Gül gibi her yönüyle kâmil bir insan, Gül Kokulu bir Sevgili var olacak değildir. O gelmiş-geçmiş bütün insanların, cinlerin, hattâ cümle mahlûkâtın en şereflisidir. Bırakın onun gibi bir gül yetişmesini, ona benzer bir gül bile mümkün değildir.

Tirmizî’nin Hazret-i Enes -radıyallâhu anh-’ten rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: 

“Allâh’ın gönderdiği bütün peygamberler güzel yüzlü ve güzel sesli idi. Fakat sizin Peygamberiniz hepsinden daha güzel yüzlü, daha güzel seslidir.”

Şüphesiz bu bir övünme değil, hakîkati ifadedir. Böyle bir hakîkati Peygamber Efendimiz dile getirmemiş olsa, kim söyleyecekti ki? Gerçi âyet-i kerîmelerde Rabbimiz, O’nun fazilet ve meziyetlerine de sayısız şehâdette bulunmuştur.

Bir misâl olmak üzere “Muhakkak ki Sen yüce bir ahlâk üzeresin” (el-Kalem, 4) âyet-i kerîmesi, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sadece sûreten değil, sîreten de kemal noktasında bir mefhar-i mevcûdât olduğuna işaret etmektedir. Hâlbuki ahlâk güzelliği, bedenî güzellikten daha zor elde edilen ve daha ehemmiyetli bir yöndür.

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- Vâlidemiz de Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in eşsiz güzelliğini şöyle anlatır:

“Yusuf’u görenler bıçakla ellerini kestiler. Eğer onlar benim Efendim’i -sallâllâhu aleyhi ve sellem- görselerdi, değil ellerini kesmek, bıçağı kalplerine saplarlardı da haberleri olmazdı.”

Ezcümle; güzelini, daha güzelini, en güzelini yetiştirmek için kimse uğraşmasın. Allah Teâlâ, varlık âleminin gelmiş ve gelecekte, ezel ve ebedde güzellik adına ne özellik var ise, -Hazret-i Rûh-i Pâkine salavât- Efendimiz’de dercetmiş, tüm hüsn-i melâhati O’nun vasfında müzeyyen kılmıştır. O’ndan önce bu mükemmellikte kimse gelmediği gibi, Hatem-i Enbiya olması dolayısıyla da kendisinden sonra cemâlî ve kemâlî vasıflarda üstün birinin yetişmesi imkân dâhilinde değildir.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle