Sizden Gelenler ÇOK ÖZEL BİR HİKÂYE

Kendini bildi bileli mor menekşeyi çok severdi. Çocukluğunun geçtiği iki katlı evin bahçesinde bahar geldiğinde mor mor açar, mis gibi kokarlardı. Annesi, mor menekşeleri hep duvar kenarına dikerdi.

“-Menekşeler, gölgeyi sever kızım!..” derdi.

Oysa öğretmeni, bitkilerin güneş ışınları ile fotosentez yaptığını anlatmıştı ona... Bitkiler güneş ışığına muhtaçtı. Mor menekşeler ne tuhaf bitkilerdi; “Her bitki güneşi severken, onlar neden gölgeyi tercih ediyorlar?” diye düşündü durdu Hande... Küçük, ufacık aklı ile aslında menekşelerin diğer çiçeklerden farklı olduğunu keşfetmişti. İşte belki de menekşeler, bu yüzden bu kadar güzeldi. Herkesten farklı olursan, bu hayatta değerli olursun kanaatine varmıştı. Daha o yıllarda farklı olmak için gayret etmeye başladı. İlk olarak, okulda kimsenin yanına oturmak istemediği Hacer’in yanına oturmak istediğini öğretmenine söylemesiyle başladı farklılıklarla süren hayatı… Hacer bile şaşırmış, şaşkın şaşkın bakıyordu onun yüzüne. Hacer çok dağınık, biraz anlama zorlukları olan, problemli bir âilenin kızı idi. Hande ise mühendis Kemal Bey’in biricik kızı… Ögretmen, daha sonra bir tatsızlık çıkmasın diye pek oturtmak istemedi, Hacer’in yanına Hande’yi… Bu yüzden kendisiyle konuşmak için Hande’nin annesini  okula dâvet etti.

Annesi eve geldiklerinde Hande’ye sordu:

“-Hacer’in yanına neden oturmak istiyorsun, yavrum?”

Hande cevap verdi:

 “-Geçen baharda menekşeler ekiyorduk hani anne, o gün sen bana menekşeler
güneşi sevmez demiştin, oysa her bitki güneşi sever. Menekşeler farklı,
belki de bu yüzden bu kadar güzeller… Hacer’in yanına kimse oturmak istemiyor. Ben farklı olmak istiyorum. Belki Hacer de güzeldir, onu fark etmek istiyorum!..” dedi.

Annesinin ağzı açık kalmıştı. İlkokul dördüncü sınıf öğrencisi kızının bu olgunluğuna hayran kalarak:

“-Peki kızım, kimin yanında istersen oturabilirsin!..” diyebildi sadece…

Pazartesi günü Hande, Hacer’in yanında oturmaya başladı. Hem Hande tedirgindi, hem Hacer… Birbirleri ile hiç konuşmuyorlardı. Diğer kızlar da soğumuştu Hande’den. Nasıl Hacer gibi dağınık, bir şeyi, iki kere anlatmadan anlamayan, fakir bir kızın yanına oturmayı istemişti, hâlâ kabullenemiyorlardı. En çok alınan Doktor Cemal Bey’in kızı Esin’di. Anne-babaları her hafta sonu görüşüyorlar, Hande ve Esin birlikte oynuyorlardı. Hande, nasıl olur da kendi yerine Hacer’i seçerdi. Gururu çok kırılmıştı Esin’in. Hande ile konuşmuyordu. Birgün Hande ve âilesi, Esin’lerle dağ köylerinden birinde gerçekleştirilecek bir panayıra katılmak için sözleştiler. Hande gene Esin’in somurtacağını bildiği için gitmek istemiyordu. İçin için de Hacer’e kızmaya başlamıştı arkadaşları ile arasının bozulmasına sebep olduğu için… Neden bu kadar dağınıktı, neden her şeyi iki kerede anlıyordu? Yoksa aptal mıydı? Sonra menekşeleri hatırladı, hemen düşüncelerinden utandı. Hacer farklı diye yargılamaması gerekiyordu. Hacer’in, kimsenin bilmediği güzelliklerini keşfedecekti. Buna tüm gücü ile inandı. Panayıra gittiklerinde Esin somurtarak karşısında oturuyordu, Hande ile konuşmuyordu.

Hande canı sıkıldığından biraz dolaşmak için annesinden izin aldı. Köy yolunda yürümeye başladı. Hava iyice soğumuş ve ayaz iyice artmıştı, kar atıştırmaya başlamıştı. Hande karı çok seviyordu, yürüdü, yürüdü. Köye gelmişti. Bir evin
önünde durdu. Evin penceresindeki saksıya gözü ilişti. Gözlerine inanamıyordu, bunlar mor menekşelerdi. Ama kıştı ve menekşeler soğuğu hiç sevmezlerdi. Eve doğru bir adım attı. Kapıda beliren gölgeyi çok sonra fark etti, bu Hacer’di. Hande’ye gülümsüyordu.

“-Hoşgeldin Hande, buyurmaz mısın?” diye mırıldandı Hacer…

Hande, biraz ürkek, şaşkınlıkla kapıya doğru ilerledi ve içeri girdi. Oda
sıcacıktı odun sobası her yeri ısıtmıştı.

“-Menekşeler…” diyebildi sadece Hande... “Bu soğukta?”

Hacer gülümsedi:

“-Onlar annem için, annem onları çok sever.”

Sonra yatakta yatan kadını fark etti Hande.

“-Annen hasta mı?” diye sordu.

“-Evet, iki sene önce felç oldu, ona ben bakıyorum. Bizim kimsemiz yok, bir tek
ineğimiz var, onunla geçiniyoruz. Ama tüm işler bana baktığı için derslere çalışacak pek vaktim olmuyor!..” dedi Hacer utanarak… “Bir de bizim köyden şehre araç yok. Bu yolu her gün yürüyorum, o yüzden de çok yorgun okula geliyorum. Dersleri anlamakta güçlük çekiyorum.”

Hande’nin gözleri dolmuştu. Dışarıdan gelen ses ile kendine geldi. Annesi onu arıyordu. Çok merak etmiş olmalıydı. Dışarıya koştu ve annesine sarıldı, ağlıyordu. Bir müddet sonra:

“-Anne, bu Hacer!..” diye tanıştırdı sıra arkadaşını…

Hacer’in yaptığı sıcak çorbadan içtiler birlikte. Hande annesine anlattı Hacer’in hayatını, ağlayarak:

“-Bir şeyler yapalım anne!” dedi Hacer’e duyurmamaya çalışarak…

O hafta annesi ve Hande, Hacerlere gidip annesi ve Hacer’i kendi
evlerine taşıdılar. Hacer, artık Handelerden okula gidip geliyordu, ne dağınıktı, ne de aptal. Sınıfın en iyi öğrencisi olmuştu. Seneler geçti Hacer ve Hande bir arkadaş değil, iki kız kardeştiler artık…

Mor menekşeler, Hande’ye Hacer’i armağan etmişti. Hacer’e ise hem Hande’yi, hem hayatı... Seneler sonra ikisi de evlendi.

Hacer şimdi bir doktor… Hande’den vicdanın ne kadar önemli olduğunu öğrendi, hastalarına vicdanıyla birlikte şifâ dağıtıyor. Hande ise bir öğretmen… Çocuklara farklı olan şeyleri sevmeyi de öğretiyor. Bir kızı var. Adı, Hacer Menekşe. Hayatta en çok sevdiği iki şeye, birini daha ekledi Hande.

* * *

Lütfen sevginize önyargı koymayın. Her şey sevinceye kadar farklıdır, sevdikten sonra ise, sevginin dili aynıdır.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle