Son Üç Ay

Bebeğin anne rahmindeki üçüncü 3 aylık döneminde (25-40 haftalar), dış dünyada yaşamasına yardım edecek davranışları; emme, yutkunma, yakalama gibi mükemmelleşir. Ağırlık, üç katına, boyu iki katına çıkar. İlk üç ayda hücre farklılaşması, ikinci üç ayda sayı artışı ön plânda iken bu dönemde hücrelerin büyümesi ve yağlanması artar. Bebek, vücut sıcaklığını korumak için yağ, kemik gelişimi için kalsiyum, dokuların yapı taşı olarak protein, hücre faaliyetleri için önemli olan demir gibi temel besinleri depolar. Beyin gelişiminde dikkat çekici ilerlemeler olur. Hücreler arasındaki bağlantılar sürekli gelişir.

  1. haftada 700 grama ulaşan bebeğin, akciğerleri dışında bütün hayatî organları gelişimini neredeyse tamamlamış, vücut daha orantılı bir hâl almıştır. Ağız ve dudak çevresindeki sinirler daha da hassaslaşmıştır. Bu, doğumdan sonra annenin göğsünü bulmasına yardım edecektir. Bebeğin gelişimi esnasında mükemmel sinir uçları bulunan ağzı, ellerinden daha hassas bir organdır.

Bebek, parmaklarını emerken cildi ve parmaklarının boyutu hakkında bilgi edinir. Başparmak emme pratikleri erken haftalarda başlar, ilerleyen haftalarda ise vücudun ağzına yaklaştırabildiği her parçasını emer. Emme, sadece beslenmeyi temin etmekle kalmaz, bebeğin dış dünyayı tanıyabilmesi için dokunma alışkanlığı kazanmasına yardımcı olur. Dişetlerinin derininde kalıcı dişlerin tomurcukları gelişmekte olup bunlar 6 yaş dişleri düşmeden aşağı inmeyeceklerdir.

  1. hafta bebeğin solunum hızı, dakikada 44’e kadar yükselir. Doğumdan sonra soluk alıp vermesine yardımcı olacak alıştırmalar yaparken, akciğerlerin olgunlaşması devam eder. Bebek büyümeye devam ettiğinden rahim içinde hareket edebildiği alan da gitgide daralır.

Ayaklarını kucaklayabilir. Ellerini yumruk yaparak savurabilir. El tırnakları, kaşları ve kirpikleri mevcuttur. Gözler, gözyaşı üretir. Annenin karnına başımızı yasladığımızda, bebeğin kalp atışlarını duyabiliriz.

  1. haftadan sonra kokulara, tatlara, ışığa ve sese daha hassaslaşmıştır. İçinde yüzdüğü sıvıya şekerli bir madde eklenirse yutması artar, acı bir madde eklenirse azalır. Değişen yüz ifadelerinden bu görüntülenebilir.
  2. hafta, nihayet 1 kilo olmuştur. Cilt altında biriken yağ tabakası, onun daha sevimli görünmesine sebep olmaktadır.
  3. haftada doğum ağırlığının tahminen üçte birine ulaşmıştır. Erken doğum olursa, akciğerler soluk alıp verme yeteneğine sahiptir. Ama yardımsız nefes alması yine de oldukça zordur. Derisi kırmızıdır ve koruyucu özel bir tabaka ile sarılıdır. Cilt altında yağ birikimi ve kasların gelişimi devam eder. Kulaklarındaki sinir ağı neredeyse tamamlanmıştır ve daha iyi duyabilir. Anne-babasının sesini duymaktan zevk alır. Bebekle zaman zaman konuşarak veya ninni söyleyerek iletişim kurulabilir. Annenin uzun süre yüksek sese mâruz kalması, uzun vâdede bebeğin işitmesinde kayba yol açabilirken, ilk başlardaki mâruz kalma durumunda ise nabzı yükseltip, anormal davranışlar sergilemesine sebep olacaktır.

Erkek bebeklerde husyelerin torbalara inişi neredeyse tamamlanmıştır. İlk geliştikleri yer ise, böbreklerin civarındadır. Yapılan ultrason çekimlerinde, bebeğin çoğu kez elini alnına koyduğu müşâhede edilir. Bu hâliyle o, “düşünceli” görünmektedir.

Bebeğin gözleri, anne rahminde haftalarca kapalı kalır. Bunun sebebi, iç tabakaların gelişimini tamamlayabilmesidir. Bu gelişim tamamlandığında gözünü açıp kapatabilir ve ışığa tepki verebilir. Beyaz ırkın bebekleri doğduğunda gözleri, koyu mavi renklidir. Çünkü göze renk veren maddenin olgunlaşmasının tamamlanması, ışığa mâruz kalmasına bağlıdır. Asıl renk, aylar içinde ortaya çıkar ve kalıcı hâle gelir.

  1. ayın sonunda, göz, gelişimini tamamladığından rahim içi karanlık da olsa bebek gözlerini açıp kapatır. Göz açıp kapatma pratikleri, göz kırpma refleksinin gelişmesine yardımcı olur. Dış dünyada, gözüne yaklaşan cisimlerden onu korumak, zararlı ışıklara karşı kalkan olmak ve gözlerin nemli kalmasını sağlamak, bu refleks sayesinde mümkündür. Yeni doğan bir bebeğin yüzüne kuvvetle üfleseniz, hemen gözlerini kapattığını görürsünüz. Anne karnında gelişen bu refleks, hayat boyu kaybolmaz ve en kıymetli organlardan biri olan gözlerimizi zararlı tesirlerden korur. Hâlbuki pek çok refleks, doğumdan kısa bir süre sonra kaybolmaktadır.

Göz kırpma; her gün farkında olmadan, yaklaşık otuz bin kez tekrarladığımız bir harekettir. Gayr-i irâdî olarak gerçekleşen bu hâdise, hayatî bir öneme sahiptir.

Göz, kalbin dış dünyaya açılan penceresidir. İç âlemimizi dışa taşıyan, dışarıdan gelen uyarıları da alıp içeri taşıyan mükemmel tasarımlı bu organlar; anne rahminde haftalarca kapalı kalmıştır. Son derece hassas yaratılışlı bu organlar, beynin bir uzantısı olarak gelişimine başlamakta ve sonra kendileri için hazırlanan yuvalara yerleşmektedir. Göz küresinin büyük kısmı yuvaların içinde iken, % 10’luk bölümü dış yüzeyi oluşturur. Bu kısım, uçuşan tozlar ve tehlikeli parçacıklarla dolu atmosferle direk temas hâlindedir. Her bakımdan mükemmel bir simetriye ve kusursuz özelliklere sahip bu zarif organların korunması için temeller anne rahminde atılır. Gözler yüzün en uygun yerine yerleştirilir; göz kapakları, kaşlar ve muhteşem kirpikler etrafı ustaca donatır ve mükemmel bir refleksle bu korunma perçinlenir.

Göz kapaklarının derisi, vücudumuzu saran derinin diğer kısımlarına göre çok incedir. Kenarlarından liflerle kuvvetlendirilmiş olan bu kapaklar, kolayca aşağı-yukarı doğru kayarlar. Gerektiğinde göz yuvasının üstünü tamamen örtebilirler. Kapaklardaki özel tasarım, onların hareketini kolaylaştırır. Buradaki deri, yağsız ve çok gevşektir. Eğer sıkı, kalın ve yağlı bir tabakadan yapılsaydı, kapakların açılıp kapanması çok zor olurdu. Uyanık olduğumuz zamanlarda saniyenin onda biri kadar bir vakitte ve dakikada yaklaşık 15 defa gözlerimizi kırparız. Bu refleks sayesinde kapaklar, gözün yüzeyine incecik bir sıvı tabakası yayarak gerçek mânâda bir yıkama faaliyeti gerçekleştirirler. Gözün dış tabakasını bu sayede belli bir nem oranında sabit tutarlar ve parlatırlar. Bazı sebeplerle göz kırpmanın süresi uzadığında gözlerimiz daha çabuk kurur ve yorulur.

Üç kat karanlıkta ve suyun içinde; haftalarını geçirdiği yere göre değil de, hiç görmediği hâlde yaşaması takdir edilen ortama göre şekillenen her uzvumuz, hakîm bir sanatkârın eseridir. Işık olmayan bir yerde gelişen ışık refleksi, görüntüyü odaklayabilme kabiliyeti, nemlendirme mekanizmaları, yabancı cisimlere karşı inşâ edilen kalkanlar ve daha sayamayacağımız nice kusursuz tasarımlarla var edilir; âciz insan yavrusunun dış dünyaya açılan pencereleri... Ve “Size gözler verdik ki, şükredesiniz!” (Bkz: en-Nahl, 78) diyen ilâhî îkaz çınlar kulaklarımızda, verilen her nimetin hesabını ödemek üzere yolculuğa çıktığımız şu âlemde... “Gözler değil, gönüller kör olur asıl!..” (el-Hâc, 46) der, başka bir âyet, ilâhî lûtufları yağdıranı görmeyene, “Onlar sağır, dilsiz ve körlerdir!” (el-Bakara, 18) der. Hattâ “Ölülerdir!” der; “arkalarını dönüp gidenler” için, nîmeti vereni görmek istemeyenler için... Üstelik bu kadar kusursuz tasarlanmış gözlerle; “bakmak istemeyenler” için…

Kor olup düşer âyetler, göğüslerinde gerçek kalp taşıyanların yüreğine… Titretir her îkaz, sarsar derinden akıl sahiplerini ve şöylece yalvartır:

“-Ey Rabbimiz! Meccânen verdiğin bütün nîmetler için, Sana şükretmek hususundaki acziyetimizi, yine Sana arz ederiz. Lâyıkıyla şükredemediğimiz her lûtfun için Sana sığınıp Senden af ve yardım dileriz. Ne olur, gönül gözlerimizi lûtfunla âmâ eyleme ki, dâimî olarak yüce kudretinden haberdâr olabilelim ve bir lahza bile Senden gâfil kalmayarak, bütün âzâlarımızla şükredebilme nîmetine kavuşabilelim. Âmîn.

PAYLAŞ:                

Betül Nefise İnal

Betül Nefise İnal

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle