Sözün tarihi, insanlık tarihinden önceye dayanır. Zira söz, onu yaratan Rabbimizin her bir yarattığına hitabıyla mücessem hâle gelen bir mefhumdur. O, “Ol!” demiş, varlık vücut bulmuştur. “Önce söz vardı!” ifadesi de sözün varlıkla irtibatını ifade etmektedir.
Varlık âleminden önce, keyfiyetini bilemeyeceğimiz bir boyutta, varlığının başlangıcı olmayan Rabbimizle birlikte, söz de vardı. Zira Rabbimizin sıfatlarından biri de “Kelâm”dır ve o da diğer sıfatları gibi ezelîdir.
“Söz” veya “kelâm nedir?” diye bir soru soracak olursak, bu sorumuzu; beşerî planda insanların birbirleri ile irtibat kurmalarını sağlayan veya kendi meramlarını anlatmalarına yardımcı olan, hattâ insanın varlığının mânâ kazanması için en önemli unsur olan sesin, kavramlar ve kelimeler aracılığı ile ortaya çıkması şeklinde cevaplayabiliriz. Harf ve kavramların insan sesi ile belli şekillere bürünerek mânâ kazanması, “konuşma”ya dönüşmüş ve insanlığın en temel ihtiyacı olan irtibatı sağlamıştır. Bugün sözün olmadığı bir dünya, insanlık âlemi açısından belli yönleri eksik kalan bir dünyadır.
Yüce Rabbimiz, özü “söz” olan Kitab’ında, biz kullarına sözle alâkalı şu tesbitlerde bulunmaktadır:
“Eğer doğru iseler onun (Kur’ân’ın) benzeri bir söz getirsinler!” (et-Tûr, 34)
Demek ki, Kur’ân benzeri insanlar tarafından getirilemeyecek kadar ulvî ve erişilmez bir sözdür. Burada İslâm düşmanlarına, açık bir meydan okuma vardır.
Peygamber Efendimize inen vahyin karşısında şaşkına dönen müşrikler, aklî ve zihnî bocalamalarını, Kur’ân’a sataşarak, onu tahkir ederek aşikâr etmişlerdi. Rabbimiz, hem onlara, hem de ondan sonra gelecek bütün inkârcılara, açıkça şunu söylemektedir: Eğer bu bir insan sözüyse, buyurun siz de bir benzerini söyleyiverin! Yok, eğer bunu yapamıyorsanız, ki aslâ yapamayacaksınız, o hâlde onun kaynağının ilâhî oluşunu ikrar ve itiraf edin.
Başka bir âyet-i kerîmede ise; “Doğrusu biz sana (taşınması) ağır bir söz vahy edeceğiz.” (el-Müzzemmil, 5) buyrularak Kur’ân’a muhatap olmanın ve onu temsil etmeye çalışmanın mesûliyet ve ağırlığı ifade edilmektedir.
İnsanın telaffuz ettiği her bir kelimenin daima ilâhî kayıt ve kontrol altında olduğunu ifade eden şu âyet-i kerîme de bizi sözün başka bir buuduna taşımaktadır:
“İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (Kâf, 18)
O hâlde insan için söz, başlı başına bir mesûliyet demektir. Bin defa düşünülüp bir defa söylenmesi gereken şeydir söz... Bir okun yaydan ayrılması gibi, bir daha geri dönmez. Kültürümüzde “dil yarası” olarak ifadesini bulan bu hakikat, sözün kılıç yarasından daha fazla gönüllerde tahribat meydana getirdiğini ortaya koymaktadır. Yûnus’un;
“Söz ola kese başı, söz ola kestire başı…” mısraları da sözün gücünü ve sorumluluğunu dile getirmektedir.
Bugün sözün, sesli, kitâbî veya görüntülü şekilde çoğaltıldığı, gücünün ve tesirinin katlandığı bir dönemdeyiz. “Alıp verdiğimiz her nefesten sorumlu olduğumuz” ifadesi, aynı zamanda bize her bir nefesimize hangi sözleri eklediğimizi hatırlatmak için değil midir?
Hesap gününde Rabbimizin, “Oku kitabını! Bugün sana şâhit olarak nefsin yeter!” (el-İsrâ, 14) âyet-i kerimesinde, yine amellerimizle ve bilhassa sözlerimizle doldurduğumuz kitabımız, yani amel defterimiz kastedilmiştir.
İnsan dünyaya geldiği andan itibaren sözle kader birliği yapmaktadır. Kendisi nerede ise, sözü de orada olmakta, âdeta her adımda kendisini takip etmektedir. Bu, hem konuşma ile sözü taşıma, hem de “ilâhî söz”e muhatap olma açısından böyledir. Öyleyse söz, basit ve değersiz bir konuşma biçimi olamaz. Sözün bir ağırlığı ve mesuliyeti olduğu gibi, söz söylemenin de bir disiplini ve kaidesi olması gerekmektedir.
Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de söz ve çeşitlerine ehemmiyet vermiştir. Kur’ân’a inanan ve onu hayatının rehberi eden bir mü’min, “alelade, ulu orta, laf olsun” diye bir söz söyleyemez. Her aklına geleni, herkese ve her ortamda söylemez. Onun sözü seçilmiş, düşünülmüş, imbikten süzülmüş, âdeta ince ince dokunmuş bir sözdür. Müslüman sözü ile bir başkasını incitmeyen, sözünü sohbetini bilen insandır.
Başka bir ifadeyle müslüman, söz israfının da diğer israflar gibi haram olduğunu, fazlasının gereksiz olduğunu bilen insandır. Sözün fuzulisinden kaçan insan, sözün haramını konuşabilir mi? Bu sebeple, yanlış ve boş konuşmaya düşmemek için bolca sükût telkini vardır, bizim geleneğimizde… Tasavvufun en önemli prensiplerinden biri olan “az konuşmak” da yine başlı başına bir “söz disiplini” değil midir?
Mü’minin ağzını süslemesi gereken ilâhî vahyin bize tarif ettiği söz çeşitleri çok dikkat çekicidir. Rabbimiz, iyi ve kötü sözleri farklı âyetlerde îzah etmiş ve dikkatimizi konuştuklarımıza çekmiştir:
Kavl-i Ma’rûf: Güzel ve doğru söz demektir. Gönül incitmekten uzak söz mânâsına gelir. Âyet-i kerîmede şöyle geçer:
“Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen sadakadan daha iyidir...” (el-Bakara, 263)
Bu tabir, Kur’an’da, himâyeye muhtaç yetimler ile yakın akraba ve yoksullara karşı söylenmesi istenen güzel söz mânâsında da kullanılmıştır:
“(Mirastan payı olmayan) yakınlar, yetimler ve yoksullar, miras taksiminde hazır bulunursa bundan, onları da rızıklandırın/faydalandırın ve onlara güzel söz söyleyin.” (en-Nûr, 8)
“Allâh’ın geçiminize dayanak kıldığı malları aklı ermezlere (reşid olmayanlara) vermeyin; o mallarla onları besleyin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.” (en-Nûr, 5)
Kalbinde mânevî hastalık bulunan kimselere karşı herhangi bir töhmet, fitne ya da yanlış anlaşılmaya meydan bırakmamak için yerinde söylenmesi için de bu tâbir kullanılmaktadır:
“Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah’tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir edâ ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümîde kapılır. Güzel söz söyleyin.” (el-Ahzâb, 32)
Kavl-i Adl: Adâletli, dengeli, tutarlı ve yerli yerince söylenmiş söz demektir.
“Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız dahî olsa adaletli ve dengeli olun; Allâh’a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size, iyice düşünesiniz diye bunları emretti.” (el-En’am, 152)
Kavl-i Hasen: İnsanlara söylenmesi istenen güzel söz için kullanılmış bir kavramdır.
“Vaktiyle biz, İsrâiloğulları’ndan: «Yalnızca Allâh’a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz!» diye söz almış ve «İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin» diye de emretmiştik.” (el-Bakara, 83)
Kavl-i Kerîm: Kur’ân-ı Kerîm’de anne-babaya karşı söylenmesi istenen, saygılı ve iltifatkâr söz mânâsında olup şöyle geçmektedir:
“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine «Öf!» bile deme! Onları azarlama; ikisine de saygılı güzel söz söyle.” (el-İsrâ, 23)
(Devam edecek)
Şefika Meriç
YORUMLAR