Şehidlik Tacını Takan Hanımlar

Hazret-i Sümeyye -radıyallahu anhâ- İslâm’da ilk şehid olan hanım sahâbî...

Ammar ibn-i Yâsir -radıyallahu anhümâ-’nın annesi... Âilecek kocası Yâsir ve oğlu ile beraber müşriklerin işkenceleri altında inlemelerine rağmen, îmanlarından taviz vermeyen îman erleri... Allah ve Rasûlü yolunda şerefle ölmeyi göze almış yiğitler...

Şirke düşmemek için çırpınan, ezâ ve cefâlara sabırla direnen bir mü’min âile... İslâm’ın ilk çilekeş ailesi... Allah ve Rasûlü yolunda can veren ilk şehidler…

Sümeyye binti Habbat, Mahzumoğullarından Ebû Huzeyfe İbni Muğîre’nin câriyesi idi. Hizmetiyle kendini sevdirmişti. Ebû Huzeyfe, onu Yâsir ile evlendirdi. Yâsir, Yemen’den kalkıp Mekke’ye gelen ve Ebû Huzeyfe’ye sığınarak yanında çalışan bir gençti. Çocukları olunca Yâsir’i âzad etti.

Bu evlilikten büyük sahâbî Ammar bin Yâsir -radıyallâhu anhümâ- dünyaya geldi. İslâm’ın ilk günlerinde bu bahtiyar âilenin fertleri birlikte İslâm’la şereflenerek birer îman fedâîsi oldular. Azgın müşriklerin akıl almaz işkencelerine mâruz kaldılar. Mekke’de kendilerini koruyacak kimseleri olmadığı için en acılı, en şiddetli işkencelere tâbî tutuldular. Başta Mahzumoğulları olmak üzere, Kureyş müşriklerinin en ağır işkencelerine uğradılar. Güneşin en sıcak olduğu öğle vakitlerinde, kızgın kumlar üzerinde câniler tarafından develere bağlatılarak sürüklendiler. Kor parçası alev alev yanan kayalarla vücutları dağlandı. Ama onları aslâ îmanlarından döndüremediler.

Yâsir âilesi, îmanda sebat etmenin en güzel örneğini verdiler. Canları pahasına da olsa Allâh’a ve Rasûlü’ne inanmanın ne büyük saâdet olduğunu gösterdiler. Karı-koca birlikte şehid edildiler. Yâsir -radıyallâhu anh- ile Sümeyye -radıyallâhu anhâ- İslâm’ın ilk şehidleri olarak tarihin şeref sayfalarına geçtiler.

Birgün İki Cihan Güneşi Efendimiz, bu kahraman âileye işkence yapılan yere gitti. Uzaktan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in geldiğini görünce acılarını unutarak O’na doğru bakmaya başladılar. Sanki O’nu karşılamak istercesine gözlerini O’ndan ayırmadılar. Yapılan işkencelere aldırış etmeden O’nu görmenin sevinciyle ferahladılar. Yanlarına yaklaşınca, Rahmet Peygamberi Efendimiz onların dirençlerini artıracak, îmanlarını koruma konusunda sabır ve tahammül gücü verecek, çektikleri ezâ ve cefâlara karşı tesellî ve teskîne vesîle olacak şu müjdeyi verdi:

“-Sabredin ey Yâsir âilesi! Sabredin ey Yâsir âilesi! Sizi cennetle müjdelerim.”

İslâm’ın ilk çilekeşlerine ebedî kalacakları yurdu, yani cenneti vaad ederek, Dârüsselâm’ı (selâmette kalınacak yeri) hedef olarak gösterdi. Ama insan âcizdi. Zayıf yaratılmıştı. Günler hep böyle işkence altında mı geçecekti. Yâsir -radıyallâhu anh- büyük bir teslimiyet içerisinde tekrar:

“-Yâ Rasûlallah! Vakit hep böyle mi geçecek?” diye sordu.

Şefkat Peygamberi Efendimizin de yüreği sızlamaktaydı. Onlara yapılan işkenceyi kendine yapılmış gibi yüreğinde hissetmekteydi. Ama beşer olarak bir mücâdele verilmesi gerekiyordu. Onların direnmelerini istedi ve:

“-Allâh’ım, Yâsir âilesine rahmet ve mağfiretini ihsan et!..” diye duâ etti. Onları ancak bu şekilde tesellî etmeye çalıştı.

Aradan birkaç gün geçmişti. İşkenceler devam etmekteydi. Yâsir -radıyallâhu anh- yaşlı idi. Yapılan ezâ ve cefâlara dayanamadı ve rûhunu teslim etti. Allah ve Rasûlü yolunda, îman mücâdelesinde erkeklerden ilk şehîd olma bahtiyarlığına erişti.

Ebû Cehil’in amcası Ebû Huzeyfe, Yâsir’in şehâdetinden sonra bütün hıncını Sümeyye ve oğlu Ammar’dan almak istedi. Zalimliğinden bitkin bir hâlde kalmış ve yorulmuştu. Amcası Ebû Cehil’e:

“-Sümeyye’nin işini de sana bırakıyorum.” dedi.

Ebû Cehil kininden, kibrinden gözü dönmüş vahşîler gibi Hazreti Sümeyye -radıyallâhu anhâ-’ya doğru yöneldi ve öfke ile:

“-Sen güzelliğine âşık olduğun için Muhammed’e îman ettin.” diye hakaret etti.

Sümeyye anamız da o sefih kişiye ağır lâflar söyleyerek karşılık verdi. Ebû Cehil iyice kudurdu. Duyduğu lâflarla suratına tükürülmüşe dönen sefih, zâlim ve vahşî müşrik herif elindeki mızrağı Sümeyye annemize saplayarak onu şehid etti.

Ne yüce îman!.. Ne sabır!.. Ne tahammül!.. Ve ne güzel son!.. Zâlimin karşısında susmamak ne şecaat!.. Hakkı savunmak ve her yerde haykırmak, ne kahramanlık!.. Îman ne büyük güç!.. Îmansız yürek, hakîkaten sînede yük!.. Allâh’ım, bizleri de birer îman fedâisi eyle!.. Üç günlük dünyaya aldananlardan eyleme!.. Dâimâ hakkı tutup kaldırabilmeyi nasîb eyle!.. Îmanla yaşayıp îmanla Sana kavuşanlardan eyle!.. Amin.

Hazret-i Sümeyye -radıyallâhu anhâ- İslâm’ın ilk hanım şehidi olma bahtiyarlığına eren cesur bir îman eridir. İslâm uğruna katlandığı fedâkârlıklarıyla ün salmış, Allah ve Rasûlü yoluna canını koymuş bir kahraman anne…

Hazret-i Sümeyye -radıyallâhu anhâ-’nın oğlu Ammar bin Yâsir -radıyallâhu anh- işkenceden kurtulunca doğru İki Cihan Güneşi Efendimizin huzuruna vardı. Annesinin böylesine acı bir şekilde şehid edilmesine çok üzüldüğünü ve artık yapılan zulümlere tahammüllerinin kalmadığını bildirdi. Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz yine Ammar -radıyallâhu anh-’a sabır tavsiye etti. Haklarında:

“-Allâh’ım! Yâsir âilesinden hiç birisine ateş ile azap etme.” diye duâ buyurdu.

Ümmetin Firavun’u diye nitelendirilen azgın müşrik Ebû Cehil, Bedir Savaşı’nda öldürüldü. Şefkat Peygamberi Efendimiz, o gün Ammar -radıyallâhu anh-’a hitâben:

“-Allah Teâlâ, annenin katilini öldürdü.” buyurdu.

Rabbimiz, bu îman fedâisi âileye rahmetini bol eylesin. Cümlemize onların mücâdele aşkından, sabır ve metânetinden hisseler alabilmeyi ve şefaatlerine erebilmeyi nasîb eylesin. Âmin. (Mustafa Eriş, Hanım Sahabîler-2)

* * *

Bedir savaşına erkeklerin yanında kadınlardan da katılmak isteyenler çıkmıştı. Bunlardan biri olan Ümmü Varaka da, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e koşmuş:

“-Ey Allâh’ın Rasûlü! Bana müsâade buyurunuz; yaralıları tedâvî eder, hastalarınıza bakarım. Olur ki, Allah, beni şehîdliğe erdirir!” demişti.

Allah Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- de ona:

“-Sen evinde oturup Kur’ân oku; muhakkak ki Allah, sana şehîdlik nasîb eder!” buyurdu.

Bundan sonra Ümmü Varaka, ashâb arasında “Şehîde” adıyla meşhûr oldu. O da şehâdete karşı çok iştiyak sahibiydi. Nihâyet Hazret-i Ömer devrinde birtakım cânîler tarafından üzerine kadife örtü bastırılıp şehîd edildi. Bunu işiten Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- şöyle dedi:

“-Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, “Şehîde”yi ziyâret etmemizi sık sık bize tavsiye buyururlardı. Doğru imiş!..” (Osman Nûri Topbaş, Nebiler Silsilesi-4)

* * *

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz zamanında, Amr’ın kızı meşhûr şâire Hansa, çok güzel kahramanlık şiirleri söylerdi. Müslüman olduktan sonra, İslâm onu, üstün bir ferâgât ve fedâkârlık timsâli yapmış ve îmânda kemâle erdirmişti. Dört çocuğu Kadisiye Harbi’nde şehîd olduğu hâlde, cesâret ve sebâtında aslâ bir sarsılma olmamıştı. Aynı İslâmî şuûrunu muhâfaza ederek şehîd anası olmanın verdiği tesellî, ona evlâd acısını bile unutturmuştu.

Şâire Hansa, muhârebe meydanına giderek çocuklarını şu târihî sözleriyle coşturmuştur:

“Benim kahraman evlâtlarım,

Yemin ederim ki, siz aynı ananın ve aynı babanın çocuklarısınız. Ben kocama ihânet etmiş bir kadın olmadığım gibi, babanız da mâzîsi lekeli bir insan değildir. Hem de ben, zorla değil de kendi isteğimle İslâm’ı kabûl ettim. Ve yine kendi arzumla hicret ettim. Sizler işte böyle tertemiz bir mâzîye sâhipsiniz. Sizden; gireceğiniz savaşta bu asâletinize uygun bir cesâret ve celâdet bekliyorum. Din düşmanlarına ilk hücûm eden sizler olmalısınız. Sizlerin arkada değil, dâimâ en ön safta çarpıştığınızı görmeliyim. Çünkü bu harp, eski savaşlarımız gibi âdî menfaatler uğruna yapılan çapulculuk ve yapmacılık hareketi değildir. Elleriyle yaptıkları putlara tapan, kız çocuklarını diri diri gömecek kadar vahşete devam eden putperestlere, doğruyu ve hakkı gösterme hareketidir. Kısaca bu cihâdda emir Allah’tan, kumanda da Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dendir. Başka söze ne hâcet!..”

Bu sözlerden sonra çocuklarını ayrı ayrı kucaklayan şâire Hansa, ilâve ederek diyor ki:

“-Ya İslâm’ın zafer bayrağını Kadisiye’de dalgalandıracaksınız; yahut da dîn uğruna cihâd ederek şehîd olduğunuzu duyacağım!..”

Bir annenin evlâtlarına karşı böyle kahramanca konuşması, orada bulunan diğer mücâhidleri de coşturuyor ve Kadisiye’de İslâm’ın zafer bayrağının dalgalanmasına sebep oluyordu.

Nitekim öyle de olmuştur. Hasta yatağında yatarken dört oğlunun da şehâdet haberi getirilince:

“-Yâni ben, şehîd anası mı oldum şimdi?” diye soruyor.

“-Evet.” diyorlar, “Hem de dört şehîd anası...”

Tekrar soruyor:

“-Zafer kimlerde?”

“-Zafer, Müslümanlarda… Şimdi Kadisiye’de İslâm’ın bayrağı dalgalanıyor!..” diyorlar.

“-İslâm’ın bir zaferi için dört oğlum da fedâ olsun!..” diyen Hansa Hatun, ellerini kaldırarak şöyle yalvarıyor:

“-Yâ Rabbî! Bana emânet ettiğin dört kahramanı, yine senin dînin uğrunda fedâ etmiş bulunuyorum. Artık beni şehîd anaları defterine kaydeyle!. Benim için şehîd anası olmak kâfî ikramdır. Bunu benden esirgeme!..”

Her ne zaman Hansa Hatun’dan söz edilse, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-Efendimiz, O’nun için:

“-Örnek bir İslâm kadını...” buyururlardı.

* * *

Sümeyra Hatun, Uhud Savaşı’nda Müslümanların mağlubiyet haberini alınca çok üzülmüştü. Babası, kocası, kardeşi ve iki oğlu da savaşa katılmıştı. Acaba durumları ne olmuştu? Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz hakkında da birtakım şâyialar duymuştu. Merak içerisinde kalmıştı. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz hakkında sağlam bilgi alabilmek için hanım sahâbîlerden bir grup ile Uhud’a koştu.

Sümeyra Hatun, savaş meydanına girince babasının, kocasının, kardeşinin ve oğlunun şehid olduğunu öğrendi. Hattâ ok ve kılıç darbeleriyle paramparça olmuş cesetlerini gördü. Sahâbîler, Sümeyra Hatun’a baş sağlığı diliyor, sabır tavsiyesinde bulunuyorlardı. Bu şekilde onu teselli etmeye çalışıyorlardı. O ise, metânetini bozmadan, vakur bir şekilde ısrarla Rasulullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i soruyordu. Onun sağlığı, sıhhati hakkında bilgi almak istiyordu. Kendisine sabır dileyen sahâbîlere:

“-Rasûlullah ne yapıyor? Nasıldır?” diye sorular yöneltiyordu.

Ashâb-ı kiram, onun acısını paylaşmak istiyor; o ise, bir an önce Rasûlullâh’ı görmek istiyordu.

Sümeyra Hatun’un bu engin muhabbetine hayranlıkla şâhid olan ashâb-ı kiram, onun suallerine şöyle cevap veriyorlardı:

“-Allah’a hamd olsun O iyidir. Senin istediğin gibidir.”

Fakat bütün bu gayretler, onun kalbindeki ıztırabı bir türlü dindirmiyordu. Bizzat kendisi Sevgili Peygamberimiz’i dünya gözüyle görmek istiyordu. Gözleri savaş meydanında hep O’nu arıyordu.

Sümeyra Hatun, kendisini teskin etmeye çalışan ashâb-ı kirama âdeta yalvarırcasına:

“-O’nun bulunduğu yeri bana bildirin. O’nu bana gösterin de O’na bir bakayım?” dedi.

Sahabîler, İki Cihan Güneşi Efendimizin bulunduğu tarafı işaret edince Sümeyra Hatun derhal o tarafa yöneldi. Koşarak oraya gitti. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in sağ olduğunu görünce, Rabbimize şükretti ve:

“-Anam-babam Sana fedâ olsun, yâ Rasûlallah! Sen sağ olduktan sonra her türlü musibet hiç gelir bana!..” diyerek gönlündeki derin muhabbet ve hasreti dile getirdi.

“Sen sağ olduktan sonra” sözüyle dünyada her şeyin, her acının, her üzüntünün önemsiz olduğunu bu örnek davranışıyla göstermiş oldu. İşte onlar Rasûlullah’ı böyle seviyorlardı. Ashâbı yıldızlaştıran, erişilmez yapan sır da bu değil miydi?

Ne derin muhabbet!.. Ne kavi îman!.. Ne hasret!.. Ne metânet!.. Ne sabır!.. Ne teslimiyet!.. Ne güzel örnek!..

Allâh’ım, bizlere de o aşk ve muhabbeti lûtfeyle!.. Îmanımızı kavî, davranışlarımızı güzel eyle!... Allah ve Rasûlullah sevgisini gönlümüzde daima önde tutabilmeyi müyesser eyle!... Ashâb-ı kirâmın bu nevî örnek davranışlarından hisseler alabilmeyi nasib et!... Sümeyrâ Hatun -radıyallâhu anhâ-’nın şefaatlerine cümlemizi nâil eyle!... Âmin. (Mustafa Eriş, Hanım Sahabîler)

*

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurmuşlardır ki:

“Şehidde yedi haslet vardır:

1-İlk kanının aktığında mağfiret olunur.

2-Cennette makamını görür.

3-Cennette hûr-ı îynden yetmiş kişi ile nikâhlanır.

4-Kabir azabından kurtulur.

5-Korkunç hesab gününden emîn olur.

6-Başına yakuttan vakar tâcı konur.

7-Ehl-i beytinden yetmiş kişiye şefaat eder.” (M. Sami Ramazanoğlu, Uhud Gazvesi, sh: 52)

*

 

MEKKE’DE BİR HUTBE

 

Bir Cum’a vakti Mekke haremine yetişemeyip mahalle aralarında bir küçük câmide Cum’a namazını edâ etmek mecbûriyetinde kalmıştım. Bu küçük mescidin minberinde heybetli bir imam, asâsına dayanarak hutbe îrâd ediyordu. (…) Hutbede söylediği şu sözler yıllar geçtikten sonra bile hâlâ kulaklarımda çınlamaktadır:

“-…Allah yolunda cihad eden bir milleti Cenâb-ı Allâh’ın nasıl azîz kıldığını, o yoldan vazgeçince de nasıl zelîl kıldığını anlamak isteyenler, şu Türk Milleti’ne baksınlar. Bakınız, onlar Allah yolunda cihâd ederken şu Hicaz kıtasına anlı-şanlı vâlîler, kumandanlar gönderirlerdi. Allâh’ın dîni uğruna cihad etmekten vazgeçince, eli kazma-kürekli amele göndermeye başladılar. Bu azîm fark, onların Allah yolunda cihâd etmekten vazgeçmiş olmalarından başka bir sebeple îzâh edilemez….”

Hatîb, daha birçok şeyler söyledi. Ama bence onun sözlerindeki şu misâl cihan değerinde bir ikazdı. Ben de o cemaat arasında bir Türk olarak bulunduğum hâlde vicdânım, o hatîbin bu sözlerini tasdik mecburiyetinde kalmıştı. (Kadir Mısıroğlu, İthaflı Fıkralar, Sebil Yayınları)

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle