İnsanın en büyük derdi, en büyük gayreti; “îman üzere yaşamak” ve “îman üzere son nefesini vermek” olmalıdır. Bunun dışındaki bütün dert ve tasalar, boş, mânâsız ve geçicidir.
Rabbimiz, insanları ve cinleri “kendisine kulluk etmesi” için yaratmıştır. İnsan, gözünü açtığı günden yumacağı güne kadar bu ilâhî murad ve gâye için çalışmalı, bütün ideali ve gayreti bu yüce hedef olmalıdır.
Kulluk ve ibadet, sadece İslâm’ın beş şartında özetlenen namaz, oruç, zekât ve hac değildir. Elbette bu sayılanların hepsi, İslâm’ın temelleri olacak derecede büyük ve önemli ibadetlerdir. Ancak ibadetleri sadece bunlarla sınırlı tutmamalıdır. İnsan bu ibadetleri gücü yettiği kadar yerine getirmeli, fakat bütün hayatını, söz ve davranışlarını da ibadete çevirecek bir yol aramalıdır.
İnsanın bütün söz ve davranışlarını ibadete çevirecek yol, niyetin “Allah rızâsını kazanmak” olmasından geçer. Daha açık ifadeyle, her yaptığında Allâh’ın rızasını gözeten, Allâh’ın meşrû sınırları içinde yiyen, içen, para kazanan, çocuklarına bakan, seyahat eden, konuşan herkes “ibadet ediyor” demektir.
İşte bütün hayatı, Allâh’ın dinini öğrenmek, öğretmek, yaşamak ve yaşatmak üzere geçen kimselerin; ömürlerinin hülâsası, son nefeslerindeki îmandır. Son nefesinde îmanını koruyan, sonsuz âhiret yurdunda kazanmış kimsedir. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Kimin son sözü, «Lâ ilâhe illallâh: Allah’tan başka ilâh yoktur.» cümlesi olursa, o kişi cennete girer.” buyurmuştur. (Ebû Dâvud, Cenâiz, 15-16; Hâkim, el-Müstedrek, I, 351)
Hadîs-i şerîfte geçen “Lâ ilâhe illallâh” ifadesi, bugün yanlış bir şekilde düşünülen hâliyle, “sadece Allâh’ın var ve bir oluşuna inanmak” değildir, elbette… Bugün bu ve benzeri hadisleri saptıranlar, eksik veya yanlış Allah inancına sahip bütün dinlerin mensuplarının cennete gireceğini delillendirmek istemektedirler. Fakat mükemmel ve hak şekliyle, Allâh’ın bir olduğunu söyleyen, Cenâb-ı Hakk’ın katında makbul tek din vardır, o da İslâmiyet’tir. (Bkz: Âl-i İmrân, 19)
Bu hadîs-i şerîfte vurgulanan husus, hayatı boyunca Allâh’ın emrettiği üzere, “kelime-i tevhid” ve “kelime-i şehâdet” şuuruyla yaşayan kimsenin, son nefesinde de îmanını korumasıyla cennete nâil olacağıdır. Son nefeste îmanını koruyamayan; şirke, küfre, isyana düşecek şekilde vefat eden kimselerin durumu ise, korkunçtur. Allah muhafaza buyursun.
İnsanın nerede, nasıl öleceğini bilmesi mümkün değildir. Ölüm, çoğunlukla insanı kıskıvrak yakalar. Eğer hayatı boyunca insan, son nefesine hazırlanmış ise, onun ölümü hazırlandığı hâl üzere olur. Yok, hayatı boyunca hiç son nefesi düşünmemişse ve âhiretle ilgili hiçbir hazırlık yapmamışsa son nefesinin de bu hâl üzere olacağı kesin gibidir. Zira Peygamber Efendimiz:
“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz.” buyurmaktadır. (Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, V, 663)
Kısacası hayat, tek tek anların birleşmesiyle meydana gelir. Ölüm de o “an”lardan bir tanesinde karşımıza çıkacaktır. Ölümün ne zaman, nerede ve nasıl geleceğini bilme imkânımız olmadığına göre, her an ölüme hazır olmak en akıllı iştir. Bu hususta da Peygamber Efendimizden şu hadîs-i şerîf rivayet edilmiştir:
“Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölümden sonrası için çalışandır. Âciz kişi de, nefsini, hevâsına tâbî kılan ve Allah’tan dilek(ler)de bulunup duran (bunu yeterli gören) kişidir.” (Tirmizî, Kıyâme, 25; İbn-i Mâce, Zühd, 31; Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV, 124)
Rabbimiz, bize âhirette faydası olacak ilim ve akıl nasip etsin. Bizi, dünyanın oyun ve eğlencesine dalmaktan muhafaza eylesin. Son nefesimizi, kelime-i tevhid üzere veren sâlih ve şehit kulları arasına dâhil eylesin. Âmin.
YORUMLAR