SÂLİHA BİR ANNENİN KIZINA NASİHATLERİ

Evlâtlar, anne-babaların kendilerinden sonra devam eden parçalarıdır. Bu yüzden anne-babalar, onların hayatları boyunca mutlu ve huzurlu olmalarını arzu ederler. Yine onların rahatı ve huzuru için gecesini gündüzüne katar; kendi yemez, evlâdına yedirir; kendi giymez, evlâdını en güzel şekilde giydirmeye çalışırlar. Yavruları hastalandığında başında bekler, şefkat ve merhamet kanatlarıyla onun etrafında âdeta pervâne olurlar.

İşte bu evlâtlar, büyüyüp evlenecek yaşa geldikleri zaman anne-babalar, onların saâdetinin ömür boyu sürmesi ümidiyle, yaşadıkları tecrübelerden de hareketle birtakım nasihatlerde bulunurlar. Aldıkları terbiye ve sahip oldukları edep, görgü ve ahlâkî seviyeye göre kendilerince en güzel yolu göstermeye çalışırlar.

Fakat ne yazık ki günümüzde mânevî hassâsiyetleri zayıflayan birçok anne-baba, evlenecek evlâtlarına evvelâ sevgi, saygı, sabır-sebat ve fedâkârlık fazîletlerini tavsiye etmek yerine; “Aman kendini ezdirme, sana bir şey söylerlerse sakın ha altta kalma, sen de iki mislini söyle, düğününün en lüks yerde olmasını ısrarla diret, sana bu yakışır!..” gibi telkinlerde bulunarak onların istikbaldeki mutlu günlerine zehir saçabilmektedirler.

Daha yolun başında gönülleri menfî şartlanmalarla dolduran bu nevî telkinler, âile müessesesinin hayat bulması yerine, bilâkis târumâr olmasına sebebiyet verebilmektedir. Günümüzde artan geçimsizlik, hırçınlık, rûhî bunalımlar ve boşanmaların bir sebebini de, bu ve benzeri telkinlerin şuuraltında bıraktığı izlerde aramak gerekir.

Hâlbuki İslâmî örfümüzde bu nasihatlerin özü, hayat ve saâdet bahşedicidir. Önce kendini değil, hayat arkadaşını düşündüren; hodgâmlığı değil, diğergâmlığı tavsiye eden ve gönülleri muhabbetle kaynaştıran bir muhtevâdadır. Meselâ; sâlih babalar ve sâliha anneler gelin olacak kızlarına:

“–Kızım, evimizden beyaz gelinlikle çıktığın gibi kocanın evinden de beyaz kefenle çıkasın…” şeklinde sadâkat ve fedâkârlık telkin edip gideceği âileye karşı gönlünü ısındırırlar. Ayrıca hayatın acı sürprizleriyle karşılaştığında da sabretmesini tavsiye ederek:

“–Kızım ağzından kan gelse, kızılcık şurubu içtim, diyesin…” gibi telkinlerde bulunurlar.

Nasıl ki yavru kuşlar palazlanıp irileşince doğdukları yuva onlara dar gelmeye başlar, mecbûren temiz ve elverişli bir dal bulup ayrıldıkları yuvanın bir benzerini yaparak hâl ve yaşayışlarını aynı karakteriyle orada devâm ettirirler. Bunun gibi fazîletli anne-babalardan gelen çiftler de, ayrıldıkları âile ocağının sıcaklığını yeni yuvalarında devâm ettirirler.

Doğup büyüdüğü âile ocağından ayrılıp yeni bir yuva kuracak olan gençlere yapılacak nasihatler, o yuvanın huzur içinde devâmını temin eden temel taşları olacaktır. Bizler de ecdâdımızdan bugüne kadar intikal eden, bu İslâmî saâdet örfünü gelecek nesillere güzelce aktarmak mecbûriyetindeyiz.

Gelin hep birlikte tarihin derinliklerine seyahat edelim ve ömür boyu teşekküre lâyık, eli öpülesi, sâliha bir annenin kızına verdiği nasihatleri can kulağıyla dinleyelim:

Ümâme bint-i Hâris, kızı Ünâs’ı evlendirirken ona şöyle nasihat etmiştir:

“Bak yavrum! Bir kimseye nasihat ve tavsiye, eğer o kimsenin edebine, terbiyesine, asâletine ve haysiyetine bakılarak terk edilecek olsaydı, benim de şimdi sana bu tavsiyelerde bulunmama ihtiyaç olmazdı. Lâkin tavsiye, bilene hatırlatma, bilmeyene anlatıp öğretme demektir. Bundan dolayı da herkes için faydalıdır.

Kızım! Eğer bir kız, ana-babasının servet ve zenginliğinden dolayı kocaya muhtaç olmasaydı, senin herkesten ziyâde müstağnî olman lâzım gelirdi. Fakat öyle olmayıp erkekler bizim için yaratıldığı gibi biz de onlar için yaratılmışızdır.

Kızım! Sen ana-babanın evinden, büyüyüp yürüdüğün yuvadan çıkıp, bilmediğin ve şimdiye kadar alışmadığın bir kişinin evine gidiyorsun.

O hâlde o kimsenin rızâsını gözetip hizmetçisi gibi kendisine itaat eyle ki, o da sana kul-köle olsun, seni sevsin ve hoşnud olman için elinden gelen her şeyi yapsın.

Sana şimdi on şey söyleyeceğim. Bunları ezberle ve gereğince hareket et ki, kocanla güzel geçinmeye muvaffak olasın:

  1. Sana yiyecek ve giyecek her ne getirirse onu cân u gönülden kabul etmelisin.
  2. Emrettiği şeyleri yapmalı, yasaklayıp yapma dediği şeyleri de yapmamalısın. Sözünü dinleyip kendisine itaat etmelisin.
  3. Üstünü-başını ve evini temiz tutmaya dikkat etmelisin.
  4. Görüldüğünde veya kokusu alındığında hoşlanılmayan şeylerden kaçınmalısın ki, kendinden iğrendirip kocanın gözünden düşmeyesin.
  5. Kocanın uyuyacağı, yemek yiyeceği vakitleri iyi tâkip etmelisin. Yani bunları hangi vakitte yapmayı alışkanlık hâline getirmişse, o vakitleri gözetip yemeğini ve yatağını hazır etmelisin. Zîrâ açlık insanı ateşlendirir, uykusuzluk da öfkelendirir.
  6. Kocanın malını muhâfaza edip israf ve teleften korumalısın.
  7. Kocanın îtibârını gözetip onun akrabâ-yı taallukâtına hürmet etmelisin.
  8. Hiçbir şeyde ona isyan ve muhâlefet etmemelisin.
  9. Âile sırrını kimseye ifşâ etmemelisin. Eğer emrine isyan edersen kendine kin bağlatırsın, sırrını ifşâ edersen gadr u cefâsından emin olamazsın.
  10. Kızım, sakın ola ki kocan kederli iken yanında ferah ve neşeli durmayasın, onun ferah ve neşeli vaktinde de keder göstermeyesin!”[1]

Bu kıymetli nasihatleri biraz îzah edecek olursak şunları söyleyebiliriz:

Cenâb-ı Hakk’ın varlıklar arasına koymuş olduğu denge îcâbı, hanımlar da, erkekler de birbirlerine muhtaçtır. Birbirlerinin tamamlayan boyutlarıdır. İnsan neslinin ve dolayısıyla hayatının devamı, kadın ve erkek arasındaki bu birlikteliğe, yani âile müessesesine muhtaçtır. En alt kademeden en üst tabakaya kadar her çift, âile yuvasının saâdetine muhtaçtır. Allah Teâlâ, erkekleri kadınlar, kadınları da erkekler için bir huzur ve sükûn kaynağı olarak yaratmış ve toplumun devam ve saâdetini buna bağlamıştır.

Öyleyse bu iki cins arasında kurulacak yuva, hangi esas ve kâidelere riâyet edilerek kurulmalıdır ki, arzu edilen huzur ve saâdete ulaşılabilsin?

Bu hususta en çok riâyet edilmesi gereken esas, Cenâb-ı Hakk’ın koymuş olduğu emir ve nehiylerine riâyet etmektir. Zîrâ saâdeti ihsân edecek olan, Cenâb-ı Hak’tır. Yuvalar, ne kadar Allah Teâlâ’nın koyduğu kâideler dâhilinde şekillenirse, o kadar mesud ve huzurlu olur. Dolayısıyla her iki cinsin de hayatları boyunca Allah Teâlâ’ya karşı “kulluk” vazifelerini unutmamaları îcâb eder. Hatta evlilik, bu kulluk vazife ve şuurunun bir parçası olarak görülmeli ve bu minval üzere devâm ettirilmelidir.

Âilede riâyet edilecek en mühim hususlardan bir diğeri de, erkek ve kadının kendi mesûliyet ve vazifelerinin şuurunda olmalarıdır. Herkes kendi hak ve mesûliyetlerini bildiği nisbette âilede âhenk ve nizam devam edecektir. Eğer taraflardan biri, kendi vazifelerini terk ve ihmâl eder, yahut hudutlarını aşarak diğerine zulmetmeye başlarsa, bu yuvada huzursuzluklar baş gösterir. Âile yuvasının en büyük düşmanı, fedakârlığın hep tek taraftan beklenmesidir. Herkes gücü nisbetinde ve gerektiği kadar fedâkârlıkta bulunmuş olsa, bu büyük ve ulvî yapı, sadece âile fertlerine değil, çevresine de mutluluk menbaı hâline gelecektir.

Âile yuvasının en büyük gâyelerinden biri de, İslâm fıtratı ile doğmuş yavruları hayırla donatarak sâlih ve sâliha nesiller olarak yetiştirmektir. Bir anne ve babayı en çok düşündürmesi gereken husus, evlâtlarının mânevî istikbâlidir. Evlâtlar, bilhassa çocukluk ve ergenlik devrelerinde anne-babanın mânevî terbiyesine muhtaçtırlar. Bu terbiyeyi güzelce vererek ardında sâlih ve sâliha evlâtlar bırakabilen anne-babalar için şu hadîs-i şerîf ne güzel bir müjdedir:

“Allah Teâlâ, cennetteki sâlih kulunun derecesini yükseltir de, hayrete düşen kul:

«–Yâ Rabbî, bu terfî bana hangi sebeple verildi?» diye sorar.

Allah Teâlâ da:

«–Çocuğunun sana yaptığı istiğfar ve duâ sebebiyle…» buyurur.” (Ahmed, II, 509; İbn-i Mâce, Edeb, 1)

Fakat bunun zıddına evlâtların mâneviyatları ihmâl edilmiş ve bu sebeple onlar da yanlış mecrâlara akmışlarsa, kıyâmet günü o evlâtlar anne-babadan dâvâcı olacaklardır.

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Ey îmân edenler! Kendinizi ve âilenizi ateşten koruyunuz...” (et-Tahrîm, 6)

Bu âyet-i kerîmeyi îzah sadedinde, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmuşlardır:

“Onları, Allâh’ın sizi nehyettiği şeylerden uzaklaştırır ve emrettiği şeylere teşvik edersiniz. İşte bu, onları cehennemden muhâfaza etmektir.” (Âlûsî, XXVIII, 156)

Günümüzde bilhassa televizyonların menfî programları ve internetin yanlış adresleri, gençleri kıskacına almakta ve bunun neticesinde yaşanan ahlâkî erozyon ile toplum sanki bir kurtlar vâdîsini andırmaktadır. Bu bâdireli hayat şartları da, bilhassa kız evlâtlarının mânevî terbiyesi ve geleceğe hazırlanması üzerinde daha büyük bir ihtimam göstermeyi gerekli kılmaktadır. Zîrâ zamanın menfî şartlandırmaları ve anne-babaların mânevî ve ahlâkî noktadaki noksanlıkları, evlâtların eğitim ve terbiyesinin yanlış adreslerde aranmasını beraberinde getirmektedir. Dünyevî diploma ve apolet kaygılarıyla sadece zâhir planında olgunlaşmaya ve gelişmeye öncelik verilmekte ve böylece saâdet, çıkmaz sokaklarda aranmaktadır.

Hâlbuki mü’minin en mühim eğitim kitabı, Kur’ân-ı Kerîm’dir. Gönüllerin öncelikle Kur’ân-ı Kerîm ve onun fiilî olarak îzah ve şerhi demek olan Sünnet’in feyz ve rûhâniyetiyle olgunlaşması şarttır.

Cenâb-ı Hak, âlemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamber Efendimiz’i biz mü’minlere “üsve-i hasene” yâni “en güzel ve emsalsiz örnek şahsiyet” kılmıştır. Dolayısıyla kız çocuklarımızın eğitiminde de örnek alacağımız en büyük rehberimiz, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. Bu meyanda Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın, Fâtıma vâlidemizi ne şekilde yetiştirdiğini iyi anlamamız îcâb eder. Âile fertleri içinde kızı Fâtıma’ya apayrı bir muhabbet duymasına ve onu azîz tutmasına rağmen, onu dünyâ nîmetlerini asgarî seviyede ve bir riyâzat hâli içinde kullanmaya yönlendirmesi, dâimâ takvâ hayatına sevk ederek uhrevî saâdetini düşünmesi gibi hususlar, bizler için çok mühim ölçülerdir. Bu nebevî eğitimin bereketiyledir ki, cennet seyyidesi Fâtıma vâlidemiz, Ehl-i Beyt’in ve Altın Silsile’nin annesi olmuştur.

Yine Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kızların eğitim ve terbiyesi husûsunda şöyle buyurmuşlardır:

“Her kim üç kız çocuğunu veya kız kardeşlerini himâye edip büyütür, güzelce terbiye eder, evlendirir ve onlara lutuf ve iyiliklerini devam ettirirse, o kimse cennetliktir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 120-121/5147; Tirmizî, Birr, 13/1912)

“Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar büyütüp terbiye ederse, kıyâmet günü o kimseyle ben yan yana bulunacağız.” (Müslim, Birr, 149)

“Her kim kız çocuklarını yetiştirme yüzünden bir sıkıntıya uğrar da onlara iyi bakarsa, bu çocuklar onları cehennem ateşinden koruyan bir siper olur.” (Buhârî, Zekât 10, Edeb 18; Müslim, Birr 147)

Bu hadîs-i şeriflerde açıkça “kız evlâdı”nın zikredilmiş olması, hem o devrin câhiliye örf ve âdetlerinde kızlara karşı takınılan çirkin tavrı ortadan kaldırmak içindir, hem de kız evlâdının yetiştirilmesinin toplumun kemâli için çok ehemmiyetli olmasındandır.

Zîrâ kız evlâdı, tek bir fert değildir. O, yeni neslin yuvası, mektebi ve muallimidir. Gelecek nesiller, olgun ve yetişmiş sâliha kızların şefkat ve merhamet dolu yüreklerinde filizlenirler. Şayet anne-babalar, kızlarının mânevî kâbiliyet ve hassâsiyetlerini inkişâf ettirmez ve onları sokakların insafına bırakarak hoyratça heder ederlerse, onlarla birlikte kendi istikbâllerini de mahvetmiş olurlar.

Yâ Rabbi! Bizleri, Kur’ân ve Sünnet’in feyz ve rûhâniyeti içinde bir ömür sürmeye muvaffak eyle! Nesillerimizi de İslâmî güzelliklerle tezyîn eyle! Onları ana-babalarına göz aydınlığı, yüz aklığı ve gönül sürûru eyle!

Âmîn!

 

 

[1] Mehmed Zihnî Efendi, Meşhur Kadınlar, I, 52-53.

PAYLAŞ:                

Osman Nûri Topbaş

Osman Nûri Topbaş

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle