Vaktiyle bir zât, hasbihâl ettiği arkadaşlarına, söz arasında karısını boşayacağını söylemişti. Etrafındakiler gayr-i irâdî hemen, büyük bir merak içerisinde o zâta bunun sebebini sordular. İslâmî edebe sahip bu kimse, suâlin muhtevâsındaki vefâsızlığın, kendisinde uyandırdığı derin bir hayretle:
“–Kıymetli arkadaşlarım! Hanımımın kusurlarını sizlere nasıl söyleyebilirim?!” diyerek cevap verdi.
Bu meraklı adamlar, o zât karısını boşadıktan sonra ziyaretine giderek, bu defâ bir cevap alabilecekleri ümidiyle:
“–Herhâlde eski hanımının kusurlarını şimdi söyleyebilirsin, zira aranızda herhangi bir bağ kalmadı. Bizim merakımızı çok celbetmişti. Söylesene, o eski hanımını niçin boşamıştın?” diye sorularını tekrarladılar.
Gönül dünyasını güzel ahlâkın en zarif tecellîleriyle tezyîn etmiş olan o güzel insan, bu sefer de onlara şu kısa ve düşündürücü cevâbı verdi:
“–Yabancı bir kadının kusurlarını nasıl söyleyebilirim!..”
Günümüz dünyasında fert, âile ve toplumların huzur ve saâdetinin muhâfazası için dikkat edilmesi gereken ne kadar ince ve hassas bir ölçü…
Cenâb-ı Hak, daha evvel birbirlerine yabancı olan iki insanın, evlenerek hayatlarını birleştirmesiyle aralarında meydana gelen yakınlık ve samimiyeti, Kur’ân-ı Kerîm’de “birbirinin mahremiyetine girmek” ifâdesiyle târif etmektedir. (bkz. en-Nisâ, 21) Kâinâtın yegâne Hâlıkı, böylesine bir samimiyet ve yakınlığı, sadece karı-koca için uygun görmüştür. Birbirine nikâh bağıyla bağlanarak ilâhî takdirle bir âile olan eşlerin, bu mahremiyete her zaman derin bir saygı göstermeleri ve birbirlerine en samimî duygularla bağlanmaları gerekir. Bunun tabiî bir neticesi olarak da, aralarındaki mahremiyeti dâimâ korumaları, yani hiçbir zaman başkalarına ifşâ etmemeleri îcâb eder.
Ebû Saîd el-Hudrî t, bu prensibe uymayanların kıyamet günündeki perişan hâllerini, Peygamber r Efendimiz’in kıymetli beyanlarıyla, bizlere şöyle haber vermektedir:
“Kıyâmet gününde Allah Teâlâ’ya göre en fenâ insan, karısıyla mahremiyetini paylaştıktan sonra onun sırrını ifşâ eden kimsedir.” (Müslim, Nikâh 123, 124)
Fakat günümüzde maalesef, televizyonlarda yayınlanan çeşit çeşit magazin haberleri ve sinemalarda hiçbir İslâmî ve insanî endişe taşımadan gösterilen ahlâk dışı filmler, hadîs-i şerîfin anlatılmasını bile yasakladığı nice mahrem hâlleri, utanmadan-sıkılmadan gözler önüne sermektedir. Bu da insanımızın iffet, hayâ ve nâmus duygularına âdeta zehir serpmektedir.
Nitekim insanlara güzel ahlâkın en mükemmelini öğretmek için gönderilen ve ashâbının ifâdesiyle, bâkire bir genç kızdan çok daha yüksek bir hayâ sahibi olan o aziz Peygamber’in şiddetle yasakladığı, “eşler arasındaki sırrı ifşâ” ahlâksızlığı, âile saâdetinin temeline dinamit koymaktan başka bir şey değildir.
Diğer bir rivâyette de Rasûlullah r Efendimiz, birbiriyle hayatlarını birleştiren kimselerin, aralarında geçenleri başkalarına anlatmalarını pek çirkin bulduğunu ve bu hareketin “Allah Teâlâ’ya göre emânete hıyânetin en büyüklerinden biri” olduğunu şöyle ifâde etmektedir:
“Kıyâmet gününde Allah katında (sorumluluğu) en büyük olan emânet, kişinin başbaşa kaldıktan sonra ifşâ ettiği karısının sırrıdır.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 32)
Emânete hıyânet ise, dînimizin şiddetle yasakladığı pek çirkin bir huydur. Nitekim Rasûlullah r Efendimiz -şiddetli bir îkaz sadedinde- şöyle buyurmuştur:
“Emâneti olmayanın îmânı yoktur, ahdine riâyet etmeyenin de dîni yoktur.” (Ahmed, III, 154, 135)
Âyet-i kerîmede de Cenâb-ı Hak, ebedî kurtuluşa eren mü’minlerin fârik vasıfları arasında bu noktaya işaret ederek:
“Yine onlar (o mü’minler) ki, emânetlerine ve ahidlerine riâyet ederler.” (el-Mü’minûn, 8) buyurmuştur.
Ebû Hüreyre t, Rasûlullah r Efendimiz’in şöyle duâ ettiğini haber vermiştir:
“Allâh’ım! Emânete ihânetten Sana sığınırım; o ne kötü bir sırdaş (huy ve tabiat)tır.” (Ebû Dâvûd, Vitir, 32/1547)
Ayrıca sır saklamak, büyük bir vefâ örneğidir. Hazret-i Mevlânâ’nın buyurduğu gibi:
“Cenâb-ı Hak vefâ göstermenin fazîletini yüce zâtına izâfe ederek buyurdu ki: «…Allah’tan daha çok ahdine vefâ gösteren kim vardır…» (et-Tevbe, 111)”
Bütün bir ömrünü en yüksek vefâ ölçüleriyle yaşamış olan Rasûlullah r Efendimiz de, âilede huzur ve saâdetin devâmı için:
“Bir kimse karısına kin beslemesin. Onun bir huyunu beğenmezse, bir başka huyunu beğenir.” (Müslim, Radâ, 61) buyurmak sûretiyle, eşleri birbirlerine karşı vefâkâr olmaya dâvet etmektedir.
Unutmamak gerekir ki -erkek veya kadın- kusursuz bir insan yoktur. Zevc veya zevcenin de elbette bâzı kusurları bulunacaktır. Mühim olan, eşlerin birbirlerinde gördükleri kusurları büyütmemeleri, meseleyi nefret noktasına vardırmamaları ve hiçbir zaman âile sırlarını ifşâ etmemeleridir.
Velhâsıl, hakikî bir mü’min, sır saklamayı bilir ve kendisine emânet edilen bir sırrı, gönlündeki engin vefâ hissi sebebiyle hiçbir zaman ifşâ etmez. Bu husus, evlilik hayatı ve âile mahremiyeti mevzubahis olduğunda çok daha büyük bir ehemmiyet arz eder.
Zira sır saklamak, kişinin mertliğinin, dînî salâbetinin, îmânî ve ahlâkî asâletinin bir göstergesidir. Sırrı ifşâ etmek ise, insanların müptelâ olduğu şahsiyet zaaflarının en çirkinidir. Zira bâzı şeyler vardır ki mürüvveti zedeler, şeref ve şâna halel getirir.
Cenâb-ı Hak, böyle bir durumdan cümlemizi muhâfaza buyursun. Yuvalarımıza, Âlemler Sultânı Efendimiz’in cennet misâli hâne-i saâdetlerindeki feyiz ve rûhâniyetten hisseler ihsân eylesin.
Âmîn…
SPOT:
Peygamber r Efendimiz’in şu îkâzı ne müthiştir:
“Kıyâmet gününde Allah Teâlâ’ya göre en fenâ insan, karısıyla mahremiyetini paylaştıktan sonra onun sırrını ifşâ eden kimsedir.” (Müslim, Nikâh 123, 124)
YORUMLAR