Şifa Kaynağı Ferahlatıcı İçeceklerimiz

Bu yazımızın Ramazan’a yetişmesi gerekiyordu, ama maalesef yetişmedi ve bu sayıya kaldı. Sıcak günlere rastlayan o mübarek ayda, su ihtiyacımızı giderecek ve böbreklerin düzenli çalışmasını sağlayacak olan kompostoları, şerbetleri yeniden hatırlamak, şüphesiz çok yerinde olacaktı. Fakat yeni neslin pek tanımadığı bu içecek kültürünü gündeme getirmek, her zaman önem taşımaktadır. Hatta bu, kültürümüzü yaşatmak adına hepimizin vazifesidir.

Son yirmi-otuz yıldır aromalı, asitli, meyveli içeceklerin, özellikle de kolaların, gazozların hızla yaygınlaşması, yeni neslin saf meyve suyunun tadından habersiz, hoşafsız, kompostosuz sofralarda büyümesine sebep oldu.

Her türlü toplantı, dâvet ve düğün yemeklerinde, iftar sofralarında, baş köşeye kola ve gazozların oturtulması, bunların değerini bir kat daha arttırdı. Okullarda, işyerlerinde, susayanların ellerinden düşmeyen, şantiyelerdeki işçilerin, tarladaki çiftçilerin öğle öğünlerinden eksik etmediği bu içecekler, maalesef öğünlerin olmazsa olmazı hâline geldi.

Gazoz ve kolalı içeceklerin kapitalist şirketlerin ellerinde büyük reklam furyalarıyla ülkemizde ve bütün dünyada hızla yaygınlaşmaya devam etmesine üzülmek çare değil. Bunun için akl-ı selîm sahibi her ferdin ne yapabileceğine kafa yorması gerekir. Hiç olmazsa çocuklarımızı bu içeceklere alıştırmamak adına başta kendimizi uzak tutmamız, alternatif içecekleri evlerimizde yaygınlaştırmamız gerekir.

Aslında o kadar çok çeşit, farklı tat, aroma ve kokuda faydalı ve lezzetli içeceklerimiz var ki, Osmanlı mutfağı bunun en büyük kaynağıdır. Ne yazık ki geçmişimizle bağlarımızın koparılma çabaları, yemek kültürümüzde de kendini göstermiştir. Son derece zengin olan bu kültürün daha fazla yok olmaması için hanımlarımızın mutfağı, daha ciddiye almaları ve birtakım zahmetlere gönül hoşluğu ile katlanmaları gerekir. Böylece çocukları ve yakınlarına sunacakları çok çeşitli alternatif içeceklerle onları konsantre meyve sularından, kola ve gazoz tutkusundan uzaklaştırmayı başarabilirler.

 

Şerbetler

Osmanlı saray mutfağında da, halk sofralarında da eksik olmayan bir içecektir. Şerbetler, her hânede, her zaman ansızın gelen misafire sunulması gereken en önemli ikramdır. Dînimizin hem yiyecekler, hem de içecekler üzerinde belirleyici olması ve alkolü kesin haramlar içine alması sebebiyle, İslâm dünyasının içecek kültürü doğrudan meyve suları ve şerbet üzerinde yoğunlaşmıştır. Meyve suyu tüketimi, dünyanın tamamında uygulanan bir alışkanlıktır. Fakat şerbet, Doğu Akdeniz, Orta Doğu ve Orta Asya coğrafyalarında İslâm toplulukları tarafından ortaya çıkarılmış ve geliştirilmiştir.

Şerbet, Arapça’da “içti” mânâsına gelen “şe-ri-be” fiilinden türetilmiş bir mastar olup “içecek” demektir. Şerbetin ana yapım tekniği olan şurup ise, Arapça’dan olduğu gibi alınmıştır. Yine Arapça’da “şurup”; “şerbet” ve “şekerli içecek” mânâlarına gelmektedir. Anadolu’ya yakın Arap coğrafyası, hâlen şerbet kelimesini, Osmanlıların geçmişte kullandığı şekliyle kullanmaktadır.

Osmanlı dönemlerinde İngiliz seyyah ve sefîrlerin (elçilerin) şerbetle tanışması, bu ürünü dünyaya yayan Osmanlılar sayesinde olmuştur ve şerbet (sherbet) sözcüğünü doğrudan kendi dillerine almışlardır. Ünlü yemek tarihçisi Alan Davidson, Osmanlı-Bizans-Venedik ilişkileri döneminde şerbetin, İtalyan mutfağına “sorbetto” adıyla girdiğini bildirmektedir.

 

Çiçek Şerbetleri

Topkapı Sarayı’na sonradan eklenen “helvâne mutfağı”, âdeta bir tatlı, şurup ve şerbet laboratuarı olarak kullanılmıştır. Sarayın en gözde şerbetleri çiçeklerden; özellikle gül, zambak, menekşe, fulya, yasemin, muhabbet, iğde ve nilüfer çiçeklerinden yapılmıştır. Bilhassa tatlı suda yetişen ve çok kısıtlı miktarda bulunan nilüfer çiçeğinden yapılan şerbet, akıllara durgunluk verecek bir reçeteyle ve nâdiren yapılmıştır.

 

BAZI ŞERBET TARİFLERİ

 

Çilek veya Karadut Şerbeti

Malzemesi: 500 gr. çilek veya karadut, 1 litre su, 130 gram toz şeker (%100 pancar şekeri).

Hazırlanışı: Çilek veya karadutlar temizlenip ayıklandıktan sonra, akşamdan şekerle karıştırılıp sabaha kadar buzdolabında bekletilir. Tencereye alınıp suyu ilâve edilir ve kısık ateşte kaynamaya bırakılır. 5 dakika kaynadıktan sonra ocağın altı kapatılarak soğumaya bırakılır. Soğuyunca süzgeçten süzdürülüp soğuk olarak servis edilir.

 

Gül Şerbeti

Malzemesi: 500 gr. gül yaprağı, 130 gram şeker (%100 pancar şekeri), 1litre su.

Hazırlanışı: Gül yaprakları ile şeker ovulur. Rengi ve kokusunun bağdaşması için 2-3 saat bekletilir. Suyu ilâve edilip hafif ateşte kaynamaya bırakılır. Kaynadıktan 3 dakika sonra ocağın altı kapatılarak soğumaya bırakılır. Süzdürdükten sonra soğuk olarak servis edilir.

 

Frambuaz Şerbeti

Malzemesi: 500 gr. frambuaz, 130 gram toz şeker (%100 pancar şekeri), 1 adet kabuk tarçın, 1 litre su.

Hazırlanışı: Frambuazlar temizlenip ayıklandıktan sonra şekerle karıştırılıp 2-3 saat kadar bekletilir. Su ve kabuk tarçın ilâve edilip kısık ateşte kaynamaya bırakılır. Kaynadıktan sonra 5 dakika daha kaynatılarak ocaktan alınır. Süzgeçten süzdürüldükten sonra soğuk olarak servis edilir. Servis ederken şerbetin içerisine taze frambuaz taneleri konulabilir.

 

Kızılcık Şerbeti

Malzemesi: 500 gr. kızılcık, 300 gr. toz şeker (%100 pancar şekeri), 2 tatlı kaşığı limon suyu, 1 litre su.

Hazırlanışı: Kızılcıklar yıkanır ve suyun yarısı tencereye alınıp kaynatılır. Kaynamış kızılcıklar, süzgeçte ezilerek suyu geçirilir. Suyun kalan diğer yarısı ile şeker beraber kaynatılır. Kaynayınca kızılcık suyu eklenip bir taşım beraber kaynatılır. Limon suyu ilave edilip ocaktan alınır ve soğumaya bırakılır. Soğuk olarak servis edilir.

 

PAYLAŞ:                

Nejla Bas

Nejla Bas

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle