İlk defa 2019’da bizden uzak bir coğrafyada teşhis edilmesine rağmen, çığ gibi büyüyerek küresel bir salgın hâline gelen Covid-19 ile imtihanımız hâlen devam etmekte...
Aslında bu virüs âilesi önceden de vardı. Lâkin dünyanın başına musallat olmuş bu tipi yeni tanımlandığı için, böyle isimlendirilmekte… Başladığından bu yana gündemdeki ilk sırasını hep korudu. Zira; geçen seneden beri yaşananlarla, her gün ezberleri bozmaya devam etti. Bütün dünyanın sağlık ekipleri, bilim kurulu üyeleri, bir araya geldi; tartışmalar, araştırmalar, çalışmalar yapıldı; modern cihazlardan destek alındı. Lâkin bu virüs karşısında yine de âciz kalındı. O kancasını attıklarından kolay kolay ayrılmadı; bulaştığı-bulaşmadığı herkeste derin psikolojik izler veya hasarlar bıraktı. Dünya ölçeğinde, pek çok can kaybına sebep oldu.
Tarihi incelediğimizde, salgın hastalıkların dünyanın kaderinde mühim bir rol oynadığını görürüz. Her ne kadar bazen yüz binlerin, bazen milyonların ölümüyle neticelense de; geçmişte bunların daha ziyade mevziî oldukları görülür. Bütün dünyayı bu ölçüde tehdit eden bir salgın, ilk defa ortaya çıkmıştır. Bugün kaydedilen ilmî seviyeye ve teknik cihazların gelişmişliğine, sağlıkçı ekibin ve ekipman sayısının ziyadeliğine rağmen, milimetrenin, milyonda biri ölçüsündeki canlı bile diyemediğimiz bir mikrop karşısında, işte insanlık âciz kaldı!.. Seneye hangi mutasyonun olacağı, bu defa hangi yaş aralığının daha çok tutulacağı ise meçhul. Belki bu vetire (kendiliğinden) çok daha iyiye gidecek; kim bilir belki de bilemediğimiz bir vakte kadar bu imtihan devam edecek...
Geçen sene yaşlılarımızı, bu sene ise mutant tipleriyle daha çok genç yaştaki popülasyonu tutan, bu grupta da ağır seyredip nicesini “gök ekin” gibi biçen Covid-19 ile alâkalı ne suâller, ne komplo teorileri, ne de aşı ile korunma ve tedavi hususundaki tartışmalar bitti; bitecek gibi de görünmüyor.
Virüsün, hastalanan beden sisteminde nasıl bir tahribat yaptığını, virüse yakalananlar kadar yakın çevresindekiler de bâriz olarak müşahede ettiler. Buna rağmen maalesef; canhıraş gayretlerle hastaların iyileşmesi için çırpınan sağlık çalışanlarının gayretlerini görmezden gelerek:
“-Aman! Sakın hastahanelere gitmeyin, verilen ilaçları zinhar kullanmayın, aşı da olmayın!” veya:
“-Covid-19 virüsü diye bir şey yok!” gibi iddialarla, felâket senaryosu yazarak dimağları karıştıranlara da şahit olundu.
Sağlık alanında hiçbir liyakati olmadığı hâlde bu hususta fikir beyan edenler ve insanlar üzerinde tesirli de olanlar; nasıl bir vebali yüklendiklerinin acaba farkındalar mı?!
Biz inanıyoruz ki yürüyen her canlının perçeminden tutan bir kudret eli var.[1] Zuhûrunun şiddetinden gâip olan bu kudret eli; virüsün de, virüsle muhatap olan insanlığın da perçeminden tutmuştur. İlâhî kudretin gönderdiği bu vazifeli; takdir edilen süresi dolana kadar vazifesini icrâ edecektir. Elbette virüsten önce de ölüm vardı ve ömür, ancak ezelde ne kadar takdir edildi ise odur. Lâkin “Hastalandığım zaman bana şifâ veren O’dur.”[2] âyet-i kerîmesi mûcibince şifayı da, derdi yaratandan isterken sebeplere tevessül edilmeyecek mi?
Tedavi metotları ve sağlık çalışmaları, ehil olmayan kimseler tarafından eleştirilip, şuursuzca karalanırken ve zihin karıştırıcı fikirler beyan edilirken neye dayanılmaktadır? Sabit fikirlerin, ön yargıların, insanın önce fikir dünyasında, ardından bağışıklık sisteminde nasıl bir tesir meydana getirdiği yeterince biliniyor mu?
Hastalıkla mücadelede en başarılı sistem, kişinin kendi bağışıklık sistemidir. Bu, her zaman böyleydi; şimdi de öyle… Sağlık ekipleri ve hekimler, buna destek olur, ihtiyacı olan yerde yönlendirir... Hastalığa karşı mücadele veren, yine sistemin kendisidir. Çeşitli tedavi metotları uygulanır, ancak netice, bünye içindeki gidişâta bağlıdır. Kimi tamamen, kimi kısmen iyileşir; kimi de bu mücadeleden sağ çıkamaz. Bu sebeple tıpta; “Hastalık yoktur; hasta vardır!” denilir.
Mutlak hakîkat ise; o bedeni yoktan var edip ona bir işleyiş şekli tayin edenin, hastalığa hem müsaade etmesi, hem de şifâyı vermesidir. Hiçbir hücre, hiçbir mikroorganizma, O -celle celâlühû- istemedikten sonra çalışamaz; eli kolu bağlı, âtıl kalır. Hâsılı virüsün perçemini tutan; hücrelerimizinkini de tutmaktadır.
Meselenin başından beri zikredilen en mühim mevzu; bağışıklık sisteminin güçlü tutulmasıdır. Bu sadece Covid-19’la değil, bütün hastalıklarla mücadele ederken önemlidir. Bunlar arasında; zararlı alışkanlıklardan uzak durmayı, düzenli bir uyku ve fizikî aktiviteyi, dengeli ve sağlıklı beslenmeyi, hijyene îtinâyı, stresin kontrolünü vs. bir çırpıda sayabiliriz. Ancak bütün bunlara rağmen, virüsle mücadeleyi sürdüremeyen vücut sistemleri de oldu ve olacak!.. Öyle ise Covid-19 ile mücadeleden kimlerin kazanarak çıktığı ya da çıkacağı, meselenin en can alıcı noktasıdır!
Hastalığı, “Ben yendim!” diye övünürken, sevincinden ne yapacağını bilemeyip oynayanlar; “Ben bunu şöyle-böyle tedavi ettim!” diye kasıla kasıla söylenenler... Hâlbuki şifaya kavuştuğunuz vakit, alnınızı şükür ile secdeye koymanız, geride kalan bütün hastalar için de samimiyetle duâlar etmeniz, eşref-i mahlûkât olmanıza daha çok yakışır!
Hücrenin içindeki en minik bir cihazın bile yaptığını becermekten âciz olduğunu bile bile, gâfilâne söylenenlerin de; hiçliğini itiraf edip, Allâh’ın ihsan ettiği ilimle, ellerinden geleni yaptıktan sonra, işleri her şeyin kaderini takdir edene teslim etmeleri; neticeye de sabır ve tevekkül ile râzı olmaları en doğrusu olacaktır!
Ne yapılan sağlık çalışmalarına, ehil olmadığımız hâlde, kulaktan dolma bilgilerle karşı çıkalım; ne de:
“-Ben, virüsü şöyle yendim, şöyle süper tedavi ettim!” diye övünelim.
Çünkü, hakikaten çok âciziz. Ve âlemlerin emrine âmâde[3] kılındığı insana, bu tavırlar hiç yakışmıyor!.. Burada mühim olan; virüsün vazifesi ve âşikar olan da bir îman testinden geçtiğimiz!.. Bizler bu süreçte Allâh’a sığınarak, tedbirlere riâyet edip, sebeplere de tevessül edeceğiz. Şifâyı verecek olan da, ömrü bitenin ruhlarını teslim alacak olan da yine O’dur -celle celâlühû-... Zira “Her nefis ölümü tadacaktır!..”[4]
Bütün kalbimizle inanıyoruz ki; bütün işler, her zaman ezelde biçilen kadere bağlıdır ve bu sırdan habersiz kılınmamız da nice hikmeti muhtevîdir... Meccânen bahşedilmiş mahdut ömür de, ancak bu şekilde âfiyetle sürdürülebilir... Şayet her sır âşikâr olsaydı veya vücudumuzdaki organların ve sistemlerde vazifeli hücrelerin vazifeleri bizlere tevdî edilseydi; hâlimiz nice olurdu? Bir oksijen molekülünü sağlıklı bir şekilde akciğerlerimize ulaştırabilmek için; hangi fakültelerde tahsil görmemiz ve ne kadar mesâi harcamamız gerekirdi? Buna ömrümüz yeter miydi? Zahmetsizce alıp verdiğimiz nefesler için şükretmeyi akledebildik mi? İlâhî lûtuf ile ihsân edilen nîmetlerin, şükründen âciz olduğumuzu ikrar edip istiğfar edebildik mi?
Dünyanın kendisini “Muhteşem” sıfatıyla yâd ettiği Kânûnî Sultan Süleyman’ın, dillerden düşmeyen:
“Halk içinde mûteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet, cihanda bir nefes sıhhat gibi!” beyt-i bercestesi, gâfili olduğumuz “sıhhat” nîmetini ne güzel hulâsa etmektedir.
Rabbimiz, cümlemize yakînî îman versin! Virüsle karşılaşmış olanlara ve hastahâne köşelerinde şifâ bekleyenlere âcil ve kâmil şifâlar ihsân eylesin. Kimse, cihazlara bakarak bir nefes için saniyeleri saymasın, darda kalmasın... Çekilen mihnetler, günahlara kefaret olup, derecelerin âlî olmasına vesîle olsun. Rabbimiz, bu hastalık sebebiyle ömrü bitenlere îman selâmeti ile şehâdeti, geride kalan gönlü mahzunlara sabr-ı cemîli nasîb eylesin!..
Görünmeden gelip muhataplarını şiddetle silkeleyen, kimini de ebediyet yolculuğuna çıkarıp kefenden sonra bir de siyah elbise[5] giydiren, karantina tedbirleri ile defnettiren, mevtâyı görünüşte yapayalnız Âlemlerin Rabbi’ne yürüten bu imtihandan yüz akıyla çıkabilmek; hekimler olarak da, hastalar veya vatandaşlar olarak da hepimize nasîb olsun.
Covid-19 ile mücadeleyi, kimlerin kazandığını herkes merak etmekte! Hekim olarak bu hususta son bir söz zikretmek isteriz. Bu süreçte gâlip gelen;
Allâh’a sabır ile teslim olmuş, sebeplere tevessül ederek şifâsını aramış, tevekkül edip neticesine râzı olmuş her insan... İster iyileşmiş, isterse de bu mücadeleden önce kefene, sonra siyah bir elbiseye bürünerek (inşâallah îman selâmeti ile) ebediyet yolculuğuna uğurlanmış olsun.
Yine bu süreçte gâlip gelen;
Geride kalıp, sessiz geminin[6] gidişini elemle, nemli gözlerle seyrederken;
“-Rabbimiz’in her şeyi çok güzel; veren de alan da O’dur, biz O’ndan her hâlükârda râzıyız! Zaten «…Bizler de ancak Allâh’a âidiz ve dönüşümüz de O’nadır!»”[7] diyerek Rabbinden gelen neticeyi rızâ ile karşılayan her insan...
Hâsılı, kazanan; ne şifâ gömleğini ne de siyah elbiseyi giymiş olan...
Kazanan, her hâlükârda Rabbinden râzı olan... Vesselâm!..
Not: Bu satırları okuyan herkesten âcizâne ricâmız, lûtfen her birimiz Covid-19 sürecinde hâdisenin neresinde durduğumuzu bir daha tefekkür edelim!
[1] Bkz. Hûd, 56.
[2] eş-Şuarâ, 80.
[3] el-Câsiye, 13.
[4] el-Enbiya, 35.
[5] Covid-19 sebebiyle vefat eden hastalar, karantina tedbirleri çerçevesinde izole olarak gasledilir, kefenlendikten sonra da özel olarak hazırlanmış çanta şeklinde siyah ceset torbalarına konulur. Mevtâya çıplak elle dokunulmaz, yakınları bile olsa temasa müsaade edilmez. Defin işlemleri sırasında da özel kıyafet ve eldivenler kullanılır ve bütün malzeme de mevtâ ile birlikte gömülür.
[6] Bkz. Yahya Kemal Beyatlı, Sessiz Gemi adlı şiiri…
[7] el-Bakara, 156.
YORUMLAR