İlkah tamamlanır tamamlanmaz, kromozomlar kaynaşır. Yeni bir insanın yaratılışı için anneden ve babadan gelen 23 kromozom birleşirler. Kimi anneden saç rengi getirir, kimi babadan göz rengi, kimi el biçimini, kimi ayakkabı numarasını, kimi kan grubunu, kimi ten rengini; daha burada saymakla bitiremeyeceğimiz pek çok özellik; organların yapısı, sistemlerin işleyişi ilh., bir insanın trilyonlarca hücre ile yoktan var edilişi…
Bu hücrelerin koordinasyonu ile doku, organ ve sistemlerin teşekkülü… Bütün bunlar, kaynaşmak üzere bir araya gelen kromozomlarımızda yazan bilgiler... Ansiklopediler dolusu bilgiyle yeni ve özel bir insanın temeli atılır. Bu esnada kromozomlarımız bu bilgi okyanusunda kaybolmazlar. Son derece plânlı, programlı, donanımlı hareket ederek her bilgiyi yerli yerinde kullanırlar. Bir kütüphanenin değil, insanın oluşumu için çalışacaklarını bilirler.
Bu kaynaşma, yaklaşık 20 saat sürer. Kâinâtın belki de en hârikulâde hâdiselerinden biridir bu!.. Bir hücre zarının içinde; iki farklı hücrenin kromozom bilgileri, yeni bir hücre ortaya çıkarmak üzere birleşirler. Milimetreden daha minik bir ortamda metrelerce uzunluktaki zincir açılır; üzerindeki milyarlarca harfe kodlanan bilgiler okunup değerlendirilerek, her bilgi kendi eşini bulur. Ayrı hücrelerden gelen 23 kromozomluk bilgi eşleşerek, 46 kromozomlu olan ve genetik olarak bir benzeri olmayan, yeni bir bilgi ortaya çıkarırlar. Bu yeni bilgiye sahip olan hücre, insanın tohum hücresidir. Sanat harikası, eşref-i mahlûkât olan insanın başlangıcıdır. İnsanın yoktan var edilişidir.
Uzun süren hazırlıklar neticesinde ihtimamla temel atılmaktadır. Bu; insanın yaratılış mûcizesi!.. Bu; insanın var oluş mâcerasıdır. Hiçlikten varlık âlemine çıkışıdır. Sırtına semer vurulan bir binit olarak değil, eti için boğazlanan bir hayvan olarak değil, böceklerin kemirdiği bir ot olarak değil, ilh… Bunların cümlesinden istifade etmek üzere, bütün âlemler emrine âmâde olarak, en yüce Kudretin ve Sultanlar Sultanı’nın “Halifesi” olarak var edilişidir.
Bugüne kadar olan yazılarımızda arz etmeye çalıştığımız, daha kitaplar yazılsa bitirilemeyecek nice karmaşık, ibretli ve sanatlı hâdise; eşsiz ve benzersiz olan, sınırsız bir ilme, sonsuz bir azamete sahip olan Rabbimiz’in sadece “Ol!” demesiyle gerçekleşmiştir. O -celle celâlühü- “Ol!” deyince, baş döndürücü bir hızla hareket eden trilyonlarca atom bir araya gelmiş ve en yüce emrin karşısında boyun büküp, itaat ederek insanın inşâsına koşmuştur. “el-Hayy” olan Allah Teâlâ, cansız atomlara hayat vermiş ve onları “ahsen-i takvîm” olanın mayası kılmıştır. (Bkz: Yâsîn, 82; et-Tîn, 4)
İlkahtan sonra, bu tohum yerinde durmaz ve komuta almış gibi sürekli rahme doğru ilerler. Ancak onun hareket kâbiliyeti yoktur. Fakat rahme de ulaşmak zorundadır. Rahim de, insanın başlangıcı olan zigot da, bütün hazırlıklarını kavuşma üzerine inşâ etmiştir. Her ikisi de birbirine müştâk; ancak ne zigotun ayakları var onu yürütecek, ne de rahmin onu çekip alacak bir uzantısı… Şayet imdada yetişilmezse, sevenler buluşamayacak!.. Neyse ki tüpler de, içinde yer alan milyonlarca tüycük de, zigotun mekânının burası olmadığını bilmektedir. Bu sebeple tüpler, kasılma hareketleriyle zigotu iteklerken, tüycükler de onu değerli bir ziynet gibi başlarının üstünde nazikçe taşıyarak rahme ulaştırırlar. Bu sırada vazife yapan milyonlarca mikro hücre, birbiri ile o kadar uyumlu çalışırlar ki, hayret etmemek mümkün değildir. Zira bunların hepsi, rahim tarafına doğru salınma hareketi yapmakta, zigot da üstlerinden kayarak gitmektedir. Şayet milyonlarcasının içinden çok az bir kısmı bile aksi yöne salınsaydı, zigot yerinden milim oynamaz, insan için de bir başlangıç söz konusu olmazdı.
Mikro tüycüklerin üzerinden kayarak ilerleyen zigot, 4-5 gün sonra rahme gelir. 40 haftayı burada geçireceği kendisine öğretildiği için; rahim duvarında tutunacak bir yer arar. En uygun, en sağlam, en yumuşak, besin açısından en zengin yeri bulunca da gömülür. Bu tohum için en sağlam karargâh, anne rahmidir. Bu karargahtan başka duraklar, onun ya da annenin hayatını tehlikeye sokmaktadır. Rahimden başka yerlerin, ne bu emaneti içine alıp sarıp sarmalayacak, ne aylarca taşıyacak, ne de besleyip koruyacak bir kapasitesi yoktur.
Bir tümörden daha hızlı büyüyebilen, ama enteresan bir şekilde tümörlerden farklı olarak büyümesi bir fayda hâsıl eden; aynı şekilde vazifesi tamamlanınca tekrar küçülüp eski hâline dönebilen; en hayret verici olanı da kaç defa bu iş kendisine tevdî edilirse edilsin itirazsız yerine getirip, tekrar tekrar büyüyüp-küçülebilen rahimden başka ikinci bir organ yoktur, anne vücudunda...
İsmiyle müsemmâ olarak, şefkatle sarar; içine gömülen mayayı ve bir tohumun toprağa gömülüp filiz vermesi gibi embriyonun büyümesine analık eder. Analar gibi şefkatlidir, fedakârdır; en mühimi, sapasağlam bir duraktır ana rahmi… Konuyla alâkalı olarak âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Andolsun Biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargâhta nutfe hâline getirdik.” (el-Mü’minûn,12-13; ayrıca bkz: el-Mürselât, 20-22)
Bu nutfenin yumurta içine ya da tüplere yerleşmeye çalışması, halk arasında “dış gebelik” olarak bilinen bir tablo olup yakın tarihe kadar annenin ölümüyle neticelenmekteydi. Gelişen teknik imkânlarla, her ne kadar bu oran azalmış olsa da zigotun ne tüplerde, ne de yumurtalıkta yaşama şansı yoktur.
Demek ki, hücreler bulundukları yerin neresi olduğunu tespit edebildikleri gibi, orada ne kadar süreyle canlı kalınabileceğini ve bu yerden ne zaman ayrılmaları gerektiğini de biliyorlar. Tabiî, nereye gidip yerleşmeleri gerektiğini de... Bu gömülme hâdisesinin, hücrelerin ustalıkla yönettiği nasıl bir süreç olduğunu, müteâkip yazılarımızda inceleyelim inşâallah.
Bütün bunlar ve daha niceleri; bize insan vücudunda hiçbir faaliyetin başıboş olmadığını, işlerin rastgele ve kontrolsüz yapılmadığını, bütün birimlerin tek elden koordineli ve ustaca çalıştığını göstermektedir. Gelişigüzel atılacak bir adımın neticesinde hangi hâdiselerin meydana geleceği, hangi reaksiyonun hangi aşamada devreye gireceği çok önceden hesaplanmış ve tedbirler de ona göre alınmıştır. İnsan, hakikaten kâinattaki en mükerrem varlık, en büyük sanat harikasıdır. (Bkz: el-İsrâ, 70)
Nice “olmaz”ın içinden onu olduran da her türlü övgüye lâyık olan, en Alîm, en Hakîm, en Azîm, en Kudretli Sanatkâr olan Allah Teâlâ’dır.
YORUMLAR