Cenâb-ı Hak, insanları farklı farklı özelliklerde yaratmıştır. Kimi güçlü kuvvetli, kimi zayıf ve çelimsizdir. Kimi kalabalık bir âile ve hatta sülâle içinde doğmuş, büyümüş; kimisi de anne ve babasız hayatını devam ettirmek zorunda kalmıştır. Kimi zengin ve varlıklı, kimi de fakir ve muhtaçtır. Dünyanın bu şekilde farklılık ve çeşitlilikler üzerine yaratılmış olmasının en büyük hikmeti de “imtihan”dır. Zengin, fakiri görüp gözetiyor mu? Güçlü, zayıfı himâye ediyor mu? Âilesi, anne-babası yanında olanlar, kimsesiz ve hâmisiz garipleri, dulları, yetimleri dert ediyor mu? Böylece âhiret gününde zengin, fakirden; fakir zenginden sorulacak…
Güçlü, kuvvetli insanlar; eğer güçlerini kötüye kullanmış ve insanları mazlum hâline getirmeye başlamışlarsa, onların önünde durması gerekenler, Müslümanlardır. Allah Teâlâ, son ve en mükemmel dinini Müslümanlara emânet ettiği gibi, dünya üzerindeki bütün mazlum, garip, yetim, aç ve muhtaçları da Müslümanlara emânet etmiştir. Müslümanlar, ellerinden geldiği kadar bütün insanlara İslâm’ın şefkat ve merhamet dolu yüreğini ulaştırmakla mükelleftirler. Komşusu aç yatarken, bir mü’min tok yatamaz. Dünyanın öbür ucunda zulüm altında inlerken, ondan bîgâne kalamaz. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:
“Size ne oldu da Allah yolunda ve «Rabbimiz!.. Bizi, halkı zâlim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!» diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!” (en-Nisâ, 75-76)
Böyle ulvî bir gâye uğruna yola çıkmak için dünya ve içindeki sevimli şeyler, mü’minlere ayak bağı olamaz, olmamalıdır. Tevbe Sûresi’ndeki âyet-i kerîmede de şöyle buyrulmaktadır:
“De ki: «Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesâda uğramasından korktuğunuz ticâretiniz, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Rasûlü’nden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah, fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.” (et-Tevbe, 24)
Elbette cihad zordur, eziyetlidir. Ama eziyet çeken sadece mü’minler değildir:
“O (düşman) topluluğu tâkip etmekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı çekiyorsanız, onlar da sizin çektiğiniz gibi acı çekmektedirler. Üstelik siz Allah’tan, onların ümit etmedikleri şeyleri umuyorsunuz. Allah, ilim ve hikmet sahibidir.” (en-Nisâ, 104)
Evet, mü’minler, çektikleri çilelerin karşılığında Allâh’ın rızasını, cenneti ve cennette Cenâb-ı Hakk’ın cemâliyle müşerref olmayı ummaktadırlar.
Mü’minler, dışarıdaki düşmanlarla ve cihadın meşakketleriyle boğuştukları gibi bir de içlerindeki nefisleri ve münâfıkların vesveseleriyle uğraşırlar. Zira şeytan ve avânesi, cihada katılıp şehid olanlar hakkında, “eğer bizimle beraber kalıp savaşa gitmeseydi, ölmez veya öldürülmezdi” demektedirler. Rabbimiz, onlara şöyle cevap vermektedir:
“(Evlerinde) oturup da kardeşleri hakkında: «Bize uysalardı, öldürülmezlerdi.» diyenlere, «Eğer doğru sözlü insanlar iseniz, canlarınızı ölümden kurtarın bakalım!” de. Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilâkis onlar diridirler; Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Allâh’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir hâlde arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehid kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar. Onlar, Allah’tan gelen nîmet ve keremin; Allâh’ın mü’minlerin ecrini zâyi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler.” (Âl-i İmrân, 168-171)
Ne mutlu, Allâh’ın husûsî kerem ve lütfuna nâil olanlara!.. Ne mutlu şehidlik şerbeti içip Rabbinin divanına duranlara… Allâh’ım, bizi de onların arasına kat!.. Âmin.
YORUMLAR