Sonunu Düşünen, Mü’min Olur

“Dünya dünya olalı, her şeyin sonunun ayrılık olduğunu gör! Şu dünyada dünyaya gelip de gitmeyen kişiyi kim gördü? Bir gün ölüm gelir çatar, boğazını sıkar da şaşırır kalırsın.”

* * *

Birçok insan film izlemeye başlarken filmin bitmesini istemez. Zaman ilerledikçe sonunu merak eder. Ne olacak? Nasıl bitecek? Daha sorularına cevap bulamadan bakar ki, film çoktan bitmiştir. Peki ya, insan kendi sonunu hiç merak etmez mi? Bir gün hayat filmimiz bitecek! Âhiret yolculuğumuzda yanımızda amellerimizden başka bir şey olmayacak! Amellerimiz bizi cennete ulaştırabilecek mi? Yoksa yakıtı az olan araç gibi yarı yolda mı bırakacak?

İşte mü’min, sonunu düşünen ve bu düşünceyle ibadetlerinde ve amellerinde ihlâslı olan, Allâh’ın takvâ sahibi kuludur. Allâh’ın bu seçkin kulları, amellerini az görerek, Allah Teâlâ’nın celâl sıfatına saygı duyarak, O’ndan korkarak ibadetlerinde ve amellerinde titiz davrananlardır.

Mü’minlerin hem ilim ve amelle süslenmeleri, hem hatâ ve günahlardan uzak durmaları ve hem de sadece Rablerinin rızâsını gözeterek ona itâat ve kulluk etmeleri gerekir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerifte şöyle buyurmuştur:

“Benim sizin hakkınızda en çok korktuğum şey, küçük şirktir.”

Ashâb-ı kirâm:

“-Yâ Rasûlallah, küçük şirk nedir?” diye sorunca, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Riyâdır.” buyurdu ve şöyle devam etti:

“Allah Teâlâ, kullarına amellerinin karşılığını vereceği gün şöyle buyurur: «Siz dünyâda ibâdetinizle kendilerine gösterişte bulunduğunu kimselere gidin ve bakın bakalım. Onların yanında bir ecir ve sevâb bulabilecek misiniz?»” (Müsned, V, 428, 429)

Riyâkârlara, işte böyle denilir. Çünkü onların dünyadaki amelleri, insanları kandırmaya yönelik olduğu için âhirette de azapları, öncelikle “kendilerini kandırma” şeklinde verilecektir.

Her zerrenin hesabının yapılacağı o büyük gün, hiçbir kul amellerinin boşa çıkmasını istemez. Nefsanî aldanış, insanı sağır ve kör eder. Gösteriş olsun diye namaz kılmak, insanlar cömert desinler diye sadaka vermek, çıkar elde etmek için yapılan iyilikler, başkalarına yaranmak için sağlanan adalet… ve benzerleri, nefse yem vermekten öteye gitmez ve insanın ebedî hüsrânını hazırlar. Kişi, yaptığı amellerini sadece ve yalnız Allah rızasını kazanmak için yapmalıdır. Aksi hâlde riyâkârca yapılan amellerden umulan faydaya nâil olunamayacağı gibi böyle amellerin cehenneme gidiş vesikası olacağı unutulmamalıdır.

İnsan, kendisini, çevresini kandırabilir, fakat Allâh’ı kandırmak mümkün değildir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

 “Allah Teâlâ, sizin bedenlerinize ve yüzlerinize değil, kalblerinize ve amellerinize bakar.” buyurmuştur. (Bkz: İbn-i Mâce, Zühd, 9; Müslim, Birr, 33)

Mu’teber olan şey, kalpte gizlenen niyet ve sırlardır, dış görünüş ve birtakım göstermelik hareketler değil... Akıllı kimse, nefsini alçaltıp teslim alarak ölümünden sonrasına uygun amel işleyendir. Câhil ise, nefsini unutup hevâsına uyandır. Bunu da ancak âlim ve kâmil insanlar lâyıkıyla düşünüp anlarlar. Şeyh Sa’dî Şirâzî şöyle demiştir:

“Başkaları, benim dış güzelliğimi teslîm ederler. Hâlbuki içimin kötülüğü yüzünden başım öne eğilmiştir. Tâvus kuşunun nakış ve süsünü, halk beğenir. Hâlbuki o, ayağının çirkinliğinden mahcûbdur.”

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle