Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye’nin, İslâm Dîni’nin iki temel kaynağı olduğu; tartışılmayacak îmânî hakikatlerdendir. Kur’ân-ı Kerîm, Âlemlerin Rabbi’nin ilâhî emirleri, Sünnet-i Seniyye ise, bu ilâhî emirlerin Allah tarafından seçilmiş ve her an kontrol altında tutulan Peygamber tarafından uygulanmış hâlidir. Bir kitap ve onu okuyup öğretecek, uygulayacak bir peygamber göndermek, insanlık tarihi boyunca Allâh’ın değişmeyen sünnetidir (Sünnetullah)...
Peygamberler, Allah tarafından seçilmiş kimselerdir. Bir insan kendi çalışma ve gayretiyle peygamber olamaz. Peygamberler, aynı zamanda Allâh’ın husûsî himâyesinde ve O’nun çizdiği çerçeve içinde vazifelerini icra ederler. Mâsumdurlar. Zelle türünden hatalarının dahî birçok sebep ve hikmeti vardır. Bu yüzden ümmetleri, Peygamberlerine hem inanmak, hem de tâbî olmak zorundadırlar. Aksi hâlde îmanlarında da ciddî bir problem var demektir. Çünkü peygamberler insanları kendilerine değil, Allâh’a davet ederler.
Bu prensip son din, son peygamber ve son kitap için de geçerlidir. Ancak maalesef bugün bazıları, Kitap ile Peygamber’i birbirinden ayırmakta; hattâ Kitab’ın âyetlerinden bir kısmına inanıp bir kısmını görmezden gelmektedir. Bunu da Peygamber Efendimiz’in hadîs-i şerîfleri ve Sünnet-i Seniyye’si üzerinden sinsice yapmaya çalışmaktadır.
İslâm Dîni’nin İki Temelinden Biri: Sünnet-i Seniyye
Mü’min olmanın ilk adımı, Kelime-i Şehâdet’le; yani Peygamber Efendimiz’in Allâh’ın Rasûlü olduğuna îman, O’nu ikrar ve tasdikle başlamaktadır. O’nun peygamberliğini kabul etmeden müslüman olunamaz. O, sadece Kitab’ı getiren bir “postacı” mıdır? O’nun dindeki yeri nedir? Sözünün ve hayatının bir mânâsı ve ehemmiyeti yok mudur?
Rasûlullâh’a itaatin, Allâh’a itaatin bir şartı olduğu, Kur’ân-ı Kerîm’de sık sık vurgulanmıştır:
“Kim Rasûl’e itaat ederse, Allâh’a itaat etmiş olur.” (en-Nisâ, 80)
“Biz hiçbir peygamberi, Allâh’ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir maksatla göndermedik...” (en-Nisâ, 64)
Kur’ân-ı Kerîm’in en büyük tefsiri, bizzat Peygamber Efendimiz’in Sünnet’i ve hadîs-i şerîfleridir. Hadîs-i şerîfler ve onların bütünü demek olan Sünnet-i Süniyye, günümüze kadar büyük nisbette korunarak gelmiştir. Onların muhafaza edilerek sonraki nesillere ulaştırılması, İslâm Dîni’nin de doğru anlaşılması ve korunması demektir. İşte tam da bu sebeple ashâb-ı kirâm ve selef-i sâlihîn, canla-başla bu dâvâya hizmet ettiler.
Peygamber Efendimiz’e ve O’nun sözleri ile davranışlarına (Sünnet) bağlılık ve teslîmiyet, îman ölçüsüdür. Zira âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:
“Aralarında hükmetmesi için Allâh’a ve Rasûlü’ne çağrıldıkları zaman, mü’minlerin cevâbı, «İşittik ve itaat ettik!» sözünden başka bir şey olmaz. Kim Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat eder, Allah’tan korkar ve O’nun azâbından korunursa, işte sonunda kazanacak olanlar onlardır.” (en-Nûr, 51)
“De ki (ey Habîbim!): Allâh’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. De ki: Allâh’a ve Peygamber’e itaat edin, eğer dönerseniz muhakkak ki Allah kâfirleri sevmez.” (Âl-i İmrân, 31-32)
“Allâh’a ve Peygamber’e itaat edin ki, size de merhamet edilsin.” (Âl-i İmrân, 132)
“Allah ve Rasûlü bir konuda hüküm verdiği zaman artık mü’min bir erkeğin veya kadının kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Zira kim, Allâh’a ve Rasulü’ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (el-Ahzâb, 36)
Bütün bu âyet-i kerîmelerden anlaşılıyor ki, bir sözü (hadîsi) Peygamber Efendimiz’in söylediği kesinleşmişse, mü’minin başka bir şeyi tercih etme hakkı yoktur. Bu sahih sünnete tâbî olmak veya olmamak hâli, insanın kalbindeki îman, nifak ve küfrü ortaya koyan bir turnusol kâğıdı gibidir.
Hangi hadîsin sahih olup olmadığını tesbit ise; îman, takvâ, istikamet ve ilim sahibi olan ehil kimselerin salâhiyetindedir. “Kafasına göre” fetvâ veren, “aklına uymayanı” kabul etmeyen ve çoğunlukla çarpıtılmış bir zihin ve gönül dünyasının mahsulü, hevâ ve hevesinin zebûnu kimselerin hadisler konusundaki şâhitlik ve hakemliğine müracaat edilemez!
Sosyal Hayatta Peygamber Efendimiz
Bütün peygamberler gibi Peygamber Efendimiz de, Allah Teâlâ tarafından vahyi açıklayıcı, anlatıcı olarak vazifelendirilmiş, “üsve-i hasene” olarak tanıtılmıştır. Bunun yanında O beşerî vasıflarından dolayı bir eş, bir baba, bir akraba, bir arkadaş, üzülen, sevinen ve korkan bir insandır. Yetim olarak dünyaya gelmiş, öksüz kalmış, evlenip ticaretle uğraşmıştır. Bütün insanlar için ortak olan özellikler, onun için de geçerlidir. Hattâ bazı beşerî zaaflarından dolayı zaman zaman Âlemlerin Rabbi tarafından uyarılmış, ikaz edilmiştir. Yaşayan insanların kendi içlerinden bir peygamberleri olması, onlarla irtibat kurmayı ve dîni yaşamayı kolaylaştırmıştır. Bunu Peygamber Efendimiz de sık sık dile getirmiştir. Meselâ;
1- Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, peygamberlik vazifeleri yanında sosyal hayatta bilgi ve tecrübe gerektiren dünyevî konularda yanılabileceğini itiraf etmiş, ashâbının fikirlerine önem vermiş, onlarla istişâre etmiştir. Hicret sonrasında Medîne hurmalıklarının aşılanması[1] meselesinde olduğu gibi...
2- Rasûlullâh’a getirilen davalarda bazen yanılabileceğini belirterek bu durumda dâvâlı ve dâvâcının zâhire göre değil, hâdisenin kendi bildikleri iç yüzüne göre hareket etmelerini istemiştir. (Bkz. Buhârî, Şehâdât, 27)
3- Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Kur’ân’ın hayata uygulanması hususunda; “Benim namaz kılışımı gördüğünüz gibi namaz kılın!”[2] dediği hâlde şahsî hayatının zevk ve tercihlerini başkalarına empoze etmemiştir.[3]
4- Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, insanlar arasında en üstün ve seçilmişleri iken ashâbıyla istişâre etmiş ve kendisine yapılan mâkul tavsiyeleri kabul edip uygulamıştır. Bedir, Uhud, Hendek vb. gazvelerde ashâbıyla istişare etmiş ve onların tavsiyelerine riayet etmiştir.[1]
5- Kendisi de diğer insanlar gibi bir beşer olan Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ashâbını ve ümmetini, ifrat ve tefrite karşı uyarmış; onlara dâimâ îtidal üzere olmalarını öğütlemiştir.[2]
6- Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sahâbenin yaptığı birçok güzel davranışı takdir etmiş, diğerlerine örnek göstermiştir. Meselâ Bilâl-i Habeşî’nin sabah ezanına eklediği “Essalâtü hayrun mine’n-nevm” ibâresini tasvip etmiş, bunu sabah ezanında okunmasına müsaade etmiştir.
Sünnet: Hayata Geçirilmiş Kur’ân
Sünnet; yol, tarz mânâlarına gelen bir hayat şeklidir. Peygamber Efendimiz’in sözleri, davranışları (fiil) ve görüp de müdâhale etmediği, bir mânâda onay verdiği hâl ve hareketlerin (takrir) bütünüdür. Bir diğer tâbirle Kur’ân’ın müslümana yüklemiş olduğu sorumlulukların ete kemiğe bürünmüş şeklidir. Bu sebeple Allah Teâlâ;
“Andolsun Allâh’ın Rasûlü’nde sizin için -Allâh’ı ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allâh’ı çok zikreden kimseler için- güzel bir örnek vardır.” (el-Ahzâb, 21)
“…Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah’tan korkun. Çünkü Allâh’ın azâbı şiddetlidir.” (el-Haşr, 7) buyurmuştur.
Bugün ellerimize ulaşan ciltler dolusu hadîs-i şerîfler ise, Peygamber Efendimiz’i ve Sünnet-i Seniyye’yi bizlere anlatan mübarek sözlerdir. Hadis/Sünnet; Kur’ân’ın daha iyi anlaşılması, daha doğru yaşanması için sağlam bir temeldir. Allah Rasûlü, tefsir olunmuş bir Kur’ân ve yaşayan bir İslâm’dır. Hazret-i Âişe’nin veciz ifadesiyle, “O’nun ahlâkı, Kur’ân’dır!”[3]
[1] Bkz. İbn-i Hişam, es-Siretü’n Nebeviyye, II, 192; III, 16; 133-134. Ayrıca bkz. Buhârî, Cenâiz, 76.
[2] Buhârî, Libâs, 43.
[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 163.
[1] Daha geniş bilgi için bk. Müslim, Fedâil, 140-141.
[2] Buhârî, Ezan, 18.
[3] Misaller için bkz. Buhârî, Zebâih, 13.
YORUMLAR