İlk insandan günümüze kadar pek çok âile kuruldu. Bu âileler içinde örnek alacağımız en ideal âile yuvasından bahseder misiniz?
Rabbimizin bütün insanlığa örnek şahsiyet olarak lutfettiği Peygamber Efendimiz’in âile yuvası, her bakımdan en ideal ve örnek bir yuvadır.
O yuva, dünyanın öyle huzur ve güzellik dolu yuvasıydı ki, günlerce sıcak bir yemek pişmediği hâlde, burcu burcu saâdet kokardı. Üstelik o mukaddes yuvada hanımların odası, ancak başlarını sokacak bir mekândan ibâretti. Ancak o yuvanın en lezzetli rızkı; rızâ, sabır ve teslîmiyetti. Allah Rasûlü’nün âile hayatında uyguladığı terbiye usûlü, onların kalplerini sonsuz bir bağlılık ve muhabbetle doldurmuştu.
Hiçbir kadın, efendisini; vâlidelerimizin Allah Rasûlü’ne olan sevgileri derecesinde sevemez. Hiçbir koca da, hanımını; Allah Rasûlü’nün, mübârek hanımlarına olan muhabbeti seviyesinde sevemez. Hiçbir evlât, Hazret-i Fâtıma’nın babasını sevdiği kadar sevemez. Hiçbir baba da evlâdını, Allah Rasulü’nün Hazret-i Fâtıma’yı sevdiği kadar sevemez.
Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, her biri mü’minlerin anneleri makâmında olan hanımları arasında adâlete de son derece riâyet etmiştir. Bu hususta elinden gelen gayreti göstermiş, fakat mutlak adâleti temin etmenin zorluğunu da îtirâf ile Cenâb-ı Hakk’a şöyle ilticâ etmiştir:
“Yâ Rabbi, farkında olmadan birini diğerinden fazla sevebilirim. Bu da bir haksızlık olur. Onun için ey Rabbim! Elimden gelmeyen bu hususta Sen’in rahmetine sığınıyorum!..”
Âile hayâtının huzur ve saâdet ile devam etmesi için başka ne gibi hususlara dikkat edilmelidir?
Âile hayatında “müştereklik” dediğimiz “ortak paylaşma” duygusu, hayatın her ânında, rûhâniyet ve muhabbet iklîminde devam ettirilmelidir. Peygamber Efendimiz âilenin bu muhabbet iklîmi şöyle tavsîf eder:
“Bir kimse geceleyin hanımını uyandırır da beraberce veya her biri kendi başına iki rekat namaz kılarlarsa, Allâh’ı çok zikreden erkekler ve Allâh’ı çok zikreden kadınlardan yazılırlar.” (Ebû Dâvûd, Tatavvû 18, Vitir 13)
“Geceleyin kalkıp namaz kılan, hanımını da kaldıran, kalkmazsa yüzüne su serperek uyandıran kimseye Allâh rahmet etsin! Aynı şekilde geceleyin kalkıp namaz kılan, kocasını da uyandıran, uyanmazsa yüzüne su serperek uykusunu kaçıran kadına da Allâh rahmet etsin!” (Ebû Dâvûd, Tatavvû 18, Vitir 13)
Bu hadîs-i şerîflerden anlaşılan nükte şu ki, insan cinsinin saâdeti şu iki şarta bağlıdır:
- Eşler arasında samimiyet
- Birbirini takvâya teşvik.
Saâdet, kadın ve erkek kıymetlerinin korunması ile elde edilir. Hayat arkadaşlarının mesud günleri; ince ve derin hatıralar, samîmî neşeler, refah, huzur ve lezzet, hep nikâh gölgesinden temin edilir.
Ancak unutulmamalıdır ki, sevinç ve mutluluklar paylaşıldığı gibi; sıkıntı, keder, hüzün ve iptilâlar da paylaşılmalıdır. Taraflar, her zaman ve bilhassa mânevî hususlarda birbirlerine destek vermeli, birbirlerini yıkayan iki el gibi olmalı ve birbirlerine en yakın tesellî kaynağını yine kendileri teşkil etmelidirler.
Çünkü hayat, her zaman pembe bulutların üzerinde devam etmez. Hayatın inişi-çıkışı, fırtınaları, virajı ve engebeleri olduğu da hatırdan çıkarılmamalıdır. İnsanlar için gelecek günler, meçhul ve sürprizlerle doludur. Kader, bir sırr-ı ilâhîdir. Bu bakımdan en büyük güç ve destek kaynağı, öncelikle Allâh’a bağlılık ve îmandır. İkinci büyük destek de birbirlerine kaynaşmış ve tek bir yürek hâline gelmiş olan eşlerdir. Dikkat etmelidir ki, eğer çaresiz ve bitkin insanlar, başlarına gelen büyük musîbet ve felâketlerde âile içinden beklediği desteği bulamazlarsa, daha büyük yıkımlara ve çöküşlere mâruz kalabilirler. Ya da âile dışında tesellî arayışlarına girerler ki, bu da âileyi çöküşe götüren ilk adımı teşkil edebilir. Ancak rûhen olgunlaşmış, anlayışlı fertlerden oluşan yuvalarda ise, başlarına gelen bâdireler, âilenin sağlamlığı ölçüsünde kolaylıkla bertarâf edilir. Âile sağlamlığı, rûhî olgunluğa paralel olarak bilhassa karşılıklı geçim ehli olmaya bağlıdır.
Günümüzde evlilik dışı ilişkiler ve zinâ, kimi çevrelerce revaçta tutulmaya çalışılmakta, kadın ve âilelerin iffet ve nâmusu küçük görülmektedir. Âile fertlerinin bu hususta nelere dikkat etmesi gerekir?
İslâm’a göre nikâh ve âile müessesesi; nesil yetiştirmek, evlât terbiyesi, neslin muhâfazası ve insanlık haysiyetinin korunması bakımından muazzam ve vazgeçilmez bir değerdir.
İslâm bu değere o kadar ehemmiyet verir ki, onu yok etmeye kasteden çürük ve sefil münâsebetleri tamamen reddeder. Bu itibarla nikâh dışı rezâletlerin en kötüsü olan “zinâ” fiilini, en ağır bir haram olarak yasaklar. Zîrâ o çirkin hâl; nikâhın zarâfetine, güzelliğine ve meşrûiyetine çılgınca bir saldırış ve nesli yok eden en acımasız bir cinâyettir. Nikâh gibi bir saâdet ve huzur dünyasını, fuhşun murdarlığına değiştirmek kadar ahmaklık ve cehâlet olamaz.
Fazîletli bir millet ve memleketin sokakları, rezâlet manzaralarına terk edilemez. Meydanlar ahlâksızlığın harman olduğu yerler değildir.
Bir hanımın en paha biçilmez ve en kıymetli varlığı, onun iffetidir. Kadınlık şeref ve haysiyetini korumak, ancak iffet sâyesinde mümkündür. Yüce dînimiz, kadının iffetine çok fazla ehemmiyet vermiştir. Meselâ Meryem vâlidemiz, iffeti sebebiyle Kur’ân-ı Kerîm’de medhedilmiş ve onun ismi tam 34 yerde zikredilmiştir. Kur’ân’da isminin bu kadar zikredilmesi, başka hiçbir kadına nasîb olmamış bir şereftir.
Bu da gösteriyor ki, bir kadını en değerli yapan husus, iffettir, iffettir, iffettir. Lâkin, hanımlık haysiyetini yitirirse, eğlence, oyuncak ve en sefil bir varlık olur.
Hazret-i Fâtıma annemizin bir sıfatı da “Betül”dür. Yâni dâimâ temiz ve tertemiz…
Bunun için İslâm, tesettüre ehemmiyet vermiştir. Çünkü tesettür, kadını hem fizikî, hem de rûhî olarak muhâfaza altına alan bir kalkan mesâbesindedir. Kadın, tesettürden sıyrıldığı takdirde kadınlığına has meziyetleri, hattâ insanlık husûsiyetlerini yitirmektedir. Lâkin mütesettir, iffetini muhafaza eden, vakarlı bir hanım, hayat boyu bir iffet âbidesi olarak ömür sürer.
Tesettür emri, İslâm’da kadına verilmiş olan yüksek mevkî ve kıymetin de mühim bir tezâhürüdür. Nitekim değerli hazineler, en güzel şekilde muhâfaza edilir; tutup da hırsızların gözleri önüne serilmez. İşte Müslüman kadın, kendisine verilen yüksek kıymet sebebiyle yabancı bakışların yıpratıcı ve incitici tesirinden tesettür sâyesinde muhafaza edilmek istenmiştir. Tesettürün en büyük hikmetlerinden birisi de budur.
Günümüzde gazete, dergi ve televizyonların tesiri hakkında neler söylemek istersiniz? Gençlerimizi ve çocuklarımızı bunların menfî tesirinden nasıl koruyabiliriz?
Maalesef bugün toplum, bir “kurtlar vadisi”ne dönmüş durumda. Yavrularımızı bundan kurtaracak olan, şuurlu, idrâkli, hakikî annelik eğitimini almış bulunan genç kızlarımızdır.
Bugün bir memleketin istikbâlini görmek kerâmet değildir. Gençliğin temâyülleri, istikbâlin ayak sesleridir. Onun için yavrularımızı bir kurtlar vadisi hâline gelmiş olan müesseselerin şerrinden korumak zarûrîdir. Bugün medya da ekseriyet itibâriyle bu durumdadır.
Yavrularımız, bizler için -inşâallah- bir sadaka-i câriye olacaktır. Fakat onların hâlini umursamazsak, -Allah korusun- bir seyyie-i câriye olacak ve bizim âhiret felâketimiz hâline dönecektir.
Annenin mahâreti ve sanatı, yetiştirdiği evlâdında ortaya çıkar. Nasıl ki bir tamircinin sanatı, tâmir ettiği eşyada ortaya çıkmaktaysa, annelerin sanatı da yetiştirdikleri nesilde kendini gösterecektir. Bu bakımdan bilhassa annelerin, çocuklarını menfî tesir odaklarından korumak ve onları güzel ahlâk sâhibi, îmanlı bir nesil olarak yetiştirmek için evvelâ kendilerini kâfî derecede yetiştirmeleri îcâb etmektedir.
Efendim, günümüzün bir hastalığı da, anne ve baba namzetlerinin, keyfî olarak çocuklarına kıymaları, daha anne karnında çocuğu aldırmaya çalışmalarıdır. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Gerçekten bazı anne-babalar, bir zarûret olmaksızın sırf nefsânî rahatlık ve konforları için câniyâne bir şekilde çocuk aldırmaya teşebbüs etmektedirler. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömen yarı vahşî câhiliye insanlarıyla âdeta vahşet yarışına girmişçesine, daha anne karnındaki mâsum bebekler bir hiç uğruna parçalanarak modern bir cinâyete kurban edilmektedir. Bu, en başta ilâhî lutfa karşı nankörlüktür. Ayrıca böyle yapanların, hayatın hangi sürprizlerine dûçar olacakları da meçhuldür. Bu cinayeti işleyenler, belki yarın hayatta yapayalnız kaldıklarında elinden tutacak olanın, o çocuk olacağını iyi düşünmelidirler. Veya vaktiyle kendi anne-babaları da onları istemeyip aynı âkıbeti onlar için revâ görselerdi, bugün onlar da hayatta olamayacaklardı. Bunları hesap etmelidirler.
Din ve îmandan mahrûmiyet sebebiyle hayatı sırf ten plânında yaşayan, egosunu ve nefsânî arzularını tatmin etmekten başka bir düşüncesi olmayan, insanlık şeref ve haysiyetine vedâ etmiş bencil bir neslin, nasıl felâket manzaraları oluşturduğuna dünya tarihi sayısız defa şâhit olmuştur.
Fuhuş, narkotik ve mâneviyattan uzaklaşma felâketine dûçâr olan toplumların hâli, büyük ve dehşetli bir deprem felâketine uğramış memleketlerden daha beterdir. Böyle toplumlar, acıklı bir sahrâ hastanesine benzer.
Son olarak okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?
Sözlerimi bir niyâz ile tamamlamak isterim:
Bütün dünyada âile yuvalarının ahlâksızlık, ihmal ve muhabbetsizlik depremleriyle yıkıldığı şu demlerde Rabbimiz, âilelerimizi sarsılmayacak kuvvet ve kudrette inşâ edebilmeyi ve yaşatabilmeyi cümlemize nasip eylesin! Hânelerimiz; muhabbet, huzur ve saâdet tecellîleriyle dolu bir dünyâ cenneti olsun! Âile cennetimizin kapısı da, cemâlullâha vuslatın tecellî edeceği ebedî cennetlere açılsın!
Âmîn…
YORUMLAR