Her biri uzun tecrübelerden süzülerek gelen atasözlerimizden biri de, “Yuvayı dişi kuş yapar.” sözüdür. Yıllar sonra uzman psikolog, sosyolog ve âile danışmanlarımız bunu, “kadınların duygusal zekâlarının daha güçlü olduğunu” ifâde ederek te’yid edip desteklemişlerdir.
Dînimiz ise kadına, “anne” ve “zevce” kimliği üzerinden farklı bir değer vererek onu dâimâ yüceltmiştir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hem söz ve hem de davranışlarıyla kadınlara üstün bir mevkî sahibi olduklarını göstermiştir. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömülmekten kurtarmış, “utanılacak bir varlık” olarak görülme yerine, anne-babalarını cennete götürecek bir vesîle olduklarını ifâde etmiştir. Hayatın pek çok sahasında, fıtratlarına uygun işlerle meşgul olmalarını teşvik etmiş, onların ilim, eğitim, hizmet ve takvâda gelişmeleri ile yakından ilgilenmiştir. Cihad meydanlarına elinde kılıçla iştirak eden kadınlar bulunduğu gibi, hemşirelik, aşçılık vb. geri hizmetlerde bulunan kadınlar da vardı. Peygamber Efendimiz, kendi zevcelerinden bazılarını da kur’a ile cihad meydanlarına götürürdü.
Peygamber Efendimiz’in hayatında kadının müstesnâ bir yeri vardır. O, erkeğin hemen yanı başında, hayatın içindeydi. Evde, çocuk bakım ve terbiyesinde bulunduğu gibi, elinin emeği ile geçinme telâşında, cihad meydanında, mescidde, ilim ve zikir halkasında idi. Bütün bunları yaparken ihtilâta, fitneye düşmez, haram-helâl sınırlarına âzamî dikkat ederdi.
Abdullah ibni Mes’ud -radıyallâhu anh- sahabî hanımlarının bir özelliğini bize şöyle rivayet eder:
“Ashâb-ı kiramdan biri evine girdiği zaman hanımı ona derhal şu iki suâli tevcih ederdi:
1-Bugün kaç âyet nâzil oldu?
2-Allah Rasûlü’nün hadislerinden ne kadar ezberledin? Lütfen ezberlediğin âyet ve hadisleri bana da öğret!”
Sahâbîler, sabahleyin evlerinden çıkarken de hanımları şu sözlerle onları yolcu ederdi:
“-Allah’tan kork; haram kazanma! Zira biz dünyada açlığa sabrederiz, fakat kıyamet gününde cehennem azâbına sabredemeyiz!”[1]
İşte o yıldız hanımlardan bazıları:
İbadetlerine Çok Önem Veren
Hâlide binti Esved
Peygamber Efendimiz’in muhterem teyzelerinden Hâlide binti Esved, müşrik bir babanın kızı ve putlara tapan bir hanım olarak büyümüştü. Yeğeni doğduktan sonra O’na ayrı bir düşkünlüğü olmuş, ama çevresinden çekindiği için uzun müddet İslâm’a girememiş, O’nu kalbi ile desteklemişti. Babasının vefatından sonra îman etmiş ve özellikle ibadetlerine düşkünlüğü ile tanınır olmuştu.
Bir gün Medîne-i Münevvere’de Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’nın evine ziyarete gitmiş, namaza durmuşken Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onu görmüş ve kim olduğunu sormuştu. Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-:
“-Teyzelerinizden Hâlide binti Esved’dir.” diye cevap verince; Efendimiz çok sevindiğini bildirerek:
“-Ölüden diri çıkaran Allâh’ı noksan sıfatlardan tenzih ve tesbih ederim.” buyurmuştu.
Sevgili teyzesinin Medîne’ye gelmesine sevindiği kadar îman etmesine ve huşû ile namaz kılmasına çok sevindiğini bildirmişti. Halide binti Esved’in ibadetlerine olan düşkünlüğü, ahlâkına da yansımış; çevresine, sâliha bir hanım olarak örnek olmuş ve İslam’ın yayılmasına hizmet etmiştir.
Dünyayı Hiçe Sayan Âile, Ebû Zer ve Hanımı Ümmü Zer
Ümmü Zer el-Gıfâriyye -r.anhâ-
Ümmü Zer -radıyallâhu anhâ-, Ebû Zer -radıyallâhu anh-’ın hanımıdır. Birlikte âhiret hedefli, zühd ve takvâ eksenli bir hayat yaşadıkları için ihtiyaçtan fazla dünyalık bir şeye sahip olmamışlar, sade bir hayat yaşamışlardır.
Ümmü Zer, müslüman olmadan önce Gıfaroğulları içinde putlara en çok ibadet eden bir kadın olarak tanınırdı. Kabilenin bütün evlerinde muhakkak birer put bulunduğu hâlde, en büyük put, Ümmü Zerr’in evinde idi. Her gün evindeki putları temizler, düzenler, karşılarında hürmet ve tâzimde bulunurdu.
Bir gün Ebû Zer, putlara yiyecek getirmek için yanlarına geldi. Tazim ve takdiste bulunup önlerine içmesi için süt koymuşken bir köpek gelip sütü içip ayağını kaldırarak putun üzerine bevletti. Bu manzarayı izleyen Ebû Zerr’in beyninde şimşekler çaktı ve gönlünde hidâyet kıvılcımları parladı. Olup biteni Ümmü Zerr’e anlatınca onun da inanç dünyası alt üst oldu. Ebû Zer, Mekke’deki hidayet güneşinden haberdar olunca yerinde duramadı. Bir an önce O’nunla görüşmek için can attı. Müslüman olduktan sonra da kabilesini tek tek îmâna dâvet etti ve hepsinin müslüman olmasına vesîle oldu.
Daha sonra hanımıyla birlikte Medîne’ye gelerek Peygamber Efendimiz’in yanında yaşamaya başladılar, birçok hadîs-i şerîf rivayet ettiler. Peygamber Efendimiz’in vefatından sonra, Şam’a gidip İslâm’ı burada yaşayıp tebliğ ettiler. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bu mutlu âile hakkında, Hazret-i Âişe Annemize:
“-Ben senin için Ebû Zerr’in Ümmü Zerr’e davrandığı gibi davranıyorum!” buyurmuştur.
Hayâ ve Sabır Timsali
Ümmü Süleym binti Milhan
Peygamber Efendimiz’e on yıl hizmet etmekle şereflenen Enes bin Mâlik’in annesi ve Peygamber Efendimiz’in süt teyzesidir. Sahâbenin meşhurlarından Ebû Talha’nın hanımıdır. Peygamberimizin uğrunda şehid olan meşhur sahâbî Hiram bin Milhan, onun erkek kardeşi ve Kıbrıs Adası’nın fethi sırasında şehid olan Ümmü Haram’ın da kız kardeşidir. Müslüman olmadan önce kendi kabilesinden Mâlik bin Nadr ile evlenmiş ve ondan Enes isminde bir oğlu olmuştu.
Ümmü Süleym, Medîne’de İslâmiyet yayılmaya başladığı zaman ilk îman edenlerdendi. Fakat kocası Mâlik, müslüman olmamıştı. Ümmü Süleym, müslümanlığı kabul edip Peygamberimiz’e îman etmesi sebebiyle kocası ona kızdı ve darılarak Şam tarafına giderken yolda vefat etti. Bir müddet oğlu Enes’le birlikte dul olarak yaşadıktan sonra Medîne’de okçuluğu ile meşhur olan Ebû Talha, ona evlenme teklifinde bulundu. Ebû Talha zengin ve hatırı sayılır bir kimse olmakla beraber henüz müslüman olmamıştı. Ümmü Süleym, Ebû Talha’ya ancak müslüman olduğu takdirde kendisiyle evleneceğini bildirdi. Ebû Talha, bir müddet sonra müslüman oldu ve evlendiler. Bu evlilikten yedi veya dokuz tane oğulları olmuş ve hepsine Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleterek hâfız yapmışlardır.
Ümmü Süleym, dînine son derece bağlı ve sabırlı bir kadındı. Ashâbın diğer hanımları gibi, Uhud Savaşı’na katılmış ve önemli hizmetlerde bulunmuştu. Peygamber Efendimiz, çok kere süt teyzesi Ümmü Süleym’in evine teşrif etmiş, istirahat buyurmuş, O’na ve çocuklarına hayır duâlar ederek ev ahâlisi için bereket dilemiştir. Nitekim Hazret-i Enes bin Mâlik için yapmış olduğu “ömrünün hayırlı ve uzun, mal ve evlâdının çok ve bereketli olması” duâsı vesîlesiyle Enes bin Mâlik, 103 yaşına kadar yaşamış; rivayetlere göre, 78 erkek, 2 kız olmak üzere 80 evlâdı olmuştur. Ayrıca sayılamayacak kadar mala sahip olmuştur. Hazret-i Ömer’in halifeliği sırasında, halka fıkıh öğretmek için Basra’ya gidip 710 senesinde orada vefat etmiştir.
Peygamber Efendimiz; kendi eşleri dışında Medîne’de kendisine hizmet eden Enes’in annesi Ümmü Süleym dışında başka bir hanımın evine tek başına girmezdi. Zira Ümmü Süleym, Peygamber Efendimiz’in süt teyzesi olurdu. Allah Rasûlü’ne onu ziyaretin sebebi sorulunca:
“-Ben ona şefkat borçluyum. Çünkü kardeşi Hiram bin Milhan, Bi’r-i Maûne’de benim askerimle birlikte iken şehid edildi.” buyurmuştur.
Ümmü Süleym çocuk terbiyesi hususunda üstün bilgi sahibiydi. Çocukları çok güzel terbiye eder ve yetiştirirdi. Oğlu Hazret-i Enes:
“-Allah Teâlâ, anneme en güzel şekilde mukâbelede bulunsun. Bana çok iyi baktı, çok güzel yetiştirdi.” buyurmuştur.
Ümmü Süleym hadis ilminde de çok bilgi sahibiydi. Birçok dînî meseleyi halleder, sahâbenin çözemediği mahrem sorulara cevap verirdi. Allah ondan râzı olsun, kendisinden çok sayıda hadis rivâyeti yapılmıştır.
Seksen Altı Yaşında Kıbrıs Askeri
Ümmü Haram
Peygamber Efendimiz’in anne tarafından yakın akrabası ve süt teyzesidir. Efendimizin duâsına mazhar olmuş ve katıldığı Kıbrıs Seferi sırasında şehâdete ulaşmıştır.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- savaş zamanları dışında hicretin ilk günlerindeki heyecanını yaşamak için her hafta Kuba Mescidi’ne gider, yolunun üzerinde bulunan Ümmü Haram’ın evini ziyaret ederek orayı şenlendirir, gönlünü alır, bazen de öğle uykusuna yatardı. Hazırlanan yemeklerden yer ve ona duâ ederdi.
Bu ziyaretten büyük bir şeref duyan ve ziyaret gününü hasretle bekleyen Ümmü Haram, büyük bir mutluluk duyar, Peygamber Efendimiz gelmediği zamanlarda sıkıntı duyarak Medîne’ye yönelir, O’nu hasretle beklerdi. Peygamber Efendimiz bu mübarek kadının evinde uyuduğu bir günde tebessümle uyandı. Ümmü Haram merak edip sebebini sorunca, Efendimiz:
“-Rüyamda ümmetimin gazilerini gördüm. Tahtlarına oturmuş padişahlar gibi denizde savaşarak yollarına devam ediyorlardı.” diye buyurdu.
Rüyadan heyecanlanan Ümmü Haram, onlardan biri olmayı arzuladı ve kendisi için duâ etmesini istedi. İsteğini ve duâ talebini kabul eden Peygamber Efendimiz:
“-Beraber olacaksın!” müjdesini verdi.
Ümmü Haram, bu hâdiseden yaklaşık kırk sene sonra, 86 yaşında zevci olan Ubâde bin Sâbit refâkatinde Kıbrıs’ın fethine katılarak Peygamber Efendimiz’in müjdesine nâil olmuştur. Ümmü Haram, sefer boyunca çekilen sıkıntı ve ilerlemiş yaşına rağmen büyük bir gayret göstermiş, mücahitler için büyük bir şevk kaynağı olmuştur. İslâm ordusunun karaya çıktığı bir zamanda, bineğinden düşüp şehidlik mertebesine yükselmiştir.
Ümmü Haram, İslâmiyet’in zuhûrundan evvel Amr bin Kays ile evlenmiş, Medîne’de İslâmiyet’in yayılmaya başladığı ilk yıllarda müslüman olmuştur. Kocasını da İslâmiyet’e davet etmiş, fakat eşi îman etmeyip dâveti reddedince bir müşrikle hayatını sürdürmek istemediğinden, ondan ayrılmıştır. Bir süre sonra sahabenin önemli isimlerinden Ubâde bin Sâmit ile evlenmiştir.
Allah onlardan râzı olsun, bizleri de onları örnek alarak yaşayanlardan eylesin. Âmin.
NOT: Bu yazının çok daha geniş şekline dergimizin web adresinden (www.sebnemdergisi.com) ulaşabilirsiniz.
[1] Fî Rihâbi’t-Tefsîr, I, 26.
YORUMLAR