“İnsanın Rabbiyle irtibâtı kuvvetlendikçe, kusur ve hataları azalır.” esasıyla, bütün mevzuları, Rabbimizi daha yakından tanıyabileceğimiz Esmâ (isim ve sıfatlar) üzerinden anlatmaya itinâ gösteriyorum. Nitekim inandığımız ve ibadet ettiğimiz Rab, üzüntü ve sevinçte, zorluk ve kolaylıkta, aydınlık ve karanlıkta dâimâ bizimle olmasına rağmen zayıflık ve gaflet ânlarını fırsat belleyen şeytan ve dostları, birçok zaman hedefine ulaşıp başarılı olabilmekte…
“Latîf” bir Rabbimiz var. İkram eden, bütün iyilik ve güzellikleri sunan, yarattıklarının ihtiyaçlarını en ince ayrıntılarına kadar karşılayan, merhametli ve çok lütufkâr bir Rab...
İnsanlara, bilmedikleri ve ummadıkları yerlerden ihsanda bulunan, hak ettiklerinin çok fazlasını veren, itaat ettiklerinde onları meleklerine medheden, hata ettiklerinde tevbe etmeleri için bekleyen bir Rab…
Her şeyi, en ince detaylarına kadar bilen ve tasarrufta bulunan Âlemlerin Rabbi, insanı “en şerefli mahlûk” olarak yaratmış ve şerefli bir hayat için onu, İslâm Dîni ile tezyin etmiş, süslemiş. Tâbiri câizse, etrafını kalın surlarla çevreleyerek o kıymetli cevheri muhafaza altına almıştır.
Yirmi üç senede peyderpey vahyettiği Kur’ân-ı Kerîm ile, câhil bedevîlerden, seçilmiş/övülmüş “Ashâb-ı Güzîn” doğmuştu. Baharla açan renk renk çiçekler gibi -Allah hepsinden râzı olsun- Hazret-i Ebûbekir’ler, Hazret-i Ömer’ler, Hazret-i Osmanlar, Hazret-i Fatıma’lar, Hazret-i Zeynep’ler yetişmişti.
Her birinin değişik fıtrat ve mizaçları; edep, hayâ, iffet boyaları ile boyanmış, güzel ahlâkla kemâl bulmuştu. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, “Hâyâ ve sükûneti, îmanın; hayâsızlık ve çok konuşmayı ise, münafıklığın iki şûbesi” olarak bildirmiş, “Kıyâmette en ağır gelen amelin ise güzel ahlâk” (Ebû Dâvud, Edeb, 7/4799; Tirmizî, Birr, 62) olduğunu haber vermişti.
Eşyanın tabiatında, değerli olan her şeyin nadir bulunması ve muhafaza edilme esası vardır. Korundukça değeri artmakta, kıymeti katlanmaktadır. Bu kıstasa en fazla yakışan, Allâh’ın yeryüzündeki vekilleri olan kadın ve erkeklerdir. Nitekim toplumun anneleri olan kadının evlâtlarına, babanın ise nesebine bıraktığı en kutsal emanet; edep ve hâyâdır. Edep ve hayâ “Rahmânî”, edepsizlik ve hayâsızlık ise “şeytânî” özelliklerdir. Edep, bulunduğu her yeri güzelleştirip ulvîleştirirken hayâsızlık ise karartıp daraltmaktadır. Sözlerin özünü söyleyen şâirler;
“Edep bir tâc imiş nûr-i Hüdâ’dan
Giy ol tâcı, emin ol her belâdan.” diye nasihat etmişlerdir.
İki Örnek
Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de örnek alınması için edep ve iffet timsali, Yûsuf Peygamberi ve Şuayb -aleyhisselâm-’ın kızlarını anlatır.
Yusuf -aleyhisselâm-’ın sarayda, Aziz’in karısının teklifi karşısındaki iffeti, hayâsı ve nefsini dinlemeden o ortamdan kaçmasının sembolü olan “gömleğinin arkadan yırtılması”, erkekler için güzel bir misaldir.
Babaları yaşlı olduğu için hayvanlarını sulamaya kendileri götüren, ama suyun başında çobanlar bulunduğu için bir türlü suya yaklaşamayan Şuayb -aleyhisselâm-’ın kızları da, kızlarımız için örnektir. Aynı şekilde hayâ ve iffetin canlı bir misali olarak zikredilen Hazret-i Meryem’in hâli de bambaşkadır.
Latîf olan Allah Teâlâ, kullarına güçlerini aşan bir yük yüklememiş, ama onları hem dünya ve hem de âhiret mutluluğuna götüren yolları göstermiştir. Meselâ Nahl Sûresi 90. âyet-i kerîmede;
“Muhakkak ki Allah, adâleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder; çirkin işleri, fenâlık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” buyururken tamamen âile hayatının iyilik ve selâmetini artırıcı, toplumdaki çirkinlik ve kötülüğü önleyici tedbirler sunmaktadır.
Zaten Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de; “İslâm güzel ahlâktan ibarettir.” (Kenzü’l-Ummâl, III, 17, hadis no: 5225) buyurmuş ve hayatı güzelliklerle yaşamanın adının “İslâm” olduğunu haber vermiştir.
Yusuf -aleyhisselâm- gibi harama gönüllü el uzatmamanın ötesinde, her türlü câzip haram tekliflere, “Ben Allah’tan korkarım!..” diyerek cevap vermek... Nefsinin isteklerini, şeytanın vesveselerini duymamak için bulunduğu ortamı derhal terk etmek… Şuayb -aleyhisselâm-’ın kızları gibi şartlar gereği evden dışarı çıkılması elzem olsa dahî, erkek çobanların arasına (ihtilat mekânlarına) rastgele girmemek, edep ve hayâ surlarını tahrip etmemek esastır. Ya da Hazret-i Meryem gibi, hem insanların arasında, hem tek başına kaldığında iffetini muhafaza etmek için var gücünü kullanmak…
İffet, hayâ, vakar, edep, nâmus; insanlığa verilmiş en kutsal emanetlerdir. Bizans’ın fethiyle şereflenmiş Fatih Sultan Mehmed, Bosna fethinden sonra çıkarttığı bir fermanda şöyle emretmişti:
“Sakın ola, Sırp kızları su almak için çeşme başlarına geldiklerinde, askerlerim oralarda bulunmayalar!..”
Bu değerli sûru/kaleyi korumanın formülünü ise, Latîf olan Allah Teâlâ, şöyle göstermektedir;
“Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allâh’ı anmak (zikretmek), elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir!” (el-Ankebut, 45)
YORUMLAR