Sevinç Doğurmak

Sakın boğulup ziyân olma bedbinliğinde,

Doğacak sevinçler var, sancıların peşinde.

 

Bakmayın hakkında kötü kötü konuştuklarına! Sancı iyi bir şeydir. Bir doğumun başladığına işarettir ve daha ziyâde, lâyık olmadığın bir nîmete meftûn olduğunda gelir. Temizleyicidir.

Kimi sancının sonunda, sağlıklı bir bebeğin sevinç veren doğumu gerçekleşir. Kimi sancının sonunda, sakat doğumlar yaşanıverir. Kimi sancı, ölü doğumla neticelenir. Bazısı ise bir bebek dünyaya getirmeyi o kadar gâye edinmiştir ki, psikolojik olarak gebe kalır ve çektiği yalan sancılardan sonra, kucağına bir hiç alır.

Kimi sancı, iki cihanda sevince vesîleyken, kimi îmânın sakatlanmasına yol açar. Bazıları sancı ile kemâle ererken bazıları aynı sancı sebebiyle yoldan çıkar. Bazısı ise sevinci o kadar maksat edinmiştir ki, sırf bu yüzden vasıfsız, mânâsız, boş hayallere dalar. Oysa mânâlı ve iki cihan için faydalı bir şeylerin derdiyle uyuyup uyanmak ve her dâim şükrederek nur topu gibi sevinç bebekleri doğurmak lâzım gelir.

Kutlu doğumların çok sancılı olduğunu, Sevgili Peygamberimiz’in yaşadıklarından biliriz. O, Mîraç gibi bir sevinci doğurdu; fakat evvelinde, Tâif’te taşlanıp sarsıcı sızılar duydu.

Eyyûb -aleyhisselâm- çok hastalandı. Hanımı ona:

“-Rabb’ine yalvarsana, O sana şifâ verir!” dediğinde:

“-Allah bana şu kadar sene sıhhat verdi. Hastalık verdiği süre ise, henüz sıhhatle geçirdiğim süreye erişmedi. Hâl böyleyken, O’ndan şifâ istemeye utanırım.” diye cevapladı. Edeple çektiği bu sancı neticesinde, şifâ bebeğini kucakladı.

Allah, yüksek bir sevinci ağrısız verecek olsaydı, şüphesiz bunu hepimizden evvel, Peygamberleri için yapardı. Mâdem ki sevinç, onlara bile sancı sonrası lûtfedilmiştir, bunun dışında bir beklentiye girerek kendimizi kandırmamız, pek de gerçekçi bir tavır olmasa gerektir. Bütün mesele hakîkati kabul etmek ve sancının yardımıyla, sevincin doğuranı olabilmektir.

Şimdi belki de çoğu insanın yaptığını yapacak; “E ama canım onlar peygamberdi. Biz onlar gibi olamayız ki!” diyeceksiniz. Oysa yapılması gereken, bu tip sözlerle çamura yatmak değil, güzel ahlâkta ve muâmelâtta zirve olan peygamberlerin hayatını tanıyıp anlamaya çalışmaktır. Ebedî sevinci doğurabilmek; zirveleri özlemekle, hayatını bu misallere göre dizayn etmekle, hakkını veremese bile, o yolda canını vermekle mümkün olsa gerektir.

Hayatın yalnızca balını değil, acılığını da sevmek; yalnızca sevindirmesini değil, yakıcı kederlerle pişirmesini de “Eyvallah!” diyerek karşılayabilmek, pek husûsî bir nasiptir.

Sancının; çekilen bir çile değil, tadılan bir lezzet olabilmesinin ilk şartı; kimden geldiğini bilmektir. Sâhi, onu kim verir? Bebek mi, taşlayanlar mı, hastalık mı? Hayır! Onlar yalnızca sebeptir. Sancıyı Allah verir.

İkinci şart, sancıyı verene hüsn-i zan etmektir. Sâhi, Allah sancıyı niçin verir? Ya doğacak bebeğin, ya yükselecek mîrâcın, ya erecek şifân vardır. Allah sancıyı senin daha büyük bir nîmete erişmen için verir.

Üçüncü şart, sancının geçici olduğunu bilmektir. Sâhi! Hangi sancı sonsuza dek sürmüştür ki?! Bebeğin sancısı doğuma, Tâif’in sancısı Mîrâc’a, hastalığın sancısı şifâya kadar, misafirdir.

İnsan, tesir eden bir varlıktır. Annenin, babanın; onlardan evvel, dedenin ve ninenin bütün hâlleri, doğacak bebeğin durumunu belirlemede etkilidir. Bu sebeple, eğer insan kendi huyunu, hâlini, hayâlini ve yaşayışını güzelleştirirse, bebeğin de huyunu, hâlini, yaşayışını güzelleştirmeye başlamış olur.

Demek ki bir başka hayata müsbet bir dokunuş yapabilmek, evvelâ kendi hayatındaki sancıları müsbet bir doğuma çevirebilmekle mümkündür. Öyleyse mesele; Tâif’te, bedeni ve kalbi, atılan taşlar sebebiyle sızlamaktayken, taşlayanlar nâmına hayır dileyen Hazret-i Rasûl gibi, şer sancısıyla, duâ bebeği doğurabilmektir. Sebeplere takılıp kalanlar, ölü doğum yaparlar. Müsebbib’e bakanlar; şükür, niyaz ve sevinç bebekleri doğururlar.

Haydi şimdi, sebepleriyle beraber sancılarınızı ve bugüne kadar yapmış olduğunuz kendi doğumlarınızı düşünün; lâkin onların hepsi de geçip gitmiştir, unutmayın.

Hayat yolunda, sürekli geriye bakarak ve dinmiş sancıya kafa takarak ilerleyemeyiz. Çünkü yolun yokuşu, inişi, virajı vardır. Üstelik yol, yalnızca bize tahsis edilmiş de değildir. Orada başka arabalar da var ki, onlardan biri olmadık bir yerde, çeşitli sebeplerle duraklamış olabilir. Hâsılı sürekli yeni ve beklenmedik durumlarla karşılaşmak mümkündür ve bu sebeple, dikkati açık tutmak gerekir. Ânî ve hatalı hareketler, yoldaki diğerleri için kazâ tehlikesi doğurabilir.

Öyleyse geçirdiği sancılardan dersini almış, ileriye odaklı, dikkatli ve uyanık bir sürücü olmak, hayat arabasını sürerken yaşadığı sancıları, sevinçli birer doğuma çevirerek yaşamak, yalnızca şahsımızı değil, yoldaki herkesi de müsbet etkileyecektir.

Bütün mesele; ağrılı vetîreler sonunda kemâli, cemâli, rızâyı, sevgiyi, şükranı doğurmak, zâtımız ve civârımız için hayırlı bir sevinç olmak. Maâzallah, yaşadığımız hüzün, hayata küsmemize sebep olsa, ona en iyi ihtimalle, “Kırıktan kaynaklı sakat doğum!” denir ki aman, evlerden ırak!

Öyleyse haydi gel! Kederin umutlarını öldürmesine izin verme. İçindeki acı sebebiyle, olmayacak lâflar etme. Kendini iyi hissetmek adına, mânâsız, gereksiz, zararlı bir hâli benimseme. Her sancının ardından, bir faydalı iş daha doğur. Böylece nice insanın da senin vesîlenle sancıyı, şükrü ve sevinci tekrar düşünüp anlamasına katkın olur.

Sancın seni yerden yere vurmaya kalkarsa, sükûnete ermek için pikniğe git. Toprağın üzerinde secdeye var. Dağa bakıp heybeti, ağaca bakıp Cennet’i, göğe bakıp hürriyeti seyret. Günahlarını toplar gibi odun topla. Semâveri tevbeyle yakıp Cehennem’i düşün. Sancıların duman olup seni boğmasına izin verme! Görmüyor musun, çay bile ateşle geliyor deme. Çay kadar ol da içini ateş gibi saran sancıların tadını çıkarmayı, her tükenişin ardından, yeni bir sen olarak tekrar tekrar demlenmeyi dene. Yudumladıkların için şükret ve şunu iyi bil ki, kendi küllerinden doğmadıkça, hakkıyla şükretmiş olamayacaksın.

Allah bizi kendisine yaklaştırmak ister. Bunun için de gönül bağladığımız diğer bütün fânîlerle alâkamızı îtidâle çeker. Bu dengenin sağlanması için bazen kederlerle müdâhale edilmesi îcâb eder. İşte biz, bize ağır gelen bu müdâhalelere; sancı, ayrılık, imtihan... filan diyoruz. Hiç şüphe etme! Allah seni senden çok sever.

Bütün mesele, -salât ve selâm üzerine olsun- Sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Mustafâ’nın yaptığını yapmaya gayret etmek ve kendisini taşlayanlar için Allâh’a, “Bilmiyorlar! Onlardan Seni bilecek bir nesil yaratmanı diliyorum!”[1] diyerek duâ edip istikbâle rahmet akıtmaktır.

Bütün mesele, Eyyûb -aleyhisselâm-’ın yaptığını yapıp, sıhhati sevdiği kadar sancıyı da sevmek ve Allâh’ın takdîrine hüsn-i zanla bakmayı bilerek, asırlar sonra yazılan bir yazıya misâl olmaktır.

Öyleyse sen de… Hâlinle güzelce duâ et de sakın boğulup ziyân olma bedbinliğinde.

Doğacak sevinçler var, sancıların peşinde.

İnan, doğacak sevinçler var, sızıların ertesinde.

 

 

[1] Bkz. Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 7; Müslim, Cihad, 111.

PAYLAŞ:                

Neslihan Nur Türk

Neslihan Nur Türk

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle