Hayret ilen parmağın dişler kim itse istimâʻ
Parmağından virdüği şiddet güni Ensâr’a su
(Mihnet ve sıkıntı günü, Ensâr’a parmağından su verdiğini kim işitse hayret ile parmağını ısırır.)
Sanatlar: “Hayret-parmağını dişlemek” kelimeleri arasında “tenâsüb”, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in parmaklarından su akıtma mûcizesine hatırlatma yapılmasında “telmih”,“parmağını ısırmak” deyiminin hem gerçek mânâda, hem de çok şaşırmak anlamıyla mecâzî olarak kullanımında ise “kinâye” sanatı yapılmıştır.
Gönül Gözüyle Mânâsı: Şiddet günü, Âlemlerin Seyyidi -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in Tebük Seferi’ni hatırlatmak üzere tercih edilmiş bir tâbirdir. Gerçekten bu sefer, hem yapıldığı mevsimin yaz olması, mesafenin uzun olması, düşmanın çok olması gibi maddî sebeplerle, hem de insanın nefsine çok ağır gelen mânevî sebeplerle “çetin” ve “zor” bir savaştı. Bu sebeple “Sâatü’l-Usra: Zorluk zamanı” ve “Gazvetü’l-Usra: Zorluk savaşı” tâbirleri ile ifade edilir. Sıcak, açlık, yorgunluk, korku ve endişe, münâfıkların dedikoduları gibi pek çok mânia aşılarak yapılmış bu seferde düşmanla ciddî bir karşılaşma ve mücadele olmamıştı. Buna rağmen Allah Rasûlü ve ashâbı, bu savaşı “zorluk zamanı” olarak târif etmiştir.
Bu zor şartlarda, çölün kavuran sıcaklığı eldeki suları tüketmişti. Peygamber Efendimizin izni olmadan, daha önceki kavimlerin helâk olduğu bölgelerden su alındığını ve bununla hamur yapıldığını öğrenen Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buradan alınan bütün suların dökülmesini emretmiş, yapılan hamurların da hiçbir insan tarafından yenilmesine müsaade etmemiştir. Böylece çölün ortasında erzaksız ve susuz kala kalmışlardı.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- herkesin heybesindeki erzakı bir örtüye toplatmış ve duâ etmiş, o duâ bereketiyle örtünün üzerindeki erzak bütün orduya yetmişti. Yine Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in parmaklarının arasından fışkıran bir suyla abdest almışlar, hayvanlarını sulamışlar ve kendi ihtiyaçlarını gidermişlerdir. İşte Fuzûlî, bu hâdiseyi hatırlatarak Peygamber Efendimiz’i Medîne’de misafir eden Ensar başta olmak üzere, bu sefere katılan bütün ashâbın görmüş oldukları bu fevkalâde hâl sebebiyle hayretler içinde kaldıklarını ifade etmektedir. Hâdisenin şâhitlerinden Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor:
“Tebük Gazvesi’nde bir çeşmeye rast geldik, iplik gibi akıyordu. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“-O suyu bir miktar toplayınız.” diye emir buyurdular.
Toplanan su, mübarek avuçlarına döküldü. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onunla elini-yüzünü yıkadı. Sonra o suyu çeşmeye koyduk. Birden çeşmenin deliği açıldı ve suyu öyle bir artıp bollaştı ki, bütün orduya kâfi geldi.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Muâz -radıyallâhu anh-’a dönerek:
“-Bu suyun, buraları bağa çevirdiğini ömrün kifâyet ederse göreceksin.” buyurdular. (İmam-ı Mâlik, Muvattâ, Sefer, 2)
Hakikaten daha sonraki yıllarda, Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh- oraların yemyeşil bahçelerle dolu olduğunu söylemiştir.
* * *
Peygamber Efendimizin elinden suyun artıp bereketlenmesi mûcizesi, başka bir yolculuk esnasında da gerçekleşmiştir. Câbir bin Abdullah -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor:
Hudeybiye günü susuz kalan halk, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in önündeki su ibriğinden su aldığı sırada yanına geldiler. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onlara:
“-Hayırdır, size ne oldu?!” diye sordu.
“-Mahvolduk, ey Allâh’ın Rasûlü!” dediler.
Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“-Ben sizin aranızda iken, siz mahvolmayacaksınız!” buyurdu.
“-Yâ Rasûlâllah! Yanımızda senin ibriğindekinden başka ne içeceğimiz, ne de abdest alacağımız bir su kaldı!” dediler.
Bunun üzerine, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- elini, ibriğin üstüne koydu ve:
“-Bismillah, alınız!” buyurdu.
Kaynaktan akan su gibi parmaklarının arasından su akmaya başladı. Ashâb-ı kiram, o sudan hem içti, hem de abdest aldılar.
Câbir bin Abdullah -radıyallâhu anh-’a:
“-O zaman kaç kişiydiniz?” diye sorulduğunda;
“-Bin beş yüz kişiydik!” demiştir. (Buhârî, Menâkıb, 25)
* * *
“Hayret ve şaşkınlık duygusu içindeyken, insanın parmağını ısırdığında parmağının kanaması durumuyla da irtibatlandırılmış olan bu mûcizenin ifade edilişi, Ehl-i Beyt’in şehadetini de telmih eder. Beyitte, zımnen verilen (örtülü olarak) su-kan münasebeti ile, susuz bırakılan ve katledilen ehl-i beyt de anılır.” (Samiha Ayverdi)
İnsanın şaşırdığı ve bazen de korktuğu zamanlarda, farkında olmaksızın elini ağzına götürmesi, parmağını ısırması, çokça görülen bir hâldir. İnsan böylesi durumlarda, âdeta gözlerine inanamaz. İşte Peygamber Efendimizin bu ve benzeri mûcizelerine şâhit olan ashâb-ı kirâmın, Allah Rasûlü’ne hem îman ve teslîmiyeti, hem de muhabbet ve bağlılığı artmaktaydı.
Fakat bütün bu zâhirî ve bâtınî mûcize ve delilleri gören kimseler arasında, bazen münâfık ve kâfirler de vardı. Onların kalplerindeki günah ve isyan kiri ile basiretlerinin bağlanması, benzer mûcizeler karşısında bile onları îman ve hidâyete sevk etmemiş, aksine onların inkâr, isyan ve buğzlarını artırmıştır.
Îman ve hidâyet; muhabbet, teslîmiyet ve netice itibariyle de nasip işidir. Aynı hâdise, bazı kimselerin îmanını, bazılarının da küfür ve isyanını artırır. Tıpkı Kur’ân-ı Kerîm ve Peygamber Efendimiz’in nübüvveti gibi…
Rabbimiz, bize îmanı sevdirsin, küfrü ve isyanı kerih göstersin. Bizi, ulaştıktan sonra hidayet nimetinden mahrum bırakmasın. Âmin.
YORUMLAR