Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyuruyor:
“Bana sizin dünyanızdan şu üç şey sevdirildi; gözümün nuru namaz, güzel koku ve kadın.” (Nesâî, İşretü’n-Nisâ, 10; Ahmed bin Hanbel, III, 128, 199)
Diğer bir hadîs-i şerîfi de Hazret-i Ali Efendimiz şöyle rivâyet ediyor:
“Efendimizin, ümmetine en son tavsiyelerinden birisi de şuydu: «Namaza dikkat ediniz. Emriniz altındakiler hakkında da Allah’tan korkunuz.»” (İbn-i Mâce, Vesâyâ, 3)
Bu hadîs-i şerîfin Hazret-i Enes -radıyallâhu anh-’den gelen rivâyetinde “kadınları” özellikle belirterek: “Kadınlar ve emriniz altındakiler hakkında da Allah’tan korkunuz.” (Musannef, 5: 436) ifadeleri yer alıyor.
İslâm gelmeden önce, câhiliye toplumunun insanı ve insana bakış tarzı çok problemli... İnsan, kâinâtın en şereflisi olmaktan çıkmış, sefillerin sefili hâlinde dolaşmaya başlamış. Bütün insanları ikiye ayırmış, efendiler ve köleler diye… Şirk kasvetinin derinliklerinde kalmış ve taştan, ağaçtan medet umar hâle gelmiş acınası bir insan tipi...
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, beyinleri küf tutan bir toplumun ölmüş insanî duygularını tekrar diriltti. Kararmış bir kalpten nûr parçası, ölmüş bir gönülden merhamet hâlesi ve zulmetin vahşîleştirdiği insanlardan şefkat âbidesi yürekler çıkardı.
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in önceliği, elbette ve sadece insandı. Çünkü insan düzelince, kâinât da düzelecekti.
Önceliği insandı, çünkü dibe vuran bir medeniyet algısı, güçlünün haklı olduğu zayıfın ezildiği, işkenceler gördüğü bir sosyal ortam mevcuttu.
Önce insandı, çünkü kadın neredeyse insan sayılmayacak derecede ihmal edilmiş, dışlanmış, itilmiş ve horlanmıştı. Sadece Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yaşadığı toplumda değil, aynı dönemdeki başka coğrafyalarda yaşayan toplumlarda da kadın algısı müşrik toplumdakinden farksızdı.
Peygamber Efendimiz’in sağlıklı bir toplum oluştururken üzerinde hassasiyetle durduğu konulardan birisi de “kadına izzetini kazandırma” veya “onun kaybolan izzetini iâde etme” konusu olmuştur.
Fizikî olarak güçlü yaratılan erkeğin, gücünü kendisinden zayıf olanları ezme yönünde kullanması bir câhiliye örneğidir. Nitekim Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in içinde bulunduğu toplumda, insana değer verilmediği gibi, kadınların değerinden bahsetmek nerede ise imkânsızdı.
Kendilerinin dünyaya gelişine vesîle olan bu yüce varlıkların, ne hikmetse, yine kendileri için bir utanç vesilesi olarak kabul edilmesi, selîm bir aklın alabileceği bir davranış şekli değildi.
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bütün hayatı boyunca kadınların, bir “hanımefendi”, bir “anne” vasıflarını hep ön plana çıkarmış ve başta kendi eşleri olmak üzere sahabe hanımlara gösterdiği inceliklerle onların kıymetini fiilen etrafındakilere ve kendisinden sonrakilere göstermiştir.
İlk eşi Hazret-i Hatice Annemiz, güçlü karakterli bir hanımdı. Öyle güçlü karakterli bir hanım ki, kavminin bütün alışkanlıklarını, sapkınlılarını ters yüz eden, onların bütün hayatları boyunca ezberlediklerini bozan bir insanın, Efendimiz’in eşi olmak gibi bir sorumluluğun altına girmiş ve ilklerden olmuştu. Öyle kolay değildi bu... Kavmi tarafından ölüm cezasına çarptırılan bir insanın, her dediğini tasdik etmek ve her zaman O’nun arkasında ve yanında olmak!.. Ve bu vefâ karşısında Efendimiz, kadının izzetini Hazret-i Hatice annemizle ayağa kaldırıyor, onun mânevî şahsında bütün İslâm kadınları, hattâ bütün kadınlar toplumda farklı bir statüye kavuşuyorlardı.
Yine Hazret-i Âişe Annemiz... Efendimiz’in yanında Âişe Annemiz, ümmete açılan bir kapı idi âdeta. Mü’min kadınlar, hattâ mü’min erkekler, Peygamber Efendimiz’den sonra bilmedikleri her şeyi ona soruyorlar ve âdeta Efendimizin bilinmeyen yönlerini Hazret-i Âişe Annemizin öğrettikleri ile tamamlıyorlardı. Hazret-i Âişe annemiz, bir ilim deryası idi. Peygamber Efendimiz’in en yakınında bulunan, O’nun her hâline şâhit olan mü’minlerin annesi idi. Onun mânevî şahsında, bütün mü’min yüreklerde bir “Âişe” ideali oluşuyordu. Hazret-i Âişe, ezilen, horlanan kadın olgusunu, Peygamber Efendimiz’den ve sahâbeden gördüğü saygı ile beyinlerde tekrar ayağa kaldırıyor ve eski ihtiram dolu mevkiine yüceltiyordu.
Ve İslâm ümmetinin bir diğer annesi, Hazret-i Fâtıma. Hazret-i Fâtıma, Peygamber Efendimiz’e en çok benzeyen, O’nun bütün dertlerine göğüs geren kahraman bir kadın… Biraz mahzun, biraz kederli, biraz gözü yaşlı bir evlat ve çilekeş bir anne... Ama Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in gözünün nûru. O’nun mânevî şahsında da bütün İslâm kadınların izzeti, yüceler yücesine çıkmıştı.
Bir parantez açarak şu hususu ifade etmekte fayda var. Gerek İslâmî kaynaklarda gerekse Peygamber Efendimiz sonrası uygulamalarda zaman zaman birtakım farklı anlayışlar veya İslâm’ın özüne, Peygamber Efendimiz’in kadına bakış açısına ters düşen düşünce ve davranışlar ortaya çıkmıştır. Bu anlayışlar, ortaya çıktıkları devrin şartları ile birlikte değerlendirilmeli ve İslâm’ın iki ana kaynağı olan Kur’ân-ı Kerîm ve Peygamber Efendimiz’in sünnet-i seniyyesine müracaat edilerek tashih edilmelidir.
* * *
Başta rivâyet ettiğimiz hadîs-i şerîflere geri dönersek; Peygamber Efendimiz’in, namaz ve güzel koku yanında kadını zikretmesi, müşrik toplumda değerini kaybetmiş kadına, izzetini iâde etme düşüncesinden ileri gelmekteydi.
Diğer hadîs-i şerîfte ise, önce namaza dikkat çekilmiş, ardından da Allah katından bir “emanet” olarak alınmış kadınlar ve hizmetçilerin hakları dile getirilmiştir. Özellikle bu iki sınıf insanın isminin anılması, onların genellikle zayıflıklarından kaynaklanmaktadır. Bedenen veya rûhen örselenmeye daha müsait yapıdaki bu iki grup insanın hakkını korumak, kendisini güçlü hissedenlerin öncelikli vazifeleridir. İnsanların bedenen zayıf olması, onların Allah katında da zayıf olduklarını göstermez. Tam aksine, onların bu zayıflıkları, mazlum konuma düşmelerine ve Allah katında duâlarının daha makbul olmasına sebebiyet verir. Zaten İslâm’da üstünlük, güç, kuvvet, para ve mevkîde değil; sadece kulluk ve takvâdadır. (el-Hucurât, 13)
Öyleyse gerek kadınlar, gerekse esir, köle, hizmetçi ve işçiler; Allâh’ın birer emânetidir. Onlar bir imtihan sebebi, âhiret kazancı veya kaybı vesîlesidir. İnsanlar zâhir gözlükleriyle bu dünya ortamında birbirlerinin değerini yeterince takdir edemeseler de Cenâb-ı Hak, yarın mahşerde herkese lâyık olduğu değerini verecektir. Mühim olan o gün, efendi olabilmektedir!..
DUÂMIZ
Allâh’ım!
“Rahmân”sın; fark gözetmeden kullarına merhametini ihsan edensin, bize merhamet göster.
“Rahîm”sin; Seni sevenleri sevginle kuşatansın, bizi sevdiklerinin arasına kat.
“Kuddûs”sün; her türlü eksiklikten uzaksın, bizi kirlerimizden temizle.
“Selâm”sın; her türlü tehlikeden korursun, bizi korkularımızdan kurtar.
“Mü’min”sin; kalplere güven verensin, bizi Sana olan güvenimizle dirilt.
“Azîz”sin; sonsuz ve yüce izzet sahibisin, bizi zelil eyleme.
“Mütekebbir”sin; her şeyden büyüksün, bizi büyüklenmekten koru.
“Bârî”sin; her şeyi birbirine uygun yaratansın, bizi bu uyumdan uzaklaştırma.
“Musavvir”sin; her varlığa güzel şekil verensin, bize bu güzelliği koruma gücü ver.
“Gaffâr”sın; çok çok affedensin, bizi affından mahrum etme.
“Vehhâb”sın; bol bol hediyeler verensin, bizi hediyelerinle sevindir.
“Rezzâk”sın; herkese rızkını verensin, soframızı ve gönlümüzü nimetlerinden mahrum etme.
“Fettâh”sın; her kilidi açansın, önümüze hayır kapılarını aç.
“Alîm”sin; her şeyi hakkıyla bilensin, bizi Senin azamet ve kudretinden habersiz olmaktan koru.
Âmin…
YORUMLAR