Sanat Harikası İnsanın Var Oluşu -9- Bebeğin Cinsiyetini Kim Belirliyor?

46 kromozom taşıyan yumurta hücresi, mayoz bölünme geçirdiğinde oluşan 23 kromozomlu hücreler, ana hücre gibi tek tip cinsiyet kromozomuna sahiptirler. (44 + XX / 2 = 22 + X, 22 + X) Ancak 46 kromozom taşıyan erkek üreme hücresi, mayoz bölünme geçirdiğinde meydana gelen hücreler, iki farklı cinsiyet kromozomu taşırlar. (44 + XY / 2 = 22+ X, 22 + Y)

Bunun ne önemi vardır?

Bu, son yıllarda açığa çıkarılmış son derece mühim bir mevzûdur. Çünkü yakın tarihe kadar bebeğin cinsiyetini neyin belirlediği bilinmiyor, bunda bebeği taşıyan annenin rol oynadığı düşünülerek, “kız çocuk doğuran anneler” yaşadıkları çevrede pek çok baskıya mâruz kalıyorlardı. Hattâ bugün bile annelerin bu konuyla ilgili mağduriyetleri devam etmektedir.

Hâlbuki annenin eşey hücreleri, cinsiyeti belirleyecek özellikte değildir. Babadan gelen eşey hücrenin getirdiği kromozom yapısı X şeklindeyse, bebeğin cinsiyeti kız; gelen kromozom yapısı Y şeklindeyse bebek erkek olacaktır. Yani bebeğin cinsiyeti, dâimâ babadan gelen hücrenin kromozom yapısıyla belirlenmektedir. Fakat yanlış anlaşılmasın; babanın kromozomlarında cinsiyet programının taşınması, bu hâdiseyi babaların gerçekleştirdiğini göstermez. Ağzına aldığı lokmayı çiğneyip yutmaktan bile âciz olan insanoğluna cinsiyeti tayin etme inisiyatifi verilmiş olsaydı, yeryüzünde büyük bir kargaşa meydana gelir, düzen bozulurdu.

Esâsen insanın cinsiyetini belirlemek, ne ananın, ne de babanın elinde olan bir şeydir. İnsan vücudundaki sindirim, düşünme, işitme, konuşma, koklama vs. gibi pek çok reaksiyon gibi çocuğun cinsiyetinin şekillenmesi de, kişinin herhangi bir müdahalesi olmadan yürütülen mûcizevî olaylardan sadece biridir. Hâl böyleyken “kız çocuk doğurdu” diye bir insanı dışlamak, insanlık onuruna yakışmayan bir davranıştır. Her şey Yüce Rabbimizin yed-i kudretindedir, O’nun tasarrufundadır. O (c.c.) dilemedikçe bir yaprak dahî düşmez. el-Hakîmdir O… Her şeyden üstün, her işinde hüküm ve hikmet sahibidir O… Ve cinsiyeti belirleyen programı da babanın kromozomlarına yerleştirmiş; bilim dünyasının yakın tarihlerde keşfettiği bu hadiseyi, 14 asır önce indirmiş olduğu Kur’ân-ı Kerîm’de insanlığa îlan etmiştir:

“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder?! O, (döl yatağına) akıtılan meninin içinden bir nutfe (sperm) değil miydi? Sonra bu, aleka (aşılanmış yumurta) olmuş, derken Allah onu (insan biçiminde) yaratıp şekillendirmişti. Ondan da iki eşi, yani erkek ve dişiyi var etmişti. Peki (bunları yapan) Allâh’ın ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi?” (el-Kıyâme, 36-40)

 

Her insan 46 kromozom taşır, ancak hiç kimse birbirine benzemez. Bu nasıl gerçekleşmektedir?

İnsan vücudunda hücre bölünmesi meydana gelirken kromozomu yapan madde miktarı artar. Sonra her kromozom, iki eşit parçaya bölünür ve birbirinden ayrılır. Bölünme sonucunda her iki hücre de 46 kromozom ihtivâ eder ki, bunlar birbirinin tıpatıp aynısıdır. Bu şekilde kaybedilen hücreler telâfi olunmaktadır. Vücudumuzda her an milyonlarca hücre ölmekte ve yerine yenisi yapılmaktadır. Saç, deri, kan hücresi gibi bütün vücut hücreleri bu şekilde kendini kopyalarken, tek bir yerde, kadın ve erkeğin yumurtalıklarındaki bölünme farklı olur.

Kromozom sayılarını yarılayan bölünmeyle meydana gelen üreme hücrelerinde 46 yerine 23 kromozom bulunur. Cinsiyet hücreleri, anne karnında daha 6-8 haftalıkken beliren cinsiyet organlarında birikmeye başlar. Bunlar önce mitoz denilen bölünmeyle sayılarını artırırken kendilerinin kopyası olan yeni hücreler oluştururlar. Daha sonra bu hücreler bilinmeyen bir mekanizma ile kromozom sayısını yarılayan özel bir bölünmeye, uğrarlar. Hangi ırktan olursa olsun, her insanda 46 kromozom bulunur ve bu sayı devamlı sâbit tutulur. Bunun sebebi, sadece cinsiyet hücrelerinde görülen mayoz (kromozom sayısını yarılayan) bölünmedir. Bu bölünmenin hangi mekanizma ile tetiklendiği bilinmemektedir. Ancak bilinen şu ki, şayet bu bölünme olmasaydı, her birleşmede kromozom sayısı artacak ve neslin devamı mümkün olmayacaktı. Nesli devam ettiren bu bölünme, aynı zamanda; doğan her insanın diğerinden farklı özelliklere sahip kılınmasını, erkeklik ve dişilik cinsiyetinin de birbirinden kesin sınırlarla ayrılmasını temin eder.

 Doğan her yeni bebek, 46 kromozomlu, ancak kendine has yapı ve karakterle dünyaya gelir. Ne kendinden öncekilere, ne de kendinden sonrakilere benzemeyen, şahsına ait bir yaratılış harikası sergiler. Bunun sebebi, birbirini tamamlayan kromozomların kardeş olmayan bölümleri arasındaki parça-bilgi alışverişidir. Bilim dünyasının “rekombinasyon” dediği bu hâdiseyle, sayısız ihtimalde yeni bilgi ortaya çıkmaktadır.

Anne ve babadan gelen eşey hücreleri, her defasında yeni ve farklı bir genetik kombinasyonla karşımıza çıkmakta, doğan her bebeğin diğerlerinden farklı özelliklerle dünyaya gelmesine sebep olmaktadır. Baktığımız her insanın yüzünde farklı bir tasvirin tercih edilmesiyle bunu temâşâ etmekteyiz. Bu durum, taklidi imkânsız olan azametli bir yaratma kudretini, gelmiş ve gelecek bütün insanların özelliklerini ihâtâ eden, latîf, ezelî ve ebedî bir ilmin varlığını haykırmaktadır.

Bununla alâkalı olarak muhterem Osman Nûri Topbaş Hocamızın “Kâinat, İnsan ve Kur’ân’da Tefekkür” kitabında okuduğum şu hâdiseyi sizlerle paylaşmak istiyorum.

 Bir gün bir kişi Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın yanında:

“-Şu satranca hayret ederim. Satranç tahtasının uzunluk ve genişliği birer arşından ibâret iken, insan onun üzerinde bir milyon oyun oynasa, bir oynadığı, mutlaka diğerinden farklı olur. Hiçbir oyun diğerine benzemez!..” dedi.

Bunun üzerinde Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- ona şu tefekkür yumağı cevap verdi:

“-Bundan daha hayrete şâyân olanı vardır. İnsan yüzünün uzunluk ve genişliği birer karıştan ibârettir. Kaşlar, gözler, burun, ağız gibi âzânın yerleri kat’iyyen değişmez. Buna rağmen şark ve garpta yüzleri birbirinin tamamen aynısı olan iki kişi bile bulunmaz. Şu ufacık deri parçasında bu haddi-hududu olmayan farklılıkları gösteren Allâh’ın kudret, azamet ve hikmeti ne yücedir!” (Bkz: age., sh: 94)

Necip Fâzıl, bu hikmete işaretle ne güzel söyler:

 

Yön yön sarılmışım ne yana baksam,

Kim bu yüzü çizen sanatkâr ressam;

Sarılan olur da saran olmaz mı?

Geçip de aynaya soran olmaz mı?

 

Ne derin tefekkür, ne hikmetli söyleyiş… Rabbimizden Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- Peygamber Efendimiz’in tefekkür derinliğinden biz âcizlerin kalplerine de hisseler bahşetmesini niyaz ederek bu ayki yazımızı bitirelim. Ancak kâinâta ibret nazarıyla bakışımız hep devam etsin inşâallâh…

PAYLAŞ:                

Betül Nefise İnal

Betül Nefise İnal

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle