Sevgili Kızım!

Sevgili kızım,

Öncelikle, senin gibi mümtaz bir evlâdın mürebbiyesi olma şerefini bana bahşettiği için Rabbime her dâim hamd ettiğimi bildirir, seni muhabbetle kucaklarım.

Bugün, “Söz uçar, yazı kalır!” atasözüne binâen sık sık öğretip tekrar ettiğim aslî vazifelerine, kalem ve kâğıdı da şâhit kılmak istedim. Bilirsin sohbetlerimizde sorumluluğumuzun çok ağır, ama bir o kadar da ulvî olduğunu hatırlatır, sık sık Hazret-i Hacer Vâlidemizi, Hazret-i Meryem’i ve Peygamber terbiyesi almış Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhâ-’yı anlatırdım. Nitekim bunlar, yalnızca birer insan, birer kadın, birer anne değil; bunlar bütün bir insanlığın mürebbiyeleri, toplumun öğretmenleri, temel taşları… Meselâ Hazret-i Hacer… Yaşamış olduğu çağda, siyâhî bir köle, hizmetçi bir kadın olarak tanınmasına rağmen, teslîmiyeti, evlâdına su arama çabası; dînimizde bir ibâder rüknü olarak vâcib bir müeyyide kılınmıştır. Terbiye ve şerefin timsali Hazret-i Meryem’in asâlet ve temizliği, asırlara mümtaz bir örnek olarak kaydedilmiştir. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in gözünün nûru olan Hazret-i Fâtıma’ya, bir Peygamber Baba olarak tavsiyesi her daim kulaklarımızdadır:

“-Ey Allâh’ın Rasûlü olan Muhammed’in kızı Fâtıma! Allah katında makbul ameller işleyiniz. (Sâlih amelleriniz yoksa, bana güvenmeyiniz.) Çünkü ben, (kulluk yapmadığınız takdirde) sizi Allâh’ın azâbından kurtaramam.” (Buhârî, Menâkıb, 13-14; Müslim, Îman, 348-353; İbni Sa’d, II, 256)

Gözümün nûru kızım,

Şu kısa dünya hayatında okumak, yazmak kadar mûteber bir amel daha olmamıştır. Nitekim bunu Rabbimiz, yüce dininin ilk emri olarak bildirmiş; Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise pek çok hadîs-i şerîfleriyle bu hususu te’yit etmiştir. Bu vesileyle gözünü, kitaplarla dolu bir evde, kalem kâğıttan başka yâreni olmayan bir anneyle açmanı sağladım. Kitaplarla dostluğunun kavî olabilmesi için küçüklüğünden itibaren kitap kokusuyla büyüttüm. Öğretmencilik oyunlarımız, okuma yarışmalarımız, ödüllü kitap okuma saatlerimiz hep bunun içindi. O günlerden bugünlere uzandığımızda, hamd olsun tohumlarımız meyveye durdu.

Ehemmiyet arz eden önemli bir husus ise, her daim toplumun mürebbiyeliğini yapıyor olmamızın şuurunu taşıman… Kadının ilk vazifesi, evinin hanımı, çocuklarının annesi olmasıdır. Bu, tıpkı bir savaş alanında siperlere yerleştirilmiş askere benzer. Asker, bulunduğu mevziyi ihmal edip bir başka alana kayarsa, vatanına en büyük kötülüğü yapmış olur. Aslında başkomutan da yerine göre, ordunun bir ferdi, askeridir. Savaş esnasında rütbenin yeri olmaz; her bir fert ayrı ayrı önemlidir.

Âlemlerin Rabbi, bize insanlığın temel eğitim vazifesini vermiştir. Bütün bir toplum, kucağımızda büyür, ellerimizde şekillenir ve sözlerimizle hareket eder. Fetihler yapıp insanlığa hizmet eden evlâtlar da bir anne kucağında, kahraman bir annenin sütü ile yetişmiştir, mazlumları katledip kan döken “zavallı” cânîler de… Nitekim her doğan evlat, iyi veya kötü hiçbir şey bilmeden doğar, ebeveyni -özellikle annesi- onu yetiştirir, boş bir kaset gibi doldurur. Bilirsin, yetişkinlikte kullanılan kimlik ve şahsiyetin temeli, 0-6 yaş arasında, anne dizi dibinde atılır.

Îman etmenin ilk şartı olan sevgi, saygı, merhamet; en fazla kadına/anneye yakışır. Anneler, sînelerinde asırlık çınarları besleyip büyütecek kadar sevgi mayalarlar. Ana demek, bütün bir âlemi saran, kucaklayan, dertlerine derman olan yuva demektir. Ana demek, sadra şifâ, yaralı gönüllere eczâ demektir. Analar küsmez, analar darılmaz; analar her daim affeder, terbiye eder, hayır duâlar eder. Zaman zaman kış mevsimindeki çorak bir toprak gibi görünse de baharla birlikte bağrında renk renk çiçekler açtırır, goncalar yetiştirir.

Anne olmak, elbette çok zor, bir o kadar da ağırdır. Âlemlerin Rabbi, “halife” tayin ettiği en şerefli insanı, bir anneye emanet etmekte, onun kanıyla canıyla büyütmektedir. Anneler, evlâtlarını dokuz ay karnında, iki yıl kucağında, bir ömür de yüreğinde taşırlar yorulmadan usanmadan… Sakın ola, bu yükten usanıp da “az çocuk, öz çocuk” demeyesin!.. Unutma, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Evleniniz, çoğalınız, ben kıyamet gününde sizin diğer ümmetlere çokluğunuzla övüneceğim.” buyurmuştur. (Ahmed bin Hanbel, 1, 412)

Bilirsin, câhiliyeyi karanlık kılan; rızık ve soy telâşıyla kız evlâtlarını diri diri toprağa gömmeleriydi. Bugünü modern câhiliye kılan ise, meslek ve kariyer endişesiyle çocukların diri diri el ve ayaklarının koparılması…

Âlemlerin Rabbi, evlâdı, anne-babasına dünyada meslekî kariyer edinmesi, bol kazançlı iş sahibi olmasını sağlaması için vermemiştir.

“Ben, insanları ve cinleri ancak Bana ibadet etsin/kullukta bulunsun diye yarattım.” (ez-Zâriyât, 56) buyruğundan anlaşılacağı üzere, Rabbini tanıtıp itaat etmesi, güzel müslüman olmasını sağlaması için vermiştir. Anne-babaların ilk ve temel vazifesi, evlâdına dinini öğretmesi, hayatına uygulatmasıdır. Eskiden mektep, “eğitim”le başlar, “hayırlı insan olmak için” okunurdu. Şimdilerde ise sadece bir “öğretim”le başlayıp “sınav kazanmak gâyesiyle” okunmakta…

Sen, sen ol ki evlâdım, rızık ve kariyer için aslâ telâşa düşme!.. Güzel bir müslüman, sâlih bir insan olursan, zaten bunların hepsi arkandan gelir. Hüner, Âlemlerin Rabbinin yanında/kıstasında kariyer sahibi olabilmektir. Bilirsin, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Dünyanın, Allah katında sinek kanadı kadar değeri olsaydı, kâfire bir yudum su vermezdi.” buyurmuştur. (Tirmizî, Zühd, 13)

Elbette bir anne için en makbul ve kesintisiz ibadet, sâlih bir evlâttır. Evlât içinse önünde her dâim ışık saçan bir fener, yolunu aydınlatan bir anne çok önemlidir. Bu sebeple anne, kendi nefsi için değil, ardında bırakacağı nesli için yaşamalı, okumalı ve duâ etmelidir. Şairler boşuna söylememiş:

Anne başa taç imiş

Her derde ilâç imiş,

Bir evlat pîr olsa da

Anneye muhtaç imiş

* * *

Annem hakkın ödenmez,

Sevmeye ömür yetmez,

Dünyalar benim olsa,

Bir tane annem etmez!..

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle