Aile ve Sosyal İlişkileri
Kendilerine yöneltilen onca eleştiriye rağmen araştırmalar, Z Kuşağı’nın rol model olarak anne-babalarını aldığını gösteriyor. Âileyi bir “korunma yeri” olarak gördüklerinden alışverişe, markete, pazara ebeveynleri ile gidiyorlar. Çünkü sosyal ilişkilerini, “dijital” yaşadıkları için genellikle birebir ilişkilerde zayıflar. Bu sebeple dışarıda ne yapacaklarını bilmiyorlar. Utangaç ve çekingen tavırlar gösteriyorlar, sosyal hayatta kısa süreli iletişim kuracakları alanlar oluşturuyorlar.
Anne-babaları ile aynı dindarlık ve muhafazakârlık duygularını taşıdıklarını söylemek zor. Âileler, moda tabirle, “helikopter ebeveynlik” yaptıkları için mesûliyet alma, bir işi yürütme ve neticesini getirip başarılı olma hususlarında zâfiyet gösteriyorlar.
Korona salgını döneminde âilelerle uzun süren ilişkiler neticesinde bir annenin söylediği şu söz, bazı âilelerin evlât yetiştirme konusunda neyi, nasıl yürüttükleri sorusuna da cevap veriyor:
“Kızım 20 yaşına gelmiş ve ben ona çamaşır makinesinin düğmesine basıp çalıştırmayı bile öğretememişim…”
Elbette bu kadar karanlık bir tablo, toplumun genelinde yok. Kimi ebeveynler “Yaptığın banaysa, öğrendiğin kendine!..” şeklinde asırlardır genlerimize işleyen duygu ile hareket ederek evlâtlarına sorumluluk yüklemekte, çok yönlü yetişmelerini sağlamaktadır.
Değerlendirmeler; bu kuşağın, âile büyüklerinin sahip olduğu değerlerinden ve ortak dilden uzaklaştığını göstermektedir. Çünkü bu kuşak, yapı olarak diğer kuşaklara göre farklı bir algıya ve beyin yapısına sahip... Düşünme biçimleri, sınırları, mahremiyet algıları ebeveynleri ile farklılık gösteriyor.
Çatışma da burada başlıyor. Çatışmanın sebebi, teknolojik mâruziyete dayalı bir iletişimsizlik ve kopukluk hâli… Anne-babalar için akşam maç izlemek, dizi izlemek, yemek programı, tartışma programı izlemek ne ise, aslında Z Kuşağı gençleri için de bilgisayar oyunları, sosyal medya platformları, video ve simülasyonlar da o demek… Mevzu, bu kadar net.
X ve Y kuşağı, “dijital göçmenler” olarak adlandırılırken, Z kuşağı “dijital yerliler” olarak bilgi çağında yerlerini alıyorlar. Zira ebeveynleri, X ya da Y kuşağından olan bu gençler, dijital hayata gözlerini açtı. Bizim kuşaklarımız ve önceki kuşaklar için televizyon, radyo, atari oyunları ne ise, bu kuşak için de bilişim dünyası o demek… Kıyas yapma imkânları yok, zira kıyaslayacakları bir geçmiş yok. Hayata gözlerini açar açmaz teknolojiye âdeta “bağlandılar”!
Daha üç yaşındaki bir çocuğun eline akıllı telefonu, tableti, video ve oyunları açıp veren kim ise, Z kuşağından şikâyetçi olanlar da onlar… Zira bu evlâtlar daha bebekliklerinden her 3 saniyede bir değişen, rengârenk ve albeni dolu ekrana alıştılar ya da alıştırıldılar. Oyun oynamak ve uzun süren ekran süreleri onlar için vazgeçilmez olup, bağımlılık hâlini aldı.
Evlatlarının eline bir susturucu misâli akıllı telefon veya tablet verip işine odaklanmak, misafirliklerde rahat etmek, AVM’lerde serbestçe dolaşmak, ebeveynlerin de işine geldi. Bu, bizi rahatsız etse de bir gerçek…
Z kuşağını dijital dünya ile tanıştıran da, ona alıştıran da bağımlılıklarına sebep olan da biz ebeveynleriz. Akşam olup bütün âile fertlerinin bir araya geldiği ortak zaman dilimlerinde gençlerin odalarından çıkıp ailelerinin yanına gelmemesi, hemen hemen bütün ebeveynlerin ortak şikayeti… Gençler zaman zaman, oynadıkları oyunu bırakıp yemeğe bile gelmiyor. Âileler yemeği evladının odasına götürüp masasına bırakıyor. Genç, oyunu bittikten sonra yemeğini yiyebiliyor. Âile içi iletişimsizlik ve vaktinde konulmayan sınırlar, ergenlikte ilişkilerin derin yaralar almasına, anne-baba ve çocuk arasında ilişkilerin tıkanmasına ve sonrasında büyük problemler yaşanmasına yol açıyor.
Oysaki çok basit bir çözümle; daha küçük yaşlardan itibaren evlâtlarımızı dijital âletler ile buluştururken “sınırlar koymak”, belli vakitlerde ve belli sürelerde bu âletlerle vakit geçirmelerini sağlamak, onların nereye, hangi sayfalara girdiklerini sık sık kontrol etmek, bilhassa video izleme sayfaları için ebeveyn denetimi programları yüklemek hiç de zor değil… Ebeveynler, belli yaşlarda belli mahrumiyetleri evlâtlarına yaşatmadıkları ve sınırları net koymadıkları için ilerleyen yaşlarda çözümü zor, içinden çıkılmaz hâle gelen problemlerle baş etmek zorunda kalıyorlar.
Z kuşağı ve ardından geldiği söylenen Alfa Kuşağı, tam bir medya ve teknoloji kuşağı... Onları zararlarından koruyayım derken, teknoloji ile hiç muhâtap etmemek doğru olmaz. Çünkü çocuk, yaşı ilerlediğinde ilk fırsatta, çocukken yaşadığı engelleri aşmak için sınır tanımaz bir hâl alabilir. Bunun önüne geçmek için yaşına uygun olarak belli saatlerde, süre denetimi tamamen ebeveynlerde olmak şartı ile medya ve dijital saatleri oluşturulabilir. Süresi bitmeden evvel uyarılar verilir; çocuk vaktinin dolduğunu anlar, süresi tamam olduğunda da elindeki dijital âleti veya izlediği çizgi filmi bırakması kolay olur. Bağırmadan, inatlaşmamadan sınırlar koyarak ve bunların ciddî takibini yaparak onların dijital hayat ile olan meşguliyetleri kontrol altına alınmış olur.
“Ağaca çıkan keçinin dala bakan evlâdı olur.”, “Armut dibine düşer!” atasözleri nesiller boyu söylenerek bize intikal eden, kulağımıza küpe olacak deyişlerdir. Evlâtlarımız ve bilhassa Z nesli, “söylediklerimizden çok tatbik ettiğimiz şeylere” bakıyor. Kusursuz evlat yetiştirmek ve onları eleştirmemek için biz ebeveynlerin kusursuz olmaya çalışması günümüzde bir zorunluluk… Yoksa hakikaten evlâtlarımızı okul döneminde kurumlar, sâir zamanlarda ise ekran yetiştiriyor.
Bu nesil eleştiriden hoşlanmıyor. Çünkü ebeveynlerinin ve büyüklerinin onları anlamadıklarını söylüyorlar. Dijitalle geçirdikleri uzun süreler sonunda “narsist” ve “haz odaklı” olduklarına dair ciddi eleştirilere maruz kalıyorlar.
Evliliğe Bakışları
Z kuşağına dair yaygın kanaat, daha yavaş büyüdükleri yönünde... Hayatla yüzleşme, emek verip başarma ve kazanma davranışları, önceki nesillere göre daha geriden geliyor. Sosyal ilişkilere karşı ilgisizlikleri, karşı cinsle olan bağlantılarında da gösteriyor kendini... Cinsler birbirine daha az ilgi duyuyor. Çoğu karma okullarda okudukları için birbirlerini arkadaş ilişkisi üzerinden değerlendiriyorlar. Kimi araştırmalar uzun süren ekran mâruziyetleri neticesinde erkeklerin testosteronu düşürüp östrojeni artıran medya tesirleri altında kaldığı neticesine ulaşmış. Bu da evliliğe yaklaşımları konusunda onlar için eksi bir değer.
Buna karşılık nâmahrem video ve görüntülere yoğun biçimde mâruz kalmalarından dolayı ergen ve erken yaşlarda ileri boyutlarda cinsî meyiller veya sapmalar yaşayabiliyorlar.
Geçmişte yirmilerde girilen dünya evine, şimdi otuzlarda giriyor genç nesil… Bu, kızlarda daha erken yaşlarda olsa da, onlarda da çocuk dünyaya getirme ve anne olma yaşı gecikiyor. Pek çok genç kız ve erkek; âilesinin kanatları altında, sağlam liman olarak kabul ettikleri baba ocağında, uzamış ergenlik sürelerine aldırmadan yaşamayı tercih ediyor. Bunun yanında hayatın yükünü omuzlarına almaktan kaçınan kimi gençler, âilelerinin ve toplumun değerlerine aldırmaksızın birbirlerine karşı sorumluluk almadan nikâhsız birliktelikleri tercih ediyorlar. Ancak çocuk sahibi olacakları zaman evleniyorlar.
Z kuşağının evliliğe bakışı, eğitim seviyesine, cinsiyetlerine ve bağlı bulunduğu toplum yapısına göre de değişiyor. Köy ya da şehirde yaşama, âile değerlerine bağlılık, âile yaşantıları, gençlerin tercihlerinde belirleyici olabiliyor. Kızların evliliğe meyillerinin erkeklere oranla daha fazla olduğu görülüyor.
Yargılamak mı, Anlamak mı, Empati Yapmak mı?
Z kuşağı gençliği hakkında genel bir değerlendirme yapacak olursak, öncelikle şunu ifade etmeliyiz: Yaş kategorileri, gençlerin kuşak döngüleri içerisinde belirleyici olmayabilir. Ülkelere, mahallî durumlara, tarihî ve toplumu ilgilendiren hâdiselere göre kuşak analizleri yapılabilmelidir. Bir gencin, doğduğu seneye bakarak, “Demek ki ben Z kuşağındanım!” demesinden önce, “O kuşakta görülen genel davranış ve temâyül bende var mı?” diye düşünmesi gerekebilir. Yahut Y kuşağı tarifinde yer aldığı hâlde hayat biçimi ve alâkadar olduğu konular yönüyle bir kimse pekâlâ “Z kuşağı” kategorisi içinde yer alabilir.
Z kuşağı hakkında yaptığımız bu araştırmada ulaştığımız genel netice, onların menfî yönlerine odaklanıldığı oldu. Biz, bu kuşağa fildişi kulemizden bakar, sürekli eleştirir, onlarla yan yana yürümek, onlara omuz vermek yerine muhalif bir tavır içinde olursak, bizleri değil sanal dünyanın fenomenlerini, sahte kahramanlarını rol model alacaklar ve böylece kendi rotalarını çizeceklerdir.
Onları şahsiyet inşa edememekle itham ederken, nasıl bir şahsiyet sergilediğimiz, nelerle ve kimlerle meşgul ederek yetiştirdiğimiz, düşünmemiz gereken temel konulardır. Giderek daralan sosyal alanlarda, üst üste dizilmiş apartmanlarda büyüyen bu neslin karşısına dijital dünyadan başka alternatif sun(a)mayan ebeveynlerin onları eleştirirken eleştiri oklarını kendilerine de döndürmesi bir zarurettir. Onlara teknoloji ve dijital dünyayı nasıl kullanacaklarına dair kılavuzluk etmek, onlarla vasıflı zamanlar geçirmek, aşırı baskı kurmadan, tedbiri de elden bırakmadan onlarla yan yana yürümek, akla gelen en âcil ve lüzumlu çözüm olsa gerektir.
Sosyal hayat içerisinde hayâ ve iffet duyguları azalmış, özgüvenleri tavan yapmış, gayesiz, ilgisiz ve savruk görünümlü gençleri görmek; her birimizin vicdanında derin yaralar açmalı, zihnimizde “Ne yapabilirim?” sorusu oluşturmalıdır. “Ben kimim ki, toplum benimle mi düzelecek?” demeden, mü’minin “niyetinin amelinden hayırlı olduğu” duygusuyla, en azından ümmetin gençleri için duâ etmelidir.
Bu gençler, “rahatına düşkün, diğergâmlık ve paylaşma gibi özellikleri çok zayıf” gibi görünse veya gösterilse de hayvanlara, yaşlılara, mağdurlara karşı fazilet örneği sergileyen davranışlardan geri durmuyorlar. Ayrımcılığa, adâletsizliğe, başkalarına söyleyip de kendisi yapmayan herkese karşı çok tepkililer… Muhafazakâr bazı âilelerin dinden uzaklaşan evlâtlarının olması da bunun en bâriz işareti. Eğitim kurumlarındaki din dersi/meslek dersi hocalarına kişilik inşâsı ve İslâm karakteri sergilemek konusunda burada çok büyük bir vazife düşüyor.
Pek çok genç, dinî bilgiyi yaz Kur’ân kursunda gittiği câmi/Kur’ân kursu ya da okullarda din dersleri/meslek derslerinde alıyor. “Z Kuşağı” uygulamada görmediği her şeye muhalif bir üslupla cevap veriyor. Onlar için gri renk yok. Siyah ya da beyaz gibi netlikler görmek istiyorlar. Dayatmaları, sorgusuz sualsiz kabulleri sevmiyorlar. Bir konuya ilgi göstermeleri için kalp tatmini sağlamaları gerekiyor. Göz ardı edilen bir başka husus ise, hazır gıdaya olan düşkünlükleri sebebi ile (aldıkları gıdanın kaynağını araştırmadıklarından) ibadetlere olan mesafeli duruşları… Gıda ile ibadeti ilişkilendirmek belki garip gelebilir, lâkin alınan gıdaların hissiyata tesir ettiği, bugün bilinen bir gerçek.
Nasihat ve öğüt yoluyla iletişime açık değiller. Onlarla yan yana yürümenin yollarını yakalamak lâzım. Bu noktada âilelerle işbirliği çerçevesinde STK’lara büyük vazife düşüyor.
Velhâsıl, hız ve haz çağında yaşıyoruz. Dolayısıyla çocuklarımızı âdeta fanus içerisinde, dış dünyanın her türü menfîliğine karşı muhafaza etmeye çalışsak da bir yerde o bulmasa da muhataplar onu buluyor ya da bulacak. Ebeveyn, eğitimci yahut herhangi bir fert… Kim olursak olalım, kucaklayıcı, birleştirip bütünleştirici ve ümmetin derdi ile dertlenen insanlar olmalıyız. Biz nasıl isek, muhatap olduklarımız da öyle olacaktır. Cezb-incizab kanunu bunu gerektirir. Çatışma değil, yan yana yürümek, beraber olmak, onları anlamaya çalışmak, hattâ kendimize ayna tutmak gerekiyor. Ve şu sözü tekrar tekrar hatırlamak: “Ata ekşi elma yerse, evlâdının dişi kamaşır.”
Not: Bu çalışmanın hazırlanmasında; Lacivert Dergi, Sayı: 71, Turkuvaz Haberleşme ve Yayıncılık; Jean M. Twenge, “Ben Nesli”, (Çeviri: Esra Öztürk), Kaknüs Yayınları, İstanbul 2013; Gülsüm Pehlivan Ağırakça, Arife Gümüş, Ailede Din Eğitimi, Yekder Yayınları, İstanbul, 2018; www.nevzattarhan.com; TRT İnsanlık Hali program videoları’ndan istifade edilmiştir.
YORUMLAR