Evimize bilgisayar geldiği zaman ne çok sevinmiştik… Hep birlikte başına oturmuş gece yarılarına kadar kalkamamıştık. Ertesi gün yurtdışındaki akrabalarla saatlerce görüntülü konuşmuş, telefon ücretlerinden tasarruf yaptık diye sevinmiştik. Evimizin en fazla sevilen değerli eşyasını hiç yalnız bırakamıyorduk. Gündüzleri onunla ben birlikte olurken, okuldan gelince, nöbeti çocuklar devralıyor, akşam ise eşim oturuyordu başına… Başlarda bize ilginç resimler, önemli slaytlar, değerli filmler izlettiren babamız, zamanla farklı bir yalnızlığa büründü. Bu yalnızlık, ona akşamları yeterli gelmeyip gecelere kadar sarkmıştı. Bir gece, iki gece derken internetin dostları bizden daha yakın, daha değerli olmuştu.
Tâ ki bir başka gece, yabancı uyruklu bir kadınla ikinci evlilik yaptığını itiraf edip getirmek istediğini söyleyinceye dek…
* * *
Artık eğitim-öğretim çağ atlamış; ödevler, defter-kitap üzerinden kara kalemle değil, bilgisayar üzerinden internetle yapılmaya başlamıştı. Dolayısıyla çocukların okul başarısı için internet her eve girmeyi başardığı gibi bizim eve de girmişti. İlk önceleri, okul dersleri için açılan internet, zamanla oyunlar, filmler derken evin alışverişlerine kadar ulaşmıştı. Çocuklar, buradan yapılan alışverişin daha ekonomik olduğunu söylüyor, hattâ aldıkları komisyon ücretleriyle para kazandıklarını anlatıyorlardı. Eşime sık sık bu paranın helâl olmayacağını ifade edip çözüm bulunması gerektiğini söylerken, nihayet köklü bir çözüm bulmaya mecbur kaldık…
Tâ ki küçük oğlumun daha fazla para kazanmak için yapmış olduğu alışverişte kredi kartı numaralarımızı verip eve icrâ geldiği gün…
* * *
Eşime, bilgisayar alması için çok ısrar ettiğimizde câzip bir teklif getirmişti.
“-Evin bütün fertlerine hitap eden bilgisayar, evin bütün fertlerinin katkılarıyla alınmalı!..” demişti de; gururla bileziğimi kolumdan çıkarıp vermiştim.
Ne de olsa bilgisayar çağındaydık ve bizim de çağa ayak uydurmamız gerekliydi. Çocuklarım okul ödevlerini yaparken ben yemek tariflerine, diyet programlarına, sağlık ve güzellik sitelerine bakıp kendimi geliştirebilirdim.
Nereden bilebilirdim ki, mehir olan helâl bileziğimin yuvamı darmadağın yapıp eşimin zararlı alışkanlıklarla evi terk edeceği günün geleceğini…
* * *
Bunun gibi, her biri dudak uçuklatacak, yaşanmış hikâyeleri uzatmak mümkün… Bütün bunlar, bize küreselleşme çağında son model bilim ve teknolojinin getirmiş olduğu hediyeler…
Esef verici olanı ise, teknolojinin, hayatımıza lütuf olarak girip hezimet olarak çıkması… Tıpkı şeytan ve dostlarının sağdan yaklaşırken iyilik ve güzellikleri ön plâna çıkararak kökten söküp alması gibi…
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in tavsiyesi üzerine, “zamanımızın teknolojilerinden/teknik imkânlarından faydalanmaya” özen gösterip işlerimizi kolaylaştırdık. Bilgisayarından otomobillerine, makinelerinden telefonlarına kadar modern hayat hoşumuza gitti. Yalnız birçok zaman süratli esen bu teknoloji rüzgârında savrulup vakitlerimizi, değerlerimizi ve âilelerimizi çok kolay harcadık. Sayılı olan günlerimizi, sermaye olan dakikalarımızı göz göre göre tükettik. “Aslı unutup ârizî olanlara” sarılarak mutlu olmaya çalıştık…
Zamanın teknolojisinden elbette faydalanılmalı… Ama bunlar, hiçbir zaman Allah ve Rasûlü ile birlikteliğimizin önüne, Kur’ân ve Sünnet sevgisinin yerine geçmemeli… Nitekim kişi, en fazla sevdiğiyle en çok birlikte olur. Yapılan tercihler, bulunulan birliktelikler, yerlerimizi ve sevgilerimizi ifade eder. Müslümanlığımız, yalnızca mûtâd ibadetlerimizle değil, heyecanlarımız, fedâkârlıklarımız, tercihlerimizle de ifade olunur. Helâl ve haram nasıl belliyse, Allah ve Rasulü’nün sevdiği, bulunduğu ortamlar da bellidir; şeytan ve dostlarının sevdiği, bulunduğu ortamlar da… Burada altı ısrarla çizilmesi gereken “nerede, ne kadar fazla kalıp; nereyi ne kadar çok sevdiğimiz”dir…
Günümüz müslümanları, bu konuda çetin bir imtihana daha mâruz kalmaktadırlar. Allah Teâlâ’nın meâlen buyurduğu gibi; “zaten insan dünyanın, altınına, incisine, atına, arabasına çok meyyal” nahif bir varlıktır. Bir de “îmânı elinde kor taşıyacak kadar zor olan âhir zamanda” yaşaması, sorumluluğunu bir kat daha artırmaktadır. İşte Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu zamanlar için, “Sünnet’e azı dişlerimizle tutunmamızı” öğütler. (Bkz: Ebû Dâvud, Sünnet, 5) Yani, şeytanın dürtü ve kışkırtmalarına, nefsin istek ve arzularına karşı Allah ve Rasûlü ile daimî bir birliktelik tavsiye eder. Onların şemsiyesi altında, Onların hayat bahşeden suyuyla beslenip korunarak yaşamamızı öğütler. Nitekim “zayıf” olarak yaratılan insan için en güvenilir liman orasıdır. Bu limanda korunabilmek için; önce tanımak/bilmek/sevmek; ardından ise onunla aramızdaki bütün engelleri kaldırmak gerekir. Unutulmamalıdır ki; “Seven sevdiğiyle daha fazla birlikte olur!”
YORUMLAR