Kur’ân-ı Kerim’e göre, dünya hayatı; birazcık geçim oyun ve eğlenceden ibarettir, gerçek olan âhiret hayatıdır. Şimdi kendimize soralım; gerçekten âhireti mi, yoksa dünyayı mı tercih ediyoruz? Eğer cevabımız âhiret ise, bize dünya ve âhiret saadeti sunan Allâh’ın kitabına, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sünnetine uymalıyız.
Kur’ân-ı Kerim’in beyânına göre, Allâh’ın kendisine teklif ettiği büyük emaneti yüklenen insan, dünya hayatının her alanında, gerek idareci, gerek işçi ve gerekse işveren, her ne konumda olursa olsun, bütün davranışlarında ilâhî esaslara uygun yaşamalıdır.
Cenâb-ı Hak, bu dünyayı, dünya ve âhiret için çalışma sahası kılmıştır. Herkes için çalıştığının karşılığı vardır.
“Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.” (Necm, 39)
“Herkesin yaptığı işe göre dereceleri vardır. Onlara yaptıklarının karşılığı verilir ve asla haksızlık yapılmaz.” (el-Ahkaf, 19)
“İnanıp, faydalı iş yapanlara Allah ücretlerini (eksiksiz) verecektir. Allah haksızlık edenleri sevmez.” (Âl-i İmrân, 57)
Bu şekilde çalışan insanların bir kısmı, kısa bir müddet de olsa Allâh’ın mülkünde tasarruf etme yetkisine sahip olurlar. Bunlar, idareci veya işveren konumundaki insanlardır. Emir ve idareleri altında insanlar bulunur. Allâh’ın kendilerine ihsan ettiği bu mülkü, en iyi şekilde kullanmalı ve diğer insanları da bu nimetten istifade ettirmeye çalışmalıdır.
“Allah’ın sana verdiği şeylerde âhiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allâh’ın sana iyilik yaptığı gibi, sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah, bozguncuları sevmez.” (el-Kasas, 77)
İdaresi altında işçi çalıştıran veya kısa vadeli de olsa insanların emek ve gayretlerini kullanan işverenlerin gözetmesi gereken birtakım esaslar vardır. Öncelikle çalıştırdığı herkesi, kendisi gibi bir “insan” olarak görmeli, onun maddî ve mânevî ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmalıdır. Gücünü aşacak işler yüklememeli, çalıştığı işin karşılığı ücreti, eksiksiz ve zamanında vermelidir. Kısacası, dünya hayatından âhirete doğru giderken “kul hakkı” yüklenmemeye gayret etmelidir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Kıyâmet gününde üç kimsenin hasmı ben olacağım: Benim nâmıma söz verip yerine getirmeyen, insan ticareti yapan; hür insanı satıp parasını yiyen ve bir işçiyi tutup işini gördüğü halde ücretini ödemeyen.” (Buhârî, İcâre, 11)
“Teri kurumadan işçiye ücretini veriniz!” (İbn Mâce, Mişkât, c. II, s. 131)
“...Onlara güç yetiremeyecekleri şeyleri teklîf etmeyin; teklif ederseniz de yardım edin.” (Müslim, Eymân, Hadîs, nu. 1661-1663)
Âyet-i kerime ve hadîs-i şeriflerden öğrendiğimiz kadarıyla işverenler, çalıştırdıkları işçilerle ilgili şu hususlara da dikkat etmelidirler: İşçisini insan onuruna yakışır bir işte çalıştırmalı, onu rencide edecek kötü söz ve davranışlardan uzak durmalı, Allah ve Rasûlü’ne isyana sevkedecek işler yaptırmamalı, dinini güzel yaşayacağı ibadet ve taatını rahat yapabileceği ortamı hazırlamalı; düğün, bayram, ölüm ve doğum gibi özel günlerde esnek ve anlayışlı olmalı… Kısacası, işçisinin kendisine Allâh’ın bir emâneti olduğunu ve bu emânete karşı nasıl davrandığından hesaba çekileceğini bilmelidir.
İşçiler de kendilerini, işe alan kimselerin hakkına riâyet etmeli, söz verdiği mesâî saat ve şekline riâyet etmeli, işini sahiplenmeli, işyerinde israfı önlemek için elinden geleni yapmalıdır.
Eğer herkes üzerine düşen sorumluluk ve vazifelere hakkıyla riâyet ederse, Allâh’ın murad ettiği huzurlu, bereketli bir kazanç ortamı olur. Yoksa iki taraf da birbirinin kuyusunu kazmaya çalışır ki, bu durumda kimse kazançlı çıkamaz.
YORUMLAR