Büyükler duâ edeceği vakit, duâsına “yağmurun Rabbi olan Allâh’ım”, “rüzgârın Rabbi olan Allâh’ım” gibi cümlelerle başlarmış… Ömrümüzün bilhassa boş(a geçen) vaktini tükettiğimiz, fakat sınırlarını, helâlini-haramını; hâsılı “fıkhını” hakkıyla bilemediğimiz sosyal medyanın da, sanal âlemin de Rabbi olan Allâh’a duâ ile başlayalım yazımıza:
Uzakları yakın, zorları kolay eden, birçok bilgiye ulaşmayı sağlayan, gereği gibi kullanıldığında hayatı kolaylaştıran interneti bizlere ihsan eden Rabbimiz! Bize nîmet olarak sunduğun bu vasıtayı da Senin rızân yolunda kullanabilmeyi bizlere nasip eyle…
Teknolojinin her geçen gün geliştiği, “dijital çağ” olarak adlandırılan günümüzde, hayatımızı çepeçevre saran interneti her birimiz az ya da çok kullanıyor, bu nîmetten faydalanıyor ya da farkında olmadan bundan zarar görüyoruz. Kullarını dünya hayatında her an imtihana tâbî tutan Rabbimiz, bu konuda da bizler için bazı sınırlar çizmiştir.
Yakın sayılabilecek bir zamanda hayatımıza bu denli girmiş olan internet için gerekli olan fıkıh bilgileri, genellikle temel İslâmî ilimler kaynaklarında bulunmamaktadır. Bu konuda münferit olarak bazı kitaplar yazılmış olsa da bu konu, maalesef gerektiği kadar dikkate alınmamaktadır.
Fıkıh, “derin bilgi” demektir. Yüzeysel bilgiye, fıkıh bilgisi denmez. Uzmanlık gerektiren veya derinliği olan bilgiye fıkıh dendiğine göre “namaz fıkhı” namaz hakkında derin bilgi mânâsına gelir. “Hac fıkhı” da hac hakkında yüzeysel olmayan bilgi demektir. “Fakîh” de din ilimlerinde derin noktalara ulaşmış insan demektir. Bu açıdan bakıldığında “internet fıkhı”, internet hakkında müslümanın helâl ve haramı derinlemesine bilmesi mânâsına gelecektir.
“İnternet fıkhı”; kendi içinde birçok farklı konuyu barındırsa da üzerinde husûsiyetle durmak istediğimiz konu, sosyal medya kullanıcıları tarafından genellikle ihmal ve ihlâl edilen “mahremiyet” konusudur. Özelde olanın genele aktarılması, saklı kalması gereken şeylerin “paylaşım” adıyla ifşâ edilmesi, âile ve toplum hayatı için büyük önem arz etmektedir. Öyle ki, tam mânâsıyla “7’den 70’e” herkesin bir veya daha fazla sosyal medya hesabı bulunmaktadır. Sosyal iletişim uzmanları, Türkiye’de 55 milyon insanın sosyal ağları kullandığını, dünya nüfusunun yarısının da her gün online, yani internet üzerinde aktif olduğunu belirtmektedirler.
Sosyal medyayı kullanan herkes, az ya da çok hayatına, âilesine, yaşadıklarına ve yapıp-ettiklerine dair bir şeyler paylaşmaktadır. Tam da burada Rabbimizin bizler için koymuş olduğu helâl-haram sınırları devreye girmektedir.
Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg, 2010 yılında verdiği bir mülâkatta sosyal medyada mahremiyetin geleceği ile ilgili bir soruya, “Mahremiyet, artık norm değil!” cevabını vermişti. Yani mahremiyeti, uyulması gereken bir kural olarak görmediğini, toplum tarafından da görülmediğini belirtmiş ve cümlesine şöyle devam etmişti: “İnsanlar sadece daha çok ve çeşitli bilgiyi paylaşmakla kalmıyor, daha çok insanla ve daha açık bir şekilde paylaşıyorlar ve bundan memnunlar...”
Maalesef insanlar arasında “özel” olarak nitelenen pek çok bilgi, sosyal medyada rahatlıkla bulunabiliyor. Böylesi yeni mecrâlar, mahremiyetin tarifini değiştirerek, insanın kendisine dair özelini sergilemesini âdeta normalleştiriyor.
İslâm’ın mahremiyete bakışı ise, şöyle değerlendiriliyor:
“İslâm, insanın mahrem alanına özel bir önem atfeder. Mahremde hem yakınlık hem de yasak mânâsı iç içedir. Yaklaşılması bile yasak olan haram kavramı ile korunmuş, gizli, kişiye özel gibi mânâları olan «mahrem» kelimesi aynı kökten gelir. Batı hukuk literatürüne girmeden yüzyıllar önce, İslâm hukukunda kişinin özel hayatına dair bir bahis mevcuttur. Evin mahremiyeti ve dışarıdan müdahaleye kapalı oluşu, bu önemden kaynaklanır. Başkalarının özel hayatını merak etmek, bu bilgileri paylaşmak, anlatmak; hem ahlâken hoş görülmemiştir hem de bu çirkin davranışların hukukî yaptırımları konmuştur.
Dışarıdan müdahaleye karşı korunurken, kişinin kendi mahremiyetini muhafaza etmesi, yasak olanı sergilememesi, gizli olanı açığa vurmaması, özel olanı ifşâ etmemesi gerekir. Bu fıkhî bir gerekliliktir, ama aynı zamanda terbiyevî yönüyle tasavvufta da önemli bir yeri vardır. Pek çok tarîkatta kişinin kemâle erebilmesi için «görünmemesi», kendini sergilememesi, «sırrı fâş etmemesi» temel tavsiyelerden biridir.”
Bu sebepledir ki, müslüman bir toplumun yeni teknolojileri benimserken, mahremiyet, görme-görünme, teşhir ve ifşâ gibi meseleleri algılayışı ve uygulaması büyük bir önem arz ediyor.
Mahremiyet konusunda dikkat etmemiz gerekenleri dört ana başlıkta toplayabiliriz: Beden mahremiyeti, dil mahremiyeti, yaşantı mahremiyeti ve düşünce mahremiyeti…
Beden mahremiyeti; insanın resimlerini, videolarını paylaşmaması mânâsına gelmektedir. İnsanın âile içerisinde kalması gereken veya mahremi olmayan kişilerin görmelerinin uygun olmayacağı fotoğrafları, sosyal medyada herkesin görebileceği şekilde paylaşması, beden mahremiyetini ihlâl etmektir. Paylaşması her ne kadar sâfiyâne bir düşünce sebebiyle olsa da kontrolü elimizden çıkan bu resmin, kimin elinde nasıl kullanılacağı hiçbir zaman kesin olarak bilinemez.
Takipçi sayısının artması, başkaları tarafından beğenilmesi, hesabın ve fotoğrafın rağbet görmesi gibi sun’î sebeplerle çocuklarına ait fotoğraf ve videoları paylaşan ebeveynlerin de konuyu beden mahremiyeti kapsamında değerlendirip, paylaşım yapmaması konusunda âzamî dikkat göstermesi gerekmektedir.
Fotoğraf paylaşımı konusunda gözden kaçırdığımız konulardan bir tanesi de sosyal medya hesaplarının profil kısmına eklenen fotoğrafların da aslında bir paylaşım olduğudur. Bu konuda manzara, çiçek fotoğrafı gibi resimlerin kullanılması daha uygun olacaktır.
Dil mahremiyeti, insanın dilini ölçülü bir şekilde kullanması; insanın özel hayatına zarar verecek şekilde yahut dengesini, bünyesini bozacak şekilde aşırı ve gereksiz kullanmaması mânâsına gelmektedir. Sosyal medyada dil mahremiyetinin olmadığını çokça görüyoruz. İnsanlar birbirlerine mahremiyetlerine zarar verecek şekilde hitap ediyor, hakaretlere varacak şekilde incitici sözler kullanabiliyorlar. Bu hususta da mahremiyete aykırı davranmamak, saygı çerçevesini aşmamak gerekiyor.
Yaşantı mahremiyeti, insanların özel yaşantılarını, hâtıralarını ve ilişkilerini herkesin görebileceği bir şekilde paylaşmaması gerektiğini bizlere anlatıyor. Yaşantının ortağı olan insanın buna rızâsının olup olmaması, bu konuda izin alması ya da hiç paylaşılmaması gerekiyor. Herkesin her yaşadığımızı bilmesine gerek olmadığı gibi, bilhassa yeme-içme fotoğraflarının da insanları özendirecek şekilde paylaşılması, görgü ve ahlâk kurallarımızın dışında kalıyor.
Düşünce mahremiyeti ise düşündüğümüz her şeyi, hemen herkesin görebileceği şekilde süzmeden, işlemeden, uluorta yazmak mânâsına geliyor. Yazdıklarımızın kimin hangi düşünceyle, hangi altyapıyla okuduğunu bilemediğimizden söyleyeceklerimizi, yazacaklarımızı biraz daha ölçmek, tartmak ve işlemek faydalı olacaktır. Bu sözüm nereye gider? Bu sözümden kim nasıl etkilenir diye tartmak lâzım. İyi niyetle yüz yüze söylenen sözlerin dahî çok yanlış anlaşılabildiğine pek çok kez şâhit olmaktayız.
Sanal âlemin de Rabbi olan Allah, sosyal medyada da mahremiyet konusuna hakkıyla riâyet edebilmemizi nasip eylesin. Âmîn!
YORUMLAR