ŞEM VE PERVÂNE (Mum ve Kelebek)

Gece idi, Pervâne sessizce girdi Şem’in yanına… Şem yanmalarda idi, her zamanki gibi…

Pervâne ışığa âşıktı; onun etrafında dönmekten, ona yaklaşmaktan zevk alırdı. Ölçüyü tutturamayınca, kanatlarını yakardı, Şem’in alevinde… Yaklaşır, alev alır; uzaklaşır, hasret kalırdı. Yine öyle oldu…

“–Başka çaresi yok mu?” dedi Pervâne. “Yanmadan nûra kavuşmanın çâresi… Yanmayayım, ama alevin içinde oynayayım!..”

Pervâne’nin bu sözlerine tebessüm eden Şem, ona sevgi dolu baktı:

“–Her şeyin bir bedeli var dostum, ışıkla sarhoş olmanın bedeli yanmak!.. Yanmayacaksan ışığı ne yapacaksın. Bu ateş yanmak için, bakmak için değil.”

“–Tamam.” dedi Pervâne, “Yanalım o zaman… Sen rahatsın, yanan benim…”

Yine güldü Şem, ateşin her adımında eriyip yok olduğunu görmüyor muydu acaba Pervâne? Pervâne birden yanıyordu belki, ama Şem için için tükeniyordu, eriyordu. Hangisi daha zordu acaba, Şem’inki mi, Pervâne’ninki mi?

Şem bunları düşünürken, Pervâne dikkatle Şem’e baktı. Dilsiz, dudaksız dostu Şem’in gönül dilini anlayıvermişti. Dostluk bu değil midir zaten, konuşmadan anlaşmak. Ben konuştuktan sonra herkes anlar. Önemli olan dost susarken, dostun gönül dilini anlamak…

Baktı Pervâne Şem’e dikkatlice... Evet, Şem eriyor, tükeniyor yavaş yavaş:

“–Erime!..” dedi, “Lütfen bitme, sensiz ne yaparım!..”

“–Üzülme!” dedi Şem, “Bu ateş, en sonunda ikimizi de bitirecek... Sen dayanamayacak yaklaşacaksın, tükeneceksin; ben zaten her daim tükenmekteyim.”

Gözünü kırptı Şem, rüzgâr esmiş gibi, alev dağıldı önce, raksetti, sonra eski hâline döndü. Pervâne’nin yüreği ağzına geldi:

“–Aman!” dedi, “Sus, heyecanlanma, az daha sönecektin.”

Şem’in en büyük korkusu da bu idi zaten; yanmak değil, sönmek; sönmekten korkardı o!.. Sadece sönmekten…

“–Seni yakan nedir?” dedi Pervâne, Şem’e…

“–Aşk!..” diye cevap verdi Şem, “Aşk ateşi yakar beni…”

“–Keşke yakmasa idi sağlamca kalırdın, tükenmezdin!..” dedi Pervâne saf saf:

“–O zaman sen neden geldin?” dedi Şem, “Niçin buradasın? Sönse idim, yanmasa idim, yine gelir mi idin?”

“–Yok, hayır gelmezdim!..” dedi Pervâne. “Ben ışığa âşığım. Nerede ise o ışık, oraya can atarım. Ölmek pahasına… Tavaf eder, semâ ederim o nûrun etrafında, kendimi kaybederim, yanar giderim.”

Titredi yine Şem’in alevi, heyecanlandı…

“–Bilir misin Pervâne, aslında biz yanmak için yaratıldık. Aşk ateşi ile tutuşturulup yanmak için... Eriyip tükenmek için...”

Pervâne, Şem’i dinlerken, etrafına bakındı:

“–O zaman, neden yanmıyor bütün şemler?”

“–Tükenmekten korktukları için!..” dedi Şem. “Öyle ya da böyle nasılsa bu hayat geçecek, bitecek. Hepimizin hayatı, yanma müddetimiz kadar… Yansak da, yanmasak da erime müddeti kadar yaşarız biz... Bunu bilmeyenler yanmaya yanaşmaz, çok yaşayacağım sanır, eriyip tükenmek istemediği için aşkı bilmez, ondan fersah fersah kaçarlar. Benliklerini unutur, yaratılış gâyelerine hizmet etmezler. Yanmaktır bizim derdimiz, erimektir, eriyip bâkî olanda kaybolmaktır. Aşk ateşinden eriyen her damlamız, sonsuzluk okyanusuna kavuşur. Sonsuz olmak için erir, aşk ateşi ile yandıkça var oluruz biz. Beni dirilten bu ateştir. Ben erirsem eriyeyim, aşkım bâkî kalsın, sönmesin!..”

“–Senden haber geldi bize geçen gün, korkudan titriyormuşsun, dalgalanıyor, çırpınıyormuşsun? Ne’n var, neden böyle oldun? Neden hastalandın?” dedi Şem’e Pervâne…

“–Ne zaman korkmadım ki; ben yandıkça en büyük derdim, aşk ateşimin sönmesidir. Aşk derdi ile hastayım ben!.. Aşk derdim bitmesin, aşk ateşim sönmesin isterim. Ömrüm boyunca en büyük korkum budur benim. Aşkımı kaybetmekten korkarım.” diye inledi Şem…

Şem’in hâline üzüldü Pervâne, içi yandı birden:

“–Her ne kadar rüzgârın söndürme tehlikesi var ise de, korkma. Sen yanmayı istedikçe, mutlaka bir yakan bulunur, öyle değil mi? İster o aşk, ister başka aşk. Nihayetinde tutuşturan kim olursa olsun, sen yine aynı yanmalarda değil misin?”

“–Asıl marifet o değil!..” dedi Şem. “Asıl marifet, aşk ateşinin sönmemesine gayret etmek, hiçbir zaman kendinden emin olmamak; ben sönmem, hep yanarım dememek!.. Sönme ihtimalini akıldan hiç çıkarmamak!.. Acziyetinden hep ağlamak, inlemek, susmamak, bu derdin sürmesini istemek. Her dem bir aşk beklememek; söndükten sonra seni tutuşturan aşk ne zaman gelecek, seni hemen tutuşturacak mı, işte bunları bilemezsin!.. Beklemek zor, hasret zor, özlemek zor. Tek isteğim, bir kez tutuşup, eriyip gitmek!.. Aşk kıvılcımını çakar, ben çoğaltırım, ama rüzgârdan aslâ emin olamam. Onun için duâ eder. Allâh’a sığınırım!..”

“–Benim işim daha kolay, nerede görürüm, tutuşmuş bir şem, hemen koşarım.” dedi Pervâne…

“–Kolay bulunuyor muyuz bâri?” dedi Şem, gülerek Pervâne’ye…

“–Yok canım!” dedi Pervâne, “Bazen günlerce aylarca bulamam, ararım. Seni bulmam da kolay olmadı laf aramızda…”

Pervâne konuşurken, heyecandan Şem’e çok yaklaştı. Tutuştu alev aldı. Şem sessizce ağladı, eriyip, sonsuzluk okyanusuna kavuşacağı günü hayal etti. Her damlası okyanusa koşan, erimekten korkar mıydı hiç?!

Fatma Hâle LİMAN

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle