Rasûlullâh’ın Çocuklarla Şakalaşması
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in hayatında, “çocuk eğitimine ait” örnek alacağımız birçok nümuneler vardır. Bunlardan bir tanesi de Allah Rasulü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in çocuklarla olan şakalaşması… Öyle ki, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çocukları bazen üzerine alıp taşır, bazen onlarla koşar, bazen de onlara takılarak şakalaşırdı. Bu hususta Enes bin Mâlik, Rasulullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- için, “çocuklarla şakalaşmada, insanların en önde olanı” demiştir. (Taberâni, el-Mu’cemü’s-Sağîr)
Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in çocuklara yaptığı şakalardan bir kaçı şöyledir:
Enes -radıyallâhu anh-, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kendisine:
“-Ey Zü’l-üzüneyn (iki kulaklı)!” diye hitab ettiğini, bu sözüyle şaka yapmayı kasdettiğini rivayet etmiştir. (Tirmizî, Birr 57; Ebu Dâvud, Edeb 92)
Yine Enes bin Malik -radıyallâhu anh- anlatıyor:
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, biz çocukların arasına karışır ve şakalaşırdı. Hatta bir gün, küçük kardeşimin gönlünü almak için, ona:
“-Ebu Umeyr! Ne oldu Nuğayr?..” buyurdular.
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in:
“-Ebu Umeyr! Ne oldu Nuğayr?..” demelerinin sebebi şudur:
O küçük yavrucağın, Nuğayr denen (gagası kırmızı, serçe büyüklüğünde, bülbül cinsinden) bir kuşu vardı. Onunla oynayıp gönlünü eğlendiriyordu. Günlerden bir gün kuş öldü. Dünyası kararmış olan çocuğun üzüntüsü sonsuzdu. İşte bunu haber alan Hazret-i Peygamber, bu yavrunun üzüntüsünü paylaşarak, latîfe yollu:
“-Eee Ebû Umeyr! (Ömerciğin babası), söyle bakalım ne oldu Nuğayr?..” buyurdular. (Tirmizî)
Mahmud bin Rebî de:
“-Ben beş yaşlarında iken Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, evimizdeki kovadan ağzına aldığı suyu yüzüme püskürttüğünü hatırlıyorum.” demiştir. (Buhârî, İlim, 18)
Alkame -radıyallâhu anh-, Ebu Seleme’den şöyle rivayet eder:
“Rasulullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hazret-i Ali’nin oğlu Hazret-i Hasan’a mübârek dilini çıkararak gösterir, bunun üzerine o da mübârek dilini çıkarırlardı.” (Gazalî, İhyâ, III, sh: 285)
Burada Allâh Rasûlü’nün, çocukların seviyesine inerek, onların mîzâcına uygun şakalar yaptığını, oyunlarına iştirâk ettiğini ve bu sûretle fiilî bir örnek oluşturduğunu görüyoruz. Bu tutum, Peygamberimiz’in çocuklara karşı muhabbet ve alâkasının bir yansımasıdır. Aynı zamanda Fahr-i Kâinat Efendimiz, bu yolla o çocuğa, mânevî bir bereket ulaştırmakta ve onun çocukluk dünyasında unutamayacağı izler bırakmış olmaktadır.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Hanımlarıyla Şakalaşması
Hazret-i Âişe Vâlidemiz:
“Bir gün Allâh’ın Rasulü, benimle koşarak yarıştı ve ben kendisini geçtim. Zamanla şişmanladım. Benimle daha sonra tekrar koştu ve bu sefer de O, beni geçti.” demiştir. (Nesâî, İbn Mace)
Yine bir gün Hazret-i Âişe Vâlidemiz, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ve Hazret-i Sevde Validemiz’e bir yemekte bulamaç aşı ikram etmişti. Hazret-i Sevde Validemiz’in bu yemekten yememesi üzerine, Hazret-i Âişe -radıyallâhu anha-:
“-Yemezsen yemeği yüzüne sürerim!..” demişti.
Sevde -radıyallâhu anha- Annemizin buna rağmen yememesi üzerine de bulamaçtan bir parmak alıp onun yüzüne sürdü. Ondan böyle bir davranış beklemeyen Sevde Vâlidemiz şaşırmıştı. Bunun üzerine Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“-Ne duruyorsun, ey Sevde! Sen de onun yüzüne sür.” buyurdular.
Sevde -radıyallâhu anhâ- Vâlidemiz de, bulamaçtan bir miktar alıp Hazret-i Âişe Vâlidemizin yüzüne sürmüş ve böylece aralarında şakalaşmışlardı.
Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de onların bu hâline bakıp tebessüm etmiştir. (Gazâlî, İhyâ-i Ulûmiddin, Mizah, sh: 284)
Nitekim Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- bu rivâyetleri te’yid eder şekilde:
“-Rasûlullah, hanımlarıyla beraber olduğu zaman, insanların en hoşu ve en şakacısıydı.” demiştir.[1]
Bu sebeple bir zevcin (kocanın), hanımı ile şakalaşması ve oynaşması, aralarındaki sevgiyi arttıracağı için tasvip, hatta teşvik edilmiştir.[2]
Peygamberimiz Kimlere Şaka Yapar, Kimlere Yapmazdı?
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; daha çok, yarının büyüğü olan çocuklara, âile saadetinin devamını canlı tutacak olan hanımlarına, bir nevî kenara itilmiş olup da hiç kimsenin ilgisini çekmeyen fakir-fukarâ zümresine ve çevresinden sevgi bekleyen kimselere şaka yapmıştır. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bu kişilere yaptığı şakalar, onlara merhametinin ve onların gönlünü alma arzusunun bir ifadesidir. Gösterilen bu ilgi ve sevgi, onlara; Rasulullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in en çok sevdiği kimsenin kendisi olduğu hissini vermiştir.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, toplumda sorumluluk yüklenmiş, ciddiyet isteyen görevlere atanmış ve her an kendilerine ağır vazifeler verilme durumunda olan ashâbına karşı, gerçekleri dolaylı yollarla değil, bütün çıplaklığı ile ifade etmiştir. Nitekim O’nun; sağ kolu durumundaki bir Ebubekir’e, cemiyette ciddiyet ve otorite dengesini daima canlı tutmakla vazifeli bir Hazret-i Ömer’e, bilhassa kıtlık ve seferberlik dönemlerinde devletin yedek hazinesi rolünü oynayıp nâmerde el açtırmayan bir Hazret-i Osman’a, hicret kararını aldığında ölüm döşeğine yatırmaktan tutup, devlet başkanlığı ve vekâletine kadar her ciddi işi kendisine havâle edebildiği bir Hazret-i Ali’ye, fethedilen her yeni bölgenin eğitim-öğretim düzenini kurmakla görevlendirdiği bir Muaz bin Cebel ve Ebu Musa el-Eş’arî’ye, Bizans İmparatoru’na diplomat olarak gönderdiği bir Dıhyet’ül- Kelbi’ye ve daha benzeri nicelerine, makamları ve konumları ile alâkalı, vakarlarını sarsıcı, şaka yollu bir söz söyledikleri ve böyle bir tutum içine girdikleri olmamıştır. (Peygamberimiz’in Şemaili, Prof. Dr. Ali Yardım, Damla Yayınevi, s. 306-307)
Ama bu, onlara karşı asık suratlı ve hep ciddî olduğu mânâsına da gelmemektedir. Bu yakın dost ve arkadaşlarına, devamlı mütebessim, olgun ve vakur davranmıştır. Zaten mü’minin en temel vasfı da, yumuşaklık ve merhametinin zaafa, tebessüm ve latîfelerinin laubâliliğe, ciddiyet ve vakarının asık suratlılık ve kibre dönüşmemesi değil midir?!
Şakanın Sınırları
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve ashabının yaptığı şakalar, kırıcı ve yalan cinsinden olmayan şakalardır. Böylesi şakalar, insanlar arasında muhabbeti arttırır. Ancak her işte olduğu gibi, şaka yapmada da belli sınırlar vardır:
İnsan şahsiyetini, onurunu rencide eden bütün söz ve hareketler, kul hakkını çiğnemektir. Toplum düzeni, bütün fertlerin haklarına riâyet ve onlarla ünsiyet etmekle, görüşüp anlaşabilmekle sağlanır. Kendi hakkının çiğnenmesini arzu etmeyen bir insanın, başkasının da hakkını gözetmesi gerekir. Hukuka riâyeti temin için Yüce Allah, insanların mallarına tecâvüzü haram kıldığı gibi, insan şahsiyetini kırıcı olan her türlü alayı, gıybeti, dedikoduyu, yalanı, iftirayı ve benzeri sözlü tecâvüzleri de haram kılmıştır. Bu cümleden olmak üzere, çoğu kere muhatabı küçük düşürecek şekilde yapılan fiilî ve sözlü şakalar da Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hadîsi ile yasaklanmıştır:
“Arkadaşınla ağız kavgası yapma; ona (incitici) şaka da yapma…” (Tirmizî)
Yine; el şakaları, öldürücü ve yaralayıcı âletlerle yapılan şakalar, tehlikeli olabileceğinden yasaklanmıştır. Hadîs-i şerîflerde buyurulur:
“Her kim kardeşine -isterse ana-baba bir kardeşi de olsa- (korkutmak üzere) demirle (bıçak, şiş… gibi) işâret ederse, onu bırakana kadar melekler o kimseye lânet ederler.”
“Sakın sizden biriniz, (din) kardeşine silâh ile işaret etmesin. Çünkü işâret eden kimse bilmez ki, belki şeytan o silâhı elinden kaydırır, işâret edilen adamı vurur da bu yüzden cehennemden bir çukura yuvarlanır.” (Riyâzu’s-Salihîn, III, 293)
Korkutmak maksadıyla yapılan şakalar da yasaklanmıştır:
Abdullah bin Sâbit naklettiğine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:
“Sizden kimse, ne şaka, ne de ciddi olarak kardeşinin değneğini almasın. Kim kardeşinin değneğini almışsa, hemen ona geri versin.” (Ebû Dâvud, Edeb, 93; Tirmizî, Fiten, 3)
İbnü Ebî Leylâ anlatıyor:
“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ashabının bize anlattıklarına göre, onlar bir sefer yürüyüşünde idiler. (Bir konaklama sırasında) içlerinden biri uyurken, arkadaşı gidip ipini aldı. Uyanınca ipini bulamayan zât, (onu kaybettim diye) korktu. (Duruma muttalî olan) Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“-Bir müslümana, bir başka müslümanı korkutmak helâl olmaz!..” buyurdular. (Ebû Dâvud, Edeb 93)
Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz’in bu hadisi söylemesine, şaka sebebiyle ashab arasında vukua gelen bir korkma hadisesi sebep olmuştur. Başkasının eşyasını almanın iki mânâsı vardır: Alan kimse, ya bunu “ciddiyetle” yapar, yani bir daha geri vermemek üzere almıştır ki, bu bir nevî hırsızlıktır. Bunun ise, yasak olduğu zaten açıktır. Ya da “şaka yollu” olarak, izinsiz almıştır ki, bunda da muhataba eziyet dışında alan kimse için herhangi bir fayda yoktur. Hâlbuki, mü’minin başkasına ezâ vermesi câiz değildir. Öyleyse eziyete sebep olan bu tür davranışlardan kaçınılmalı ve kul hakkına girdiği düşünülmelidir.
Şunu belirtmekte de fayda vardır ki, şakanın İslâmî ölçülere uygun tarzda olması, onun sürekli yapılabileceğini göstermez. Daha doğru bir ifadeyle Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bazen şaka yapmasını, “şakanın sünnet olduğu ve durmadan yapılması gerektiği” şeklinde anlamamalıdır. Elbette şaka sünnettir, yani Peygamber Efendimiz tarafından da yapılmıştır. Ancak belli sınırlar içinde, münâsip düştüğü bazı zamanlarda…
Bir insanın her fırsatta, ölçülü-ölçüsüz, herkese şaka yapması, onun ciddiyet, vakar ve şahsiyetini rencide eder. Zamanla kendisine itimad edilmeyecek bir kimse hâline dönüşmesine sebep olur ki, bu da İslâm’ın tasvib etmediği bir noktadır.
Şaka Yapmak Maksadıyla Yalan Söylemenin Bir Sakıncası Olur mu?
Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir taraftan yeri geldikçe kendisi şaka yapar, bir yandan da ashabına:
“Arkadaşlarınla ağız kavgası yapma, ona (uygunsuz) şaka da yapma; bir söz verip tutmamazlık da etme!..”[3] buyurarak şaka yapmamalarını tembihlerdi.
Bunun üzerine çevresindeki ashâb:
“-Ama yâ Rasûlallah! Siz de şaka yapıyorsunuz!..” diye sordu. Allah Rasûlü, kendi şakalarıyla, diğer insanların şakaları arasındaki farkı şöyle ifade buyurdular:
“-Evet, ben de şaka yaparım; fakat ben (şaka yaparken bile) sadece hakikati söylerim.” (Buharî, Edeb’ül- Müfred, sh: 102)
İşte bu, şakanın en temel vasfı olmalıdır. İnsanlar, şaka yaparken kolaylıkla yalana başvurmaktadırlar. Bu ise, açıkça yasaklanmıştır. Bir başka hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmuştur:
“Yazıklar olsun milleti güldürmek için yalan söyleyen kimseye, yazıklar olsun, yazıklar olsun!” (Ebû Dâvûd, Edeb, 80)
Bir diğerinde ise:
“Muhakkak ki kişi bir kelimeyi söyler, o kelime ile yanındakileri güldürür ve o kelimeden dolayı süreyya yıldızından daha uzak bir mesafeden cehenneme düşüp yuvarlanır.” buyrulmuştur. (Gazâlî, İhyâ, c: III, sh: 251)
Görüldüğü üzere, bu iki hadis, insanları güldürmek için söylenen yalan sözlerin, kişiyi cehenneme sürükleyeceğini açıkça haber vermektedir. O hâlde, şaka yapmayı seven insanların en çok dikkat etmeleri gereken husus budur.
Hem unutulmamalıdır ki, ölçülere uygun mizahın “sadece güldürmek” gibi bir hedefi yoktur. Her şeyde olduğu gibi, bunda da ulvî bir fayda gözetilmelidir. Gergin bir ortamı yumuşatmak, muhatabı rahatlatmak, mesajı bir nükteyle daha tesirli vermek, söylenmesi gereken, ama söylenmesinden çekinilen bir hakikati şakaya vurarak ifade etmek…
Şakadaki gülümseme, şakadaki “letafet”in neticesi olmalıdır. Nitekim büyüklerimiz, bu inceliği, bu hassas ölçüyü anlatmak üzere, bizim gibi laf kalabalığına tevessül etmemiş; mizah, şaka, espri, nükte yerine “latîfe” diyerek meseleyi tek kelime ile çözmüşlerdir. Zaten yaptığımız şaka, mizah, espri… ince ve derinlikli olmalı, bir güzelliği ve hoşluğu yansıtmalı, bayağılığın, kabalığın, hayasızlığın, müstehcenliğin yakınından bile geçmemelidir. Zira dinin gâyesi; zarif, hassas, rakîk ve derin insan yetiştirmektir.
* * *
Şaka; bir gönül alma ve karşıdaki insanın dilinin bağını çözme vâsıtasıdır.
Şaka; büyüğün bulunduğu azamet kürsüsünden inip, küçüğün arasına karışma tavrıdır.
Şaka; küçüğü büyütmek için, büyüğün bir ânlık küçülmesi hâlidir.
Şaka; insanın kendisini bilmesinin, kendisine güvenmesinin bir tezâhürüdür.
Ve şaka; makam, mevkî, şöhret, para, mal-mülk; ilim, ibadet, hayrat sahibi kimselerin, bunları putlaştırmadığını gösteren bir istiğnâ hâlidir.
[1] İbn’ül Esîr, en- Nihâye, c: III, sh: 466.
[2] Bkz: Ebû Dâvud, Edeb, 84, 85, 149, 7; İbn Mâce, Cihad, 40; Ahmed bin Hanbel, II/352, 364; III/67, V/32.
[3] Buhârî, Edeb’ül- Müfret, s. 142-143
YORUMLAR