Sarayların Sultanı, Mahfuz Kristaller

“Teberruc” kelime olarak, “Gelenek göreneğe aykırı şekilde açık olmak, çıplak ve örtüsüz kalmak” demektir.

Istılâh olarak ise; “Kadının yaratılıştan gelen (tabiî) veya sonradan kazanmış olduğu (sun’î) güzelliklerini; gösterilmesi meşrû olmayan yerlerde sergilemesi; süs, davranış ve sesiyle yabancı erkeklerin dikkat ve ilgisini çekmesi” demektir.

Aynı kökten gelen “burûc” kelimesi, Kur’ân-ı Kerîm’de “burç” kelimesinin çoğulu olarak “Burûc Suresi”nde geçer. Arapçada burç kelimesi, “köşk ve sarayların görkemli ve dikkat çeken yerleri” için kullanılır. Kur’ân-ı Kerîm’de “Teberruc yapmayın, güzelliklerinizi sergileyerek dikkat çekmeyin!” emri de kelimenin bu kök mânâsından gelmektedir.

İbnü’l-Esîr, güzelliklerini gizlemeyerek sergileyen kadınları, bu dikkat çeken burçlara, şatolara benzetmiştir.

Büyük tefsir âlimi Zemahşerî -rahmetullâhi aleyh- de teberrucu, “kadınların ziynetlerini ve güzelliklerini yabancı erkeklere göstermeleri, bunun için özel çaba harcayarak süslenmeleri” diye târif etmiştir.

Müfessir Kurtubî ise teberruc kelimesini, “kadınsı fıtratını gizlemeden cilveyle yürümek, vücut hatlarını belli eden ince elbise ile dışarı çıkıp dikkat çekmek, kapanması gereken gerdanlık, küpe ve boynu açık bırakmak” olarak açıklamıştır.

Ayrıca aynı kökten gelen “barice” kelimesi de, perdesi/yelkeni olmadığından üstü açık olan gemiler için kullanılmıştır.

 

Evde, Sokakta, Toplumda Kadın!

Kadın, âilede ve toplumda çok farklı bir önem arz ettiği için, her dâim korunmuş, saklanmış ve muhafaza altına alınmıştır. Kur’ân-ı Kerîm, bu korunmuşluğun sınırlarını zorlayan her türlü faaliyet ve sözü, “câhiliye davranışı” ve “ahlâkî bir zaaf” olarak vasıflandırmıştır. Bu sebeple, kadının eğitim ve terbiyesine çok büyük önem vermiştir. Tâ ki adlarına özel bir sûre indirip haklarında birçok hükümler vaz’etmiştir.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sohbetlerine, kadınların özellikle katılmasını istemiş, mescitte onların rahat girip çıkabilmeleri için özel kapı yaptırmıştır.

Bizler de Şebnem Dergisi olarak geçmiş sayılarımızda; kadını fert olarak toplumda, anne olarak âilede, insan olarak psikolojide ve sosyolojide uzun uzun işledik, işlemeye devam etmekteyiz. Nitekim kadın, yaratılışı gereği zayıf, ama bir o kadar da tesirli/aktif bir varlıktır. Fıtrat gereği süse, güzel giyinmeye, gösterişe düşkün; bunun yanında zarif, nâzik, beğenilmeyi ve güzel sözü seven, hassas bir varlıktır. Bu sebeple Âlemlerin Rabbi, onu evin ziyneti, süsü, mürebbîsi olarak tasvir etmiş, kendisine hukûkî anlamda fazla yük yüklememiştir. Hattâ evinin içerisinde büyük bir serbestiyet tanımış; eşine karşı süslenmesini, eğlenmesini teşvik etmiştir. Evinde eşiyle geçirmiş olduğu hoş vakitleri, “ibadet” olarak kabul ederek hem güçlü âile bağlarını, hem de fıtratı muhafaza etmiştir.

Bu sürecin sağlıklı ilerlemesi, yani helâl dairede fıtratın uygulanması, âile bağlarını kuvvetlendirirken sevgi ve iletişimin sağlıklı gelişmediği ailelerde fertler hem psikolojik, hem de sosyolojik, büyük sıkıntılar yaşamaktadırlar.

 

Tesettür mü, Teberruc mu?

Kadın, toplumda var oluşundan sesine, sözüne, davranış ve fikirlerine kadar, müsbet veya menfî her şeyi ile “örnek”tir. Başta âile olmak üzere mahallenin, toplumun, devletin refah ve asayişini belirleyebilme gücüne sahiptir. Buna kadîm tarihimizde çok sık rastlarız. Hazret-i Havvâ validemizle başlayan tarih; Hazret-i Sâre ve Hazret-i Hacer validelerin imtihanları, Hazret-i Yûsuf’un zindanı Züleyha Hatunlarla devam etmiştir. Yakın tarihimizde ise vâlide hatunlar ve câriyeler, zaman zaman sarayın âsâyişine müsbet veya menfî tesir eden hâdiselerin içinde olmuşlardır.

Fıtratındaki nezâket, zariflik ve güzellikle evlerin süsleri, mürebbîleri olan kadınlar, son zamanlarda da kapitalizmin sermayesi hâline gelmiştir. Özellikle -sözüm ona tesettür giyimi dahî- eksen ve gâye değişimine uğramış, kıyafetlerinin “tesettür mü, teberruc mü” olduğu, tartışılır hâle gelmiştir. Nitekim günümüzde kadının vücut hatlarının ve güzelliklerinin gizlenmesi/setredilmesi için tercih edilen kıyafet ve örtülerin, en başta kendisi dikkat çekip sahibini farklı bir güzellik sergilemeye sevk etmektedir. Bol renkli, şeffaf ve alımlı kıyafetler, gayr-i irâdî çevrenin bakışlarını celbedip beğeni ve ünsiyeti artırmakta; buna bir de kadının setredilmemiş sesi, sözü, davranışları eklendiği takdirde “Lâ teberrecne: Açılıp, saçılmayın, gösteriş yapmayın!” emrine muhalif olunmaktadır.

Günümüzde adı tesettür olan bu kıyafet ve örtüler; “Açılıp güzelliklerinizi göstermeyin!” emrinin, yani cahiliyedeki teberrucun modernleşmiş şekillerinden biri olarak ayrı bir tehlike arz etmektedir.

Şöyle ki, kendisine maddî-mânevî her şeyi ticârî metâ kabul eden ve hiçbir mânevî değer gözetmeksizin en yüksek kârı hedefleyen kapitalizm, son zamanlarda tesettür ürünlerini gündemine alarak reklâmlarla piyasaya pervâsız ürünler sunmaktadır. Artık insanlar eskisi gibi, yavaş yavaş, birbirinden görerek ve beğenerek değil; her an ellerinin altında bulunan internetten, sosyal medyadan, televizyondan izlediklerini tercih ederek ölçüsüzce alışveriş yapmaktalar.

Firma isimlerinin “tesettür mağazası” olması ve kıyafetlerin açık olmaması yeterli şart kabul edildiği için, gönüller de tatmin olmakta... Oysa hadîs-i şerîflerde haber verilen “giyinik çıplaklar”ın hedefi tam da burasıdır; yani vücutlarının örtülü, ama setredilmemiş; kapalı, ama gizlenmemiş olduğu, çevredeki gözleri üzerine çekecek derecede güzel ve beğenilir olduğu, geleneğin hiç alışık olmadığı renk ve modellerle alımlı olduğu…

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- “giyinik çıplaklar” hususunda şöyle buyurur:

“Ümmetimin son dönemlerinde, giyimli fakat çıplak birtakım kadınlar olacak! Bunların başlarının üstü, deve hörgücü gibi bulunacaktır. Bunları lânetleyin, çünkü onlar lânetlenmişlerdir.” (Ahmed b. Hanbel, II, 223)

 

Teberruc Yapmayın!

Vahyin nâzil olmaya başladığı câhiliye döneminde, Âlemlerin Rabbi, Ahzâb Sûresi’nde:

“Evlerinizde vakarla oturun. Önceki câhiliye kadınlarının teberrucu gibi teberruc yapmayın- süslerinizi teşhir ederek dolaşmayın…” (el-Ahzâb, 33) buyurmuştur.

Kadının kendini gizlemesi ve bulunduğu ulvî konumunun gereğini yerine getirmesi ile başlayan süreç, “övülen ashâb”ın temelini oluşturmuştur. Modern câhiliye olan günümüzde ise bu emir, nefislere hoş gelen kıyafetler içerisinde gezmekten ve beğenilmekten hoşlanan biz kadınlara gelmektedir. Bu hususta her birimiz nefis muhasebesi yapıp kendimizi hesaba çekmeliyiz. Gardroplarda bulunan, eskimemiş, ama demode (!) olmuş kıyafetler dururken niçin bol renkli, yeni, şık kıyafetler tercih etmekteyiz?

Yeni aldığımız örtülerimiz, niçin eskileri gibi daha bol, sade ve vakarlı değil?

Ya pantolonların ve montların erkek kıyafetleri olduğunu bildiğimiz hâlde, hangi mazeretler bunları kullanmamıza cevaz vermekte?

En acısı ise ardımızda kapanmayan sâlih amellerimiz olan yavrularımıza, “Daha gençtir, giyinsin süslensin!” diye uygun olmayan, kendimizin bile giyemeyeceği kıyafetlere izin verip teşvik etmemiz…

* * *

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurur ki:

“Ümmetimden henüz görmediğim, benden sonra gelecek, cehennemlik iki sınıf vardır. Bunlardan bir sınıf kadınlar, giyinik oldukları hâlde (kıyafetleri, kalın sık ve geniş olmadığı için) çıplak hükmünde olanlardır. İkinci sınıf ise, başları deve hörgücü gibi olan kadınlardır. Bu kadınlar, Cennete girmek şöyle dursun, onun kokusunu bile alamazlar. Hâlbuki cennetin kokusu, çok uzak mesafeden bile hissedilir.” (Müslim, Libâs, 25)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kadınların fıtrat gereği el ve kollarına takı takmalarına, meşrû sınırlar içerisinde süslenip eğlenmelerine izin vermiş, hattâ bunu teşvik etmiştir. Ama kastedilen, günümüzdeki, sözüm ona, “bakım” denilen, yaratılışa müdahale edilen, süslenme ve güzelleşme değildir.

“Süslenme”, var olanı değiştirmek değildir; aksine onların temizlik ve bakımlarını yaparak hoş hâle getirmektir. Bugünkü gibi Allah Teâlâ’nın yaratmış olduğuna müdâhale ederek, istenilen arzu ve incelikte, ancak aslından farklı hâle büründürmek değildir! Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yaratılışa müdâhale olan bu süslenmeleri reddetmiş ve hadîs-i şerîflerinde ümmetini şöyle uyarmıştır:

“Dövme yapan ve yaptırana, yüzdeki tüyleri aldıran ve estetik için dişlerini seyrelttiren kadınlara Allah lânet etsin.” (Müslim, Libâs, 33)

“Kaşlarını yolduran ve bu işi yapan kadınlara lânet olsun.” (Tirmizî, Libas 25, Edep 35)

“Başkalarının duyması için koku sürünerek dışarı çıkan kadın, zinâ etmiş gibi (günah kazanır).” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, VI/ 400, 414)

“Kadının, kocasından başkası için güzel koku sürünmesi, ateş ve zilleti satın alması demektir.” (Nehcü’l-Fesâha, 1, 36)

“Takma saç takan, taktıran, kaşları incelten, dövme yapan ve yaptıran lânetlenmiştir.” (Ebû Dâvûd, Tereccul, 5)

“Kadınların kötüsü, teberruc yapanlardır. Onlar münâfıktırlar. Onların cennete girecek olanları çok azdır.” (Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, VI, 602)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kızı Fâtıma -radıyallâhu anhâ-’ya hitâben:

“-Ey Fâtıma! Herhangi bir kadın, güzel bir şekilde süslenir ve güzel bir elbiseyle evinden çıkarak insanların dikkatini üzerinde toplar ve kendisine bakmalarını sağlarsa, yedi göğün ve yerlerin melekleri ona lânet eder.” buyurmuştur. (Şehabü’l-Ahbâr)

* * *

Bütün bunların yanında kurtuluş müjdesini, yine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle beyân etmektedir:

“İçinde dört sınıf insan bulunan toplumlar, belâlardan mahfuzdurlar.

1- Zulmetmeyen âdil yönetici,

2- Hidâyet üzere yaşayan âlim,

3- Mârufu emreden, münkerden sakındıranlar,

4- İlk câhiliye teberrucu ile teberruc yapmayan kadınlar.” (Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, IV, 49)

PAYLAŞ:                

Seher Küçük

Seher Küçük

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle