Bir dönem Yaz Kur’ân kurslarımızdan birinde, yaz öğrencilerimizin Akaid derslerine girme fırsatım olmuştu. Akaid dersinin hangi konularla ilgilendiği üzerine konuşurken bütün öğrenciler birden bire şeytan-cin konusuna odaklandılar. İşleyeceğimiz konular arasında şeytan-cin mevzuu olmakla birlikte öğrencilerin en çok üzerinde durmasını istediğim konuların Allâh’a îman, âhirete îman konuları olmasını arzu ederken, çok farklı yerlerden Kur’ân kursuna gelen, yaşları 14-15 arasında değişen öğrencilerin ağız birliği etmişçesine Şeytana dâir söyledikleri sözler, kafalarındaki şeytan ve cin figürü, beni dehşete düşürdü, arzularımı yele veriverdi. Cinden ve şeytandan öylesine korkuyorlardı ki, onlardan yalnızca “üç harfliler” diye bahsediyorlardı. Şeytana dair sözleri ise:
“-Dünyada iyiler değil, kötülerin dediği oluyor, şeytan çok güçlü, Allah Teâlâ iyileri kayırmıyor mu?”
“-Şeytanın elinde çok büyük yetkiler var ve bizi yoldan çıkarma gücüne sahip, biz çok âciziz, onunla baş edebilir miyiz?”
“-Satanizm diye bir inanış var, şeytana tapıyorlar, kedi kesiyorlar, âyinler yapıyorlar, bununla şeytanın kötülüklerinden korunup onun gücüne sahip olmak istiyorlarmış, bu mümkün mü?”
“-Allah neden iyilere değil de kötülere çok fırsat veriyor; şeytan, meleklerden daha mı iyi çalışıyor? Bu melekler uyuyor mu? Neden bizi korumuyorlar?”
“-Her yerde kötüler çok güçlüler, bu gücü onlara şeytan mı veriyor?”
“-Şeytan bir tane değil, orduları var, bizi devamlı takip ediyor ve içimizde yaşıyor, bir yere gitmiyor. Bu çok korkunç bir şey! Kovalasak da gitmez, yerleşmiş iyice… Onunla baş etmek çok güç, Hazret-i Âdem ile Hazret-i Havva bile baş edememiş de cennetten kovulmuşlar, onun yüzünden bizler de cennete giremeyeceğiz.”
“-Bu kadar çok ondan bahsettik, şimdi bizi çarpar mı?”
Allâh’ın yaratmış olduğu, ölümlü ve kaderi Allâh’ın elinde olan bir varlığa dair sanki Allah güçsüzmüş de diğeri çok güçlü ve kuvvetli imiş inancı ile yapılan bu konuşmalar, Allâh’a îman konusunda öğrenciler arasında büyük bir zaafiyet olduğunu ortaya koyuyordu. “birini, Allah kadar sevmek” ya da “birinden, Allah’tan korkarmış gibi korkmak” şirk olduğuna göre, bu çocuklar bilmeden Allâh’ı, hâşâ yetersiz, şeytanı ise epey güçlü görerek, îmânî bir problem yaşıyorlardı.
Kendilerinin Allah katındaki değerlerinden habersizlerdi ve çaresiz, zavallı varlıklarmış gibi konuşuyorlardı. Allâh’ın gücünü, kuvvetini bildikleri hâlde, mevzu şeytan olunca birden değişiveriyordu, her şey… Öğrencilerin, yaratılan, kadere tâbî olan, fânî bir varlığı ifrat noktasında görmelerinde belki bizlerin de şeytanı anlatış hatalarımız olabilirdi.
Şu cümlelere odaklanalım diyorum gençlere:
“Allâh’ın gücü kadar hiçbir varlık güçlü olamaz.”
“Şeytan, her insanda aynı etkiyi bırakamaz.”
“Cinler ve insanlar, Allâh’a kulluk ile vazifelenmişler ve yaptıklarından mes’ul tutulacaklar. İnsandan çok önce yaratılmış ve yeryüzünde ciddî mânâda kan dökmüş cin topluluklarının başına şeytan musallat değilken, onlar nasıl oldular da bu kadar kötü oldular? Şeytan, insanoğlunun başına musallat edildi, o bizim düşmanımız ve bizi kötüye sevk ediyorken, şeytandan âzâde cinler, nasıl oldular da kötülük işler oldular, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıp kan döktüler? Yoksa gerek insanın, gerekse cinlerin, şeytandan daha beter onları kötülüğe sevk eden bir başka düşmanları mı var?”
“Şeytan, Allah’tan o kadar çok korkar ki, hatta ödü patlar. Bunun böyle olduğunu Kur’ân’da şeytanın kullandığı kelimelerle anlayabiliyoruz. O zaman, o Allah’tan bu kadar korkarken, bizim ondan korkmamız nasıl bir tenakuz (çelişki)?”
Nefsi, nefs-i emmâre (kötülüğü emreden nefs) mertebesinde olan bir insanın yapabileceği kötülükler, şeytanı çoktan yaya bırakır da, kendimizin besleyip büyüttüğü, terbiye edip yola getirmediği emmâre nefsin farkında olmadan, habire bizler, nefsimizi unutup nefsimiz olmadan hiçbir mânâ ifade etmeyen şeytanı, bir numaralı düşman bilip ondan siner kalırız. Hazret-i Âdem’in nefsi, ölümsüz olmak arzusunda olmasa idi, şeytanın dediğini dinler mi idi? Bu hatayı işledikten sonra:
“-Edepsiz şeytan!.. Ne ettimse senin yüzünden ettim, senin yüzünden cennetten kovuldum, lütfen Allâh’ım, şu şeytanın haddini bildiriver!.. Biliyorsun, benim hiçbir suçum yok!..” demedi de:
“-Ben nefsime zulmettim.” diye başlayan tevbeler etti.
Hazret-i Yûnus da balığın karnında, şeytana suç atıp kenara çekilmedi:
“-Allâh’ım, Sen’den başka ilâh yoktur, Sen Sübhansın, ben zâlimlerden oldum.” diye tevbeler etti.
Şeytan suçsuz değil, muhakkak!.. Bizi sevmediği, devamlı bizimle uğraştığı muhakkak… Ama, kişi harama helâle, yediklerine dikkat ettikçe…
“Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yeyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır.” (el-Bakara, 168) âyetleri var iken, şeytan bizi tesiri altına alabilir mi?
İhlâslı bir îman ile Allâh’a yakın oldukça…
“İblis dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesna…” (el-Hicr, 39-40)
“Allâh’a karşı gelmekten sakınanlar, şeytan tarafından bir vesveseye uğrayınca, Allâh’ı anarlar ve hemen gerçeği görürler.” (el-A’râf, 201) âyetleri varken, şeytan bizi tesiri altına alabilir mi?
Nefsimizi terbiye edip, şeytanın giriş kapılarını kapattıkça, hata işlesek de ağlayıp gözyaşı dökerek tövbe ettikçe…
“Ancak tevbe edip de inanan ve sâlih amel işleyenler başka... Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (el-Furkan, 70)
“De ki: “Cinlerden ve insanlardan; insanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin şerrinden insanların Rabbine, insanların melîkine, insanların İlâh’ına sığınırım.” (en-Nâs, 1-5) âyetleri var iken, böylesi Rahman, Rahim, Gafûr, Rauf, Gaffar, Afüv, Tevvâb olan Allâh’a sığındıkça, şeytan çaresizlikten, âcizlikten başka ne yapabilir ki?!
Şeytanın hilesinin zayıf olduğunu söyleyen Cenâb-ı Hak iken…
“İnananlar Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler ise, tağut yolunda harb ederler. Şeytanın dostlarıyla savaşın!.. Esâsen şeytanın hilesi zayıftır.” (en-Nisâ, 76)
“Allah şöyle buyurdu: İşte bana varan dosdoğru yol budur. Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hâkimiyetin yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar müstesnâ. Ve Cehennem onların hepsinin toplanacağı yerdir.” (el-Hicr, 41-43)
“İşte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur, inanmışsanız onlardan korkmayın, Benden korkun.” (Âl-i İmrân, 175) âyetleri var iken insan nasıl, “biz şeytan karşısında çok âciz ve çaresiziz” diyebilir ki?
Şeytana uyup hata eden bir kul, ihlâs ve samimiyet ile gözyaşı döktüğü zaman, Allah -celle celâlühü- tarafından affedilince, ömrünce günah işleyen kullar mebrûr bir hac ve umre ile günahlarından kurtularak affedilip tertemiz olunca, şeytanı, bütün çabaları boşa giden âciz bir varlık konumuna düşürmez mi?
Nefsimizin zaafiyeti neredeyse, nefis nerede açık kapı bırakmışsa, şeytan, işte o kapılardan içeriye girebilir. Öfke kapısı, nefret kapısı, tûl-i emel kapısı, aç kalma korkusu kapısı, çok yaşamayı isteme kapısı, güçlü olma hırsı kapısı, çok para kazanma isteği kapısı, mal-mülk, şöhret arzusu kapısı, vb. uzar gider.
Mevlânâ Hazretleri’nin Mesnevî’sinde geçen şu beyitler ibrete şâyândır:
“Nefis ile şeytan, aslen bir idiler. Kendilerini iki sûrette gösterdiler. Ey insan, içinde öyle bir düşman var ki; aklın tedbirine manî ve can ile dinin hasmıdır. O düşman bir an kertenkele gibi saldırır, sonra kaçar bir deliğe saklanır.
İnsanın kalbine girmek için birtakım mânevî delikleri vardır. O deliklerin her birinden başını çıkarır. Şeytanın insanlardan gizlenmesinin ve kalpteki mânevî deliklerden çıkmasının adı Hunus’tur. Cenâb-ı Hak, şeytan hakkında “Hannas” buyurdu. Çünkü şeytanın kalbe saldırması ve çekilmesi, kirpinin başını, kah çıkarıp, kah saklamasına benzer. Kötü avcı korkusundan kirpinin başı her an dikenler arasında gizlenir. Fırsat bulunca başını dışarı çıkarır. Bu hîlesi ile yılan, onun zebunu olur.
Eğer içeriden nefis, senin yolunu vurmasaydı, yol kesiciler (şeytanlar) sana nasıl galebe edebilirlerdi? Seni kötü yola sevk eden şehvetten, o gizli memur yüzünden gönül, tamâha, hırsa, âfete esirdir. Gizli bir memur olan nefsin şerriyle hırsızlık edersin ve helâk olursun. Yine onun yüzünden hâriçteki memurlar seni kahretmek yolunu bulurlar. Şu iyi ve güzel olan nasihati, hadisten dinle: Rasul-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
«Senin en şiddetli düşmanın içinde bulunan nefsindir.» buyurmuştur.
Bu nefis, düşmanının gürültülü sözlerini dinleme, kaç ondan! Çünkü o da inat ve ısrar eylemekte, Şeytan gibidir. Nefis sana, dünya sevgisi ve dünya geçimine savaşma yüzünden, âhiretteki ebedî azabı kolay göstermektedir.
O nefis, sana ölümü de kolay gösterirse şaşılmaz. Çünkü o sihri ve efsûnuyla bunun yüz kat fazlasını da yapar. Sihir, bazen bir saman çöpünü sanatla dağ yapar, bazen de bir dağı saman çöpü hâline getirir. O nefis ve şeytan, çirkin olan şeyleri bazen fen ve hîle ile latif yapar, bazen de latif olan hareketleri çirkin zannettirir.
Böyle bir sihirbaz, senin dâhilinde değildir. O, şeytan gibi vesvese veren nefistir. Onun vesveselerinde gizli bir sihir vardır. Dünya âleminde ayrıca öyle sihirbazlar vardır ki, bu sihirleri bozarlar. Oğul, bu sihir zehrinin yetişmiş olduğu sahrada tiryak/sihre karşı panzehir (Nebî, velî) yetişmiştir. Tiryak sana der ki:
“-İyi ahlâkı, benden ara ve iste. Ben sana zehirden ziyâde yakın ve hayırlıyım. Nefis ve şeytanın sözü sihirdir ve seni harap eder. Benim sözüm ise, öyle bir sihirdir ki, onların sihrini def eyler.” (Mesnevî, 11706-11731. beyitler)
İşlediğimiz hataların sorumlusu biziz, şeytan değil!.. Öyle olsa idi: “Şeytan, beni azdırdı.” der kurtulurduk, ama kurtulamıyoruz. Bu şunu gösteriyor, Allah -celle celâlühû- “Şeytan beni azdırdı, bütün sorumlu odur.” cümlesini mazeret olarak kabul etmiyor.
Yaz kursundaki öğrencilerimizden birisi:
“-Çok basite almadınız mı hocam şeytanı, siz de tefrit noktasında mısınız?” deyince:
“-Kimseyi basite aldığımız yok. Tek derdimiz, Allâh’ın yüceliği karşısında, gayriye itibar ve iltifat etmemek; Allâh’ın gücüne sığınıp başka kimseden korkmamak.” deyiverdim.
Çünkü âyette buyruluyor ki:
“Gerçek şu ki: Îman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) bir hâkimiyeti yoktur. Onun nüfuzu sadece, onu dost edinenler ve Allâh’a ortak koşanlar üzerindedir.” (en-Nahl, 99-100)
Şeytanın, insanlar üzerindeki gücünü zayıflatacak en önemli hususlar: Allâh’ı çok iyi tanımaya çalışmaktır. Nefsimizi ve hilelerini çok iyi bilmek; tevbenin ve Allâh’a sığınmanın ne büyük bir servet ve bulunmaz bir nimet olduğunu çok iyi bilmektir. Helâle koşup, haramdan aslandan kaçar gibi kaçmanın şeytanı ne kadar çaresiz bırakacağını çok iyi bilip özellikle yediğimiz, içtiğimiz şeylere çok dikkat etmek ve ihlâslı/samimi olmaktır.
Şeytan, Allah’tan çok korkar. Âyet-i kerîmede bu durum, şöyle haber verilmektedir:
“Şeytan, onlara amellerini güzel gösterdiği zaman, «Bu gün insanlardan size gâlip gelecek yoktur, ben de size yardımcıyım.» demişti. Fakat iki tarafın karşı karşıya geldiği görününce arkasını dönüp kaçtı ve şöyle dedi:
«Ben sizden kesinlikle uzağım. Ben sizin göremeyeceğiniz şeyler görüyorum ve ben Allah’dan korkarım. Ayrıca Allâh’ın azabı çok çetindir.»” (el-Enfal, 48)
Şeytan böyle diyorken nasıl olur da insanlar, Allah’tan değil de şeytandan korkar, satanizme inanırlar?
Şeytanı basite almıyoruz, lâkin gereğinden fazla itibar da etmiyoruz. Kur’ân’da âyetler ve Peygamber Efendimiz’in hadisleri, bize her şeyi çok güzel îzah ediyor. Kula bunları bilmek ve uyanık olmak düşüyor. Bir anlık gafletimiz, şeytanı da, nefsimizi de güçlendiriveriyor. İhlâslı olmakla, tevbeler etmekle yine düşmanlarımıza galebe çalabiliyoruz.
Dünya hayatı, şeytan ve nefsimizle yaptığımız büyük bir meydan savaşı… Savaşı kazanmak, Allâh’ın yardımı ve kulun hassasiyeti ile mümkün… Rabbim bütün inananları, bu meydan savaşında muzaffer eylesin. Âmin.
YORUMLAR