Bu yazımıza; ilkah/döllenme hâdisesinin nerede olduğunu ve kısaca bunun sebeplerini inceleyerek başlayalım:
Yumurta hücresi yumurtalıktan fırlayınca, nazikçe tüplerin saçakları tarafından yakalanıp içeri alınır. Burada insan neslinin devamı için en uygun hücreyi beklerken, rahim de hâmilelik oluşacakmış gibi hazırlıklarını ilerletir. Yumurta hücresi, erkek üreme hücresi ile birleştiğinde ise, insanın temeli atılır ve doğum öncesi ana rahmindeki hayat da başlamış olur.
Bu birleşme, tüplerin özel bir bölgesinde gerçekleşmektedir. Bunun sebebi nedir?
Yumurtalık veya rahim veya tüplerin herhangi bir bölgesi değil de niçin dâimâ özel bir yer bu işlem için seçilir? Bu seçimi kim, neye göre yapmaktadır?
Hücreler bu tercihe ayak uydurup itirazsız, koordine bir şekilde nasıl çalışır? Seçim farklı yapılsaydı, sonuçta neler olurdu?!
Görünen o ki; farklı tercihlerin nelere mâl olabileceği, bu hücrelerin zerrelerine kadar kodlanmıştır. Zira onlar bu işi öylesine ustalıkla ve ciddiyetle yürütürler ki, şimdi bizler de uzun araştırmalar sonucunda öğrenilen bu bilgileri aktardığımızda, sizler de bu işleyişin kusursuzluğu karşısında parmağınızı ısıracak ve hücrelerin bu çalışmalarına hayran olacaksınız.
Eğer ilkah, yumurtalıkta gerçekleşseydi, zigot yumurtalıktan çıkamayacaktı. Zira zigot oluşur oluşmaz emir almış gibi, yeni bir faaliyet sürecine girer. Bu, bölünüp çoğalma sürecidir. Hücre topluluğunun bölünüp çoğalması burada olsaydı, bu mekân değil 40 hafta, iki hafta bile embriyoyu taşıyamayacaktı. Zira yumurtalığın yapısı, rahimde olduğu gibi, büyüyüp tekrar küçülebilen kaslarla donatılmamıştır.
Şayet ilkah, rahimde gerçekleşseydi; o zaman da zigot ve rahim, buluşma için gerekli zamanı elde edememiş olacak, rahim hazırlıklarını tamamlayamayacak ve zigota hazırlıksız yakalanınca da onu bağrına basamadan dışarı atmak zorunda kalacaktı.
Hâlbuki tüplerde gerçekleşen birleşme sonucunda, zigot bölünüp çoğalarak rahime doğru ilerlerken, anne rahmi 40 haftalık sürecek misafirlik için son hazırlıklarını tamamlar. Kanlanma ve yumuşamasını artırır, hareketliliğini azaltır; zigotu şefkatle bağrına basmak için beklemeye başlar. Misafiri geldiğinde de onu şefkatle, sımsıkı kucaklar ve zamanı dolmadıkça bırakmaz. Anne rahmi, bebek için 40 haftanın geçirileceği en emniyetli yerdir.
Döllenmiş yumurta hücresi, yani zigot, bizleri oluşturan temel yapıdır ve oluştuğunda; bulunduğu mekânda onu dışarıdan besleyecek hiçbir yapı yoktur. Yumurta hücresi, tam da zamanında imdada yetişir. İnsan vücudunun en büyük hücresi olan yumurta hücresi, içindeki besin deposuyla, zigotu rahim içine gömülüp kan yoluyla beslenmeye başlayıncaya kadar; hem besler, hem korur. Yani hücre, zigota bir nevî annelik yapmaktadır. Bununla ilgili hazırlık, yıllar öncesinden yapılmış, yumurta hücresine bu misyon yüklenmiştir. Olgunlaşmaya başlayan her yumurta hücresi, ilkah olacakmış gibi hazırlanır, içine gerekli besin deposu yüklenerek bekletilir. İlkah gerçekleşmezse, bütün bu hazırlıklar fedâ edilir.
Şayet zigotun sadece ilk 4-5 günlük beslenmesiyle ilgili bu tedbir alınmamış olsaydı, her birimiz daha anne rahmine düşmeden, unutulmuşluk mezarına yuvarlanacak, dünya sahnesine de hiçbir zaman çıkamayacaktık.
Bir insan, 4-5 gün bir şey yemeden yaşayabilir; ancak insanın başlangıcı olan zigotun ilk bir haftasında o kadar çok yapacak işi vardır ki, değil bir-iki gün, bir-iki saatlik enerji bile onun için son derece önemlidir.
Zigotun yapacak çok işi var; her şeyden önce kendine sağlam bir yer bulmalı... Bu yeri bulana kadar tüplerde birkaç günlük mâcerası var. Rahime ulaşana kadar ciddî bir değişim süreci onu bekliyor. Saatlerin bile önemli olduğu bu şuurlu süreçte, her safhanın ayrı bir yapısı, vazifesi ve özel isimleri var. Zira zigotun ilk günkü hâliyle rahime tutunması imkânsız... Rahime ulaştığında ise, o artık başlangıçtaki zigot değildir.
Zigot, rahime gitmeli; ama nasıl? Ne onun yürüyecek bir ayağı, ne rahimin misafirini çekip alacak bir uzantısı var. Öyleyse zigot ya bir bineğe atlayıp gidecek ya da biri onu itekleyerek götürecek... Yoksa insanın tohumu olduğu yerde kalacak ve tahrip olacak!.
Ne hikmettir ki, tüplerin de yerleşim için uygun olmadığını biz bilmeden önce zigot biliyordu. Acaba zigotun rahime yerleşmesini kararlaştıran, ona seyahati için nasıl bir vasıtayı uygun gördü? Bu ulaşımı nasıl sağladı? Tüplerde geçirilen değişim sürecinin mânâ ve önemi nedir? Bu kısmı, nasipse sonraki yazılarımızda tefekkür ederek açalım.
Görüldüğü üzere her bir adım önceden plânlanıp tasarlanmış; insanın inşâsı için en uygun zaman ve mekân seçilmiş, hazırlıklar bu yönde olgunlaşıp tamamlanmış. Her birimiz anne rahminde toplu iğnenin ucu kadar bile değilken, anılmaya, bahsedilmeye değer bir şey hâline gelmemişken, yeri gelip bizler için her türlü fedakârlığı göze alan annelerimiz bile bizden bîhaberken; bizlerin farkında olan, o kapkaranlık mekânda bizi gören, koruyan, gözeten, muhtaç olduğumuz her şeyi bize yetiştiren, getiren Bir’i vardır.
O Zât (c.c.); atılmış bir su damlasıyken bizi yakalar, tehlikeli yollardan alıp sağlam bir karargâha yerleştirir. Bir “hiç”ken bize değer verir, bizi unutmaz ve hiçlik âleminden varlık âlemine taşır bizleri… Mükemmel işletilen bir sürecin, kusursuz plânlayıcısı ve gerçek sahibidir O… Kimse bizi bilmezken bizden haberdar olan, kimsenin ulaşamayacağı bir anda ve mekânda bize yetişen, hem Latîf, hem Habîr, hem Basîr … en güzel isimlerin sahibi olandır, O…
Sayısını bilmediğimiz âlemleri yoktan var eden, âlemler içinde bizi “ahsen-i takvîm: en güzel sûret” üzere yaratarak kendisine halife seçen, kâinatı da emrimize âmâde kılan; zerreden kürreye her şeyin kendisine muhtaç olduğu, ancak kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, bütün noksan sıfatlardan münezzeh, kudretli, azametli, yüceler yücesi, eşsiz ve benzersiz olandır, O!..
O (c.c); bizim Sahibimiz, Yaratanımız, şefkatli ve merhametli Rabbimiz’dir.
“Sizi topraktan, sonra meniden, sonra alekadan yaratan; sonra bebek olarak çıkaran, sonra sizi güçlü kuvvetli bir çağa erişmeniz, sonra da ihtiyarlamanız -ki içinizden daha önce vefat edenler de vardır- ve belli bir vakte ulaşmanız için sizi yaşatan O’dur. Umulur ki, düşünürsünüz.” (el-Mü’min, 67)
“De ki: O, Allah birdir. Allah Samed’dir. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Eşi ve benzeri yoktur.” (el-İhlâs, 1-4)
Rabbimiz kâinat kitabını da, Kur’ân-ı Kerîm’i de tefekkürle okuyabilmeyi hepimize nasip eylesin. Âmîn.
YORUMLAR