Yıkanmak Resul’ün feyziyle, nurlanmak ahlâkıyla… Sevmek her şeyden çok gül nefesini, ve her an o kudsî nefesi içimizde hissetmek… O’nu anlatırken yaşamaya çalışmak… Onu dinlerken gözlerden inen şebnemlerle ıslanmak ne güzel…
Bazen kendimi Hazret-i Âişe’ye benzetirim. Onun yerine koyarım kendimi; insan sevdikçe kıskanıyor demek ki…
O çağlarda yürürüm parmak uçlarıma basarak. Hazret-i Ebûbekir’i hayranlıkla selamlar ruhum… “Keşke bende de olsa senin yanık yüreğinden bir parça…” derim, gülümser geçer Hazret-i Ebûbekir içimden…
Haksızlık karşısında dilimi tutamadığım zaman Hazret-i Ömer’in adaleti aklıma gelir hep… “Ey Hattab oğlu, sen olmasaydın, bu kadar ahkâm âyetinin sebeb-i nüzûlu ne olurdu?” diye geçer içimden. Kendimi daha çok Hazret-i Ömer’de bulurum. Onun hayatını okurken gâh gülümser, gâh gözyaşı dökerim.
Hazret-i Osman’ı arar gözlerim, Siyer-i Nebî dersinin hayâ okyanusunda… Rasûlullâh’ın hayâsına hayran olduğu güzel sahabî… Hazret-i Osman’ı anlatırken yanaklarımın kızarmadığına kalbim kızar durur hep…
Bu günlerde Hazret-i Ali’ye gitmek ister gönlüm… Bir iftar vakti çalıvermek kapısını, misafir olmak Hazret-i Fâtıma ile Hazret-i Ali’nin yüreğine. Sormak isterim, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin’i nasıl yetiştirdiklerini… Sormak isterim onların hallerini… Ve yine sormak isterim onların nur menbaı Dedelerini -sallallâhu aleyhi ve sellem- nasıl sevdiklerini…
Hiç ayrılmak istemez yüreğim bu feyiz ikliminden… Acı çalan teneffüs zili, zorla koparır beni o saadet ikliminden, boynu bükük ve çaresiz geri döndürür, adımlarımı attığım bu sahte dünyaya...
YORUMLAR