Seyyid-i nev’-i beşer deryâ-yı dürr-i ıstıfâ
Kim sepübdür mûcizâtı âteş-i eşrâre su
(İnsanların Efendisi, seçme inci denizi olan Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mûcizeleri, kötülerin ateşine su serpmiştir.)
Sanatlar: Peygamber Efendimiz’in doğumunda mecûsîlerin ateşinin sönmesi mûcizesine bir hatırlatma olduğu için “telmih”, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, seçkin incilerin çıktığı denize benzetilmesinde “teşbih”, “Derya, dürr, serpmek, su” kelimelerinin bir arada kullanılmasında “tenâsüb”,“Ateş-su” kelimeleriyle ise “tezad” sanatları yapılmıştır.
Gönül Gözüyle Mânâsı: Bu beyit, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in medhedildiği kasidenin “medhiye” bölümüdür.
“Dürr”, Farsça bir kelimedir ve “inci” demektir. Dîvan Edebiyatı’nda sevgilinin dişi, “inci” mânâsında “dâne-i şeb-nem, dürr, dürr-i Aden, dürr-i şahvâr, dürr-i yekdâne” gibi isimlerle adlandırılır ve inciye benzetilir.
Sadef ve inci; istiridyenin içinde tuz, kireç ve fosfordan oluşan tabiî oluşumlardır ve istiridye kabuğundan çıkar.
“İnci, sadef denilen deniz hayvanının karnında oluşur. Nisan mevsiminde sahile çıkan sadef, midye gibi yapısıyla kapakçığını açarmış. O sırada karnına düşen Nisan yağmurunun damlasını yutup denize dönermiş. Denizdeki tuzlu su ortamında bu saf yağmur tanesi, hayvana bir ızdırap verince sadef, bunun acısından kurtulmak için bir sıvı salgılarmış. Bir müddet sonra bu sıvının hükmü geçince sadef, tekrar sıvı salgılarmış. Bu sıvılar katılaşarak birbiri üzerine yapışır ve böylece inciyi oluştururmuş.”[1]
İki Cihan Peygamberi Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de edebiyatımızda “Dürdâne, Dürre-i Beyzâ, Dürr-i Yetîm, Dürr-i yektâ, Dürr-i yekdâne, Dürr-i ıstıfa, Dürr-ü meknun” gibi sıfatlarla anılır.
Biraz önce de ifade edildiği gibi, incinin, Nisan yağmurunun istiridyenin içine damlamasıyla oluştuğuna inanılır. Nisan ki, Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimizin doğduğu aydır. Letâfeti ve hüsn-i melâhati olarak dişleri de inciye benzetilmiştir. Tıpkı istiridyenin içine Nisan ayında düşen yağmurun inciye dönüşüp paha biçilmez bir değer kazanması gibi, yine bu ayda Allâh’ın rahmeti mûcibince âlemlere rahmet olarak gönderilen Fahr-i Kâinat Efendimiz’in sözleri, yani hadîs-i şerîfleri de, bir inci sadedinde çok değerli ve kıymetlidir.
Peygamberliğin bir nişanesi olan mûcizelerden biri, Peygamber Efendimiz’in bizâtihî varlığının cihanda vücut bulması ile gerçekleşmiştir. O’nun dünyayı teşrifi esnasında Mecûsîlere ait bin yıldır yanmakta olan şer ateşinin sönmesi, bu büyük mûcize ve işaretlerden biridir. O’nun (sav) gelişi, putperestliğin, ateşe tapıcılığın da sonu demekti ki, şüphesiz öyle de oldu.
Mukaddes kabul edilen meşhur Sâve Gölü’nün de aynı anda kuruması başka bir işaret olarak kabul edilmiştir. Zira Allah takdis etmediği müddetçe, hiçbir yer ve zamanın kutsal olmayacağına dair mühim bir işaretti ve O’nun (sav) cihânı teşrîfiyle bu hadsizlik de son buldu.
Peygamber Efendimiz’den önce cinler ve şeytanlar, semâda meleklerin gaybe dair konuşmalarını dinleyerek, yalan-yanlış işittiklerini kâhinlere iletirlerdi. Rasûlullah Efendimiz’in velâdetiyle gökyüzünden yıldızlar salkım salkım döküldü de artık şeytanlar ve cinler, müneccim ve kâhinlere, hadiselerden eskisi kadar haber veremez oldular. Söz taşımalarına mâni olmak için üzerlerine delip geçen alevler atılmaya başlandı da o eski kehanetleri nihayete erdi.
Nitekim âyet-i kerîmede cinlerin: “Biz göğü yokladık, fakat onu güçlü bekçiler ve alevlerle dolu bulduk. Önceleri haber dinlemek için orada oturacak yerler bulup otururduk. Şimdi ise kim bir şey dinlemeye kalksa, kendisini gözetleyen bir alev bulur.” (el-Cin, 8-9) dedikleri ifade edilmiştir.
Kâbe-i Muazzama’nın içindeki putların o gece yüzüstü yere devrilmesi de bir başka şerrin ortadan kalkmasıdır.
İran hükümdarının sarayının ondört sütunu parçalanarak yere düşmüş ve mecûsî İran Devleti, on dört hükümdardan sonra Müslümanların eline geçmiştir.
İkinci beyitte kullanılan birbirine zıt iki kavramdan su, ateşi söndüren Rahmet Peygamberini; ateş ise, zulmeti yani küfrü, karanlığı anlatmaktadır. O Allâh’ın Habibi -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, nârı nûra; zulmeti rahmete çeviren, benzeri olmayan eşsiz bir inci tanesidir, bir dürr-i yektâdır.
Sen ol bahr-i hakâyıktan
Çıkan bir dürr-i yektâsın.
Sarraflar kıymetin takdir
Edemez yâ Rasûlâllah!
Hasan Fehmi Efendi
[1] PALA, İskender. 1989. Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü. Akçağ Yay., Ankara, s 141-142.
YORUMLAR