Senegal’in sıcak iklimi, olduğu gibi insanlarına da yansımış. Neşeli, sıcakkanlı, sevecen insanlar…
Her yerde Hazret-i Bilâl’in torunlarını görmek mümkün... Senegal’de herkes onu tanıyor, biliyor ve ona muhabbet duyuyor.
Yoldaki fakir birine, ilk ezan okuyanı sorduğun zaman, mütebessim bir hâl ile:
“-Hazret-i Bilâl!..” diyor.
Seher vaktinden sonra uyumayan bir millet... Hangisinin kıyafeti düzgün ki? Hepsi ya delik veya yıpranmış. Ya annesinin eskiyen eteğini kendine elbise yapmış veya ikinci elden almış. Hiç kimse birbirini kınamıyor. Hepsi aynı durumda çünkü... Çok sabırlı bir millet… Kısacası isyan etmeyen, hâline rıza gösteren ve kanaatkâr bir millet...
Aynı zamanda namaz vaktini geçirmeyen bir millet… Namaz vakti geldiğinde arabadan inip yolun kenarında namaz kılan bir millet… İşte “Yeryüzü, size mescid kılındı.” hadîsinin sırrını, Afrika’da daha güzel anlıyoruz. Genci-yaşlısı, herkes namaz kılıyor burada... Herkes birbiriyle selâmlaşıyor..
Ve öğrencilerimizle ilk buluşmamız...
İlk geldiklerinde devamlı sakınan, yanımda kırbaç arayan talebelere; “Peygamberimizin çocukları hiç dövmediğini ve bize öğrettiği metotta her şeyin sevgi ve merhamete dayalı olması gerektiğini” söylediğimizde içleri rahatladı ve korkuları gitti.
Buraya daha önceden gelenlerin bıraktığı intibalarla, renklerinin siyah olmasından utanan-sıkılan talebelere İslâm’ın hoşgörüsünü ulaştırmaya çalışıyoruz:
“-Yaratan, sizi ne güzel yaratmış!... Bana ne oluyor ki, sizi beğenmeyeyim? Yoksa Yaratanın eserlerinde kusur arama cür’etini mi göstereceğiz?!”
Afrika’da muallim olmak; her sabah talebenin hocadan bir saat önce gelmesi ve kim dersine çok iyi çalıştı diye sorduğumda bütün parmakları kalkmış görmektir.
Afrika’da muallim olmak, talebenin sana baktığında, gözlerinde “sevgiye muhtacım” ifadesini ifadesini okumaktır.
Peki, neden sevgiye muhtaç? Ana-babası yok mu ?
Burada kaç tane öksüz, kaç tane yetim var?! Anne-babalarının kimisi hastalıktan ölmüş, kimisi bırakıp gitmiş parasızlıktan...
Anne şefkatinden mahrum bu yavrucaklar, seni bir anne gibi görüyorlar ve bir yerleri acıdığında, önce sana koşuyorlar bu yetim çocuklar... Ama aslâ:
“-Ben açım!..” diyemiyorlar.
Derse gelmeyen birine:
“-Dün niye gelmedin?” diye sorduğumda aldığım cevap bir o kadar hüzünlü… Bu cevap bazen:
“-Kardeşlerime bakıyordum!” oluyor, bazen:
“-Sebze satıyordum.” Bazen de:
“-Çamaşır yıkıyordum!..”
Bunu söylerler ve gözlerinin içinde derin bir hüznü görürsünüz; Kur’ân-ı Kerim dersinden bir gün de olsa geri kalmanın hüznünü… Aynı hüznü, dersin sonlarına doğru izin isteyenlerde de görürsünüz:
“-Hocam, bugün erken çıkabilir miyim?”
“-Neden?”
“-Kahve satmam lâzım da…”
Birisini anneannesi yollamaz; sebebini diğer çocuklardan sorarım.
“-Beyazlar, satarlar seni!..” diye korkuyormuş anneanne…
“Beyazlar, çocukları okutuyorlar.” diye duyan anneannenin aklına, eski sömürge günleri gelir. Hatıralar canlanır; misyonerlerin çocukları toplayıp sonra götürmeleri veya zengin beyazlara satmaları…
Hemen gidip bu yanlış anlaşılmayı düzeltmeye çalıştık:
“-Biz müslümanız.” dedim, “Kardeş, kardeşi satabilir mi?”
Düşündü, düşündü ve gülümseyerek:
“-Sen Peygamberimizi tanıyor musun?” diye sordu.
Hemen dilim döndüğünce ona Peygamber Efendimizden bahsettim. Peygamberimizin bize öğrettiği kardeşlikten bahsedip ona Peygamberimizin Vedâ Hutbesi’nden aklıma gelen o güzel sözlerini tekrar ettim:
“-Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız; Âdem ise topraktandır. Arab’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük, ancak takvâdadır. (Allah’tan korkmakta ve O’nun emrilerini yerine getirmektedir. Allah yanında en kıymetli olanınız, en çok takvâ sahibi olanınızdır.”
Bu nebevî fermanları, onunla paylaştım.
“-Elhamdülillah, bizler de sizler gibi müslümanız. Bizler Türkiye’den sizlere yardımcı olabilmek için buralara geldik!..” dedim.
Boynuma sarıldı, ağladı ve:
“-Şimdiye kadar neredeydiniz?” diyebildi.
Bir talebe derse geç kalmamak için evde kahvaltı etmiyormuş. Sayfasını geçemediği zaman evde yemek yemiyormuş, o yemeği haketmediğini düşünüp... İşte bu yüzden onlara Hazret-i Bilâl’in torunları diyorum.
Daha önce bu talebelerin bir kursta okumamalarına rağmen Kur’ân-ı Kerim’e olan bu muhabbetleri nereden geliyor? Bu Kur’ân okuma aşkı nereden geliyor? Nerden mi? Fıtratlarında var çünkü… Onlar, Hazret-i Bilâl’in torunları… Hepsi birbirinden fakir, ama bir gün bile gelip:
“-Benim şuna ihtiyacım var!..” demediler.
Bir de “taleal bedru”yu, o kadar mı içten okur insan... Seslerinde âhenk, kalplerinde muhabbet… Talebelerimizin en küçüğü 3 yaşında ve Fâtiha’yı biliyor. En büyüğümüz 60 yaşında ve hatta en azimlisi… Hatasız Kur’ân-ı Kerîm okuyor.
Çevredeki komşularımızın evinde hizmetli olarak çalışan talebelerimiz de var. Burada durumu biraz iyi olan âileler, evlerinde kendilerine ev işlerinde yardımcı olmaları için durumu iyi olmayan kimselerden hizmetli alırlar yanlarına... Onlar da işlerini bir an önce bitirip ev sahibelerinden izin alıp koşa koşa derse yetişmeye çalışıyorlar ve derse en çok da onların hazırlanmış olarak gelmeleri bizi memnun ediyor.
Öğrencilerimiz gündüzlü… Kız Kur’ân Kursumuzu o kadar seviyorlar ki, bizlere:
“-Burada kalıp da derslerimize daha iyi çalışabilsek…” diye sürekli söylüyorlar.
Her fırsatta hadis yarışmaları, dînî bilgiler yarışmaları düzenliyor ve başarılı olanlara mükâfât vermeye çalışıyoruz. Fakat Senegal’de o kadar çok yetim, öksüz ve sahipsiz çocuk var ki, hangi birine ulaşabileceğiz?!
Evet, Afrika’da açlık var, susuzluk var; ama onlar bir de muhabbet fedâîlerinin gönül dolusu sevgilerine muhtaçlar… Belki de en büyük ihtiyaç bu…
YORUMLAR