Tînet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme
İktidâ kılmış tarîk-i Ahmed-i Muhtâr’e su
(Su, seçilmiş Hazret-i Ahmed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yoluna uymuş ve bu hâli ile dünya halkına temiz yaratılışını açıkça göstermiştir.)
Sanatlar: Suyun, Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e tâbî olan bir insan gibi kabul edilmesinde “teşhis”; “Pâk-rûşen kıl”, “pâk-su” kelimeleri arasında “tenâsüb” sanatı yapılmıştır.
Bu beyit, Su Kasîdesi’nin “Girizgâh” beyitidir.
Gönül Gözüyle Mânâsı: Su, hayattır. Suyun olduğu yerde hayat emâreleri de vardır. Yeryüzünün madde planında canlılık arz etmesi, nasıl “su” ile mümkün ise; mânâ plânında insan ruhunun canlı, diri ve hayy oluşu da yaratılan ilk nûr olan “rûh-ı Muhammedî” ile mümkündür. O ki ilk yaratılandır. Nitekim Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Âdem, rûh ile cesed arasında iken ben peygamber idim.” (Aclûnî, II/129)
Su, özde “tâhir: temiz” ve ve “mutahhar: temizleyici”dir. Kendisi “temiz yapısıyla” canlı varlıkların içine nüfuz edip hayat verdiği gibi, temizleyici vasfıyla da onların üzerindeki kir, pislik ve kokuları temizler; her türlü necasetten arındırır. Peygamber Efendimiz de insanların iç dünyasına misafir olduğunda, onların gönüllerini îmar eder, temizler; ahlâklarını tezyin eder, arıtır.
Diğer taraftan “temiz olanlar, temiz olanlara layıktır; pis ve necis olanlar da birbirine müstehaktır. Nitekim âyet-i kerîmede:
“Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler ise kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşır…” (en-Nûr, 26) buyrulmuştur.
Dünyada fıtraten temiz ve temizleyici olan, hayatın merkezi konumundaki “su” neyse, mâneviyat âleminde de Peygamber Efendimiz aynı vasıflara sahiptir. Fıtraten onun gibi temiz olanlar, Peygamber Efendimize sevdalandığı, O’nun yoluna baş koyduğu, O’nun hasretiyle yanıp kavrulduğu gibi, su da Peygamber Efendimize büyük bir hasret, muhabbet ve iştiyak içindedir. Varlığını, O’nun uğrunda fedâ etmiş, O’na varmak için uzun yolları göze almış, çöllerde kuruyup yok olma pahasına, taşlara başı vura vura, O’na yönelmiştir.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Ruhlar, düzenli ordular gibidir, (ruhlar âleminde) birbirleriyle tanışanlar, Dünya’da kaynaşır, birbirlerini yadırgayanlar da ihtilafa düşerler.” buyurmuştur.
Mûziplik yaparak çevresindeki topluluğu güldüren Mekkeli bir hanımın, hicretten sonra bir tevâfuk eseri, Medine’de yine kendisi gibi nüktedanlığı ile meşhur bir hanıma misafir olması, bu câzibenin güzel bir nümûnesi olarak değerlendirilebilir.
Herkesin fıtratı neye meyyâl ise, ona meftûn olur; insiyakî olarak peşine düşer, bilerek ya da bilmeyerek… Nitekim âyet-i kerîmede bu ayniyet ve beraberlik, âhirete de yansıyacak şekliyle şöyle anlatılır:
“O gün herkesi, her topluluğu uydukları kişilerle beraber çağıracağız. Gerçekten de kitabı, sağ eline verilenler, en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak amel defterlerini okuyacaklardır.” (el-İsrâ 71)
Yâ Rabbi, herkesin sevdiğiyle cem edildiği o gün, bizi de Habibi’ni sevenler arasına dâhil eyle. Bizim gücümüz, tâkâtimiz nisbetinde değil, Senin yüce ikramın, ihsanın nisbetinde bizi O’na yakın eyle. Âmin.
Meliha AYDINLI
YORUMLAR