Sağlığımız Ve Rûhumuz Tehlikede

“-Sakın zayıflığa özenmeyin! Sıfır beden diye bir şey yok. Sıfır beden; Etiyopya’daki aç insanların ölçüsü!”

Durumun ciddiyetini ortaya koyup, ergen genç kızları uyarmak için söylenen bu sözler, meşhur bir mankene ait. Kendisi “sıfır beden” olmak için yemek yemeyip, kaslarının erimesi ile karşı karşıya kalan bir kişi…

Önceleri sosyo-ekonomik seviyesi yüksek kişilerde görülen ince beden hastalığı, medya sayesinde kırsal kesime de sıçramış. Dr. Ender Saraç; “Sosyetede aşırı gösteriş iddiasından kaynaklanan bu hastalığın kırsal kesimde de: «zayıf, ideal bir vücuda sahipsen daha çok itibar görürsün.» düşüncesinden dolayı yayıldığını” söylüyor.

Artık toplumun her kesiminde zayıf görünme arzusu var ve bu uğurda ölümcül diyetlere başlanıyor. Özellikle ergenlik döneminde dış görünüşüne aşırı önem veren genç kızlara, kilolarına dair ufak bir îmâ bile zayıflık uğruna bedenlerini yıkmalarına, sağlıklarını tehlikeye sokmalarına sebep oluyor. Ya aç kalıyorlar, ya yediklerini hemen kusuyorlar, ya müshil ilâcı kullanıyorlar, ya idrar söktürücü kullanıyorlar ya da çeşitli hormon hapları alıp aşırı egzersiz yapıyorlar. Böylece kasları erimeye başlıyor, hiç âdet görmemeye başlıyorlar.  Kısa sürede menopoza girme tehlikesiyle bile karşı karşıya kalıyorlar. Karaciğer ve böbrekleri iflas ediyor, kalp bütün gücünü kaybediyor, kalp rahatsızlıkları baş gösteriyor. Bütün bu sağlık problemleri, ince bedenli olmak uğruna yapılan ölümcül diyetlerle oluyor. Kızlar, bu zayıflama metotlarını âilelerine haber vermeden, doktora gidip tedavi olmadan yapıyorlar. Ne kadar zayıflarsa zayıflasınlar, aynada kendilerini hâlâ şişman görüyorlar.

Bundan birkaç yıl önce televizyonlarda 19 kiloya düşüp, bir deri bir kemiğe dönen Hatice Danabaş isimli genç kızı, korku filmi izler gibi izlemiştik. Kemikleri acıdığı için oturup kalkamıyordu ve hâlâ kendisini şişman zannediyordu. Konfeksiyon atölyesinde çalışırken bütün arkadaşları kendisinden daha zayıftır ve Hatice’yi şişmanlıkla yaftalarlar. Hem bu durumdan, hem de mankenlere özentisinden zayıflamaya karar verir. Önceleri öğlen yemeklerine inmez, sonra akşam yemeklerini keser. Önce “bulimia”ya yakalanır; çatlayana kadar yemek yeyip sonra kusar. Üç yıl böyle devam eder. Âilesi bir şey anlayamaz. Daha sonra “anoreksia”ya yakalanır ve artık kendisini hep şişman görmektedir ve hiçbir şey yiyemez olur. Onun söylediği bir söz, beni çok etkilemişti:

“-Zayıflık, benim için güzellikten daha önemliydi.”

Prof. Dr. Bengi Semerci, diyet çılgınlığının geldiği vahim noktayı, şu sözlerle ifâde ediyor:

“Güzelliğin zayıflık olduğu, sadece zayıf olanların güzel olduğu o denli vurgulanıyor ki, bir sürü genç, güzel olma adına diyet uygulamaya başlıyor. 15-25 yaş aralığındaki gençler bu diyetler sonucu, kendilerini açlığa mahkûm ediyorlar. Bu gençlerin bir kısmı, başladıkları diyeti bir türlü durduramıyor. Artık zayıflamış olsalar da diyet çılgınlığına devam ediyorlar. Onlar, artık diyette değil, ölüme kadar gidebilen yeme bozukluğunun pençesindedirler. Adına ister anoreksia, ister bulimia densin, hepsi bir diyet öyküsüyle başlar. Şişman olmaktan aşırı korkan, çoğunlukla okullarında başarılı ve hırslı olan bu gençler, kendi beden görüntülerini doğru değerlendiremeyip, daha zayıf olmak için yemek kısıtlama, aşırı egzersiz yapma, yediklerini isteyerek çıkarma gibi davranışlar göstermeye başlarlar. Zamanında anlaşılmazsa da beslenme bozuklukları ya da intiharlar sebebiyle ölümlere rastlanır. Bazı gençler, devamlı diyet yapamaz ve aralarda tıkınırcasına yeme nöbetleri olur. Her yeme krizini pişmanlık ve yediklerini geri çıkarma çabası izler. Böylece zayıf kalmaya çalışırlar. Kusma nöbetleri beslenme bozukluğuna, boğaz ve sindirim sisteminde önemli tahribatlara, sağlığın bozulmasına sebep olur.”

Sussex Üniversitesi’nden Helga Dittmar’ın yürüttüğü araştırma raporunda, “Bu aşırı zayıf şekiller, kızların vücutlarına saygısını azaltmakla kalmıyor, gerçek vücut ölçülerinden tatmin olmayarak daha zayıf vücut istemelerine de yol açıyor.” deniliyor.

“Developmental Psychology” dergisinde yayımlanan araştırma kapsamında biri Barbie, diğeri daha büyük vücut ölçülerine sahip iki oyuncak bebek görüntüsünün, yaklaşık 200 ilkokul öğrencisi kız çocuğu üzerindeki tesirleri incelemeye değer bulunur. Bütün kızlar Barbie bebek gibi olmak istemektedirler. Times dergisine, Barbie’yi üreten Mattel’in sözcüsü şunları söyler;“Barbie, bu günün küçüğü olan kızların, Barbie gibi bedene sahip olurlarsa istedikleri her şeye sahip olabileceklerini hayal etmelerini sağlıyor.” Bir Barbie bebeğin küçük kızların şuur altında oluşturduğu imaj, hiç de mâsum değil.

Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Size verdiğimiz rızıkların en temizlerinden yiyin, bunda taşkınlık etmeyin (haddi aşmayın), sonra üzerinize gazabım iner. Kimin üzerine gazabım inerse de muhakkak o mahvolur.” (Tâhâ, 81)

Hazret-i Mevlânâ, Mesnevî’sinde yeme-içmede taşkınlığı, haddi aşmayı çok güzel izah eder:

“Dünya yemeğinden az yersen karga gibi aç kalırsın, çok yersen miden ekşir, geğirmeye başlarsın. Az yersen huyun kötüleşir, kabalaşırsın, asabîleşirsin. Çok yersen şişmanlar, hantallaşırsın. Fakat Allâh’ın râzı olduğu yemekten, o lezzetli yemekten denizler kadar yiyince bile hoş bir hâlde gemi gibi yüzer gidersin.” (Mesnevî, 1745-1747. Beyitler)

Gerek çok yemek, gerekse zayıflamak adına diyet yapıp hiç yememek, ikisi de haddi aşmak olup, her ikisi de ölüme kadar giden sağlık problemlerine sebep olur ve yukarıdaki âyet tecellî eder; insan, mahvolmanın eşiğine gelir.

Kadınların beden imajı ile dünya moda devleri oynuyor. Moda Danışmanı Vogt’un sözleri ne kadar ibretlik:

“Kadınların hangi bedende olmaları gerektiğini, özel beden tabelalarımızla biz belirleriz!”

Doğru söylüyor. Kadınların beden imajını Avrupa ve Amerikalı modacılar belirliyorlar. 1950’li yıllarda, 42 beden kadınlar mankenlik yaparlarmış, o dönemin modacılarına göre güzel kadın, balık etli kadınmış. Şimdiki modacılar ise, 32-34 beden mankenler çalıştırıyorlar. “Sıfır beden” denilen bu mankenler, milyonlarca gence örnek oluyorlar.

Okuduğum bir makale, beni dehşete düşürmüştü. Meşhur bir psikoterapist olan Susie Obrac, medyanın, vücudumuz üzerindeki baskısını şöyle dile getiriyor:

“Marie Claire Dergisi’nin Arap pazarına girmesi ile birlikte yeni güzellik anlayışına uyabilmek için 15-16 yaşlarındaki kızların rejime girdikleri gözlenmiştir.”

Kilolu olmanın, zenginlik gösterisi olarak kabul gördüğü doğu kültüründe bu yaklaşım oldukça şaşırtıcı!.. Moda dünyasına adım atar atmaz örf, kültür ortadan kalkıyor, tek tip olunuyor.

Diyet pazarı, ortalama 30 milyar dolar büyüklüğünde bir pazarmış. Obezite danışmanı Dr. Haluk Saçaklı, günümüzde yirmi binin üstünde “şarlatan diyeti” olduğunu söylüyor. Atkins, Montignac, Pritikin, İsveç, Lahana çorbası, South Beach ve Ayırma diyetleri ardından son zamanlarda artarak ilgi gören asit-alkali diyetleri, taş devri diyeti, Dukan diyeti, Karatay diyeti bunlardan bazıları… Son on yıldır, yüzlerce diyet kitabı, dergiler, televizyon programları, gazetelerde diyet tarifleri derken bugün her üç kadından ikisi diyet yapıyor. Hâlbuki sürekli diyet yapmak yerine doktorların önerdiği “sağlıklı beslenme” anlayışı ile hem sağlığımız korunur, hem de fazla kilolardan kurtulmak mümkün olur. Sürekli diyet yapmak ise, ya iştah patlamasına ya da hastalıklara sebep oluyor.

Çocukluğundan beri kilolu olan bir hanım, şu sözleri söylüyor:

“-Okulda arkadaşlarım, evde annem-babam, evlendim eşim, benim kilomla devamlı dalga geçtiler. Azmettim ve 25 kilo birden verdim. Ben, her şeyin daha güzel olacağını, eşimle, arkadaşlarımla ilişkilerimin bedenim zayıflayınca daha mükemmel olacağını düşünmüştüm, ama hiçbir şey değişmedi. Düşündüm ki, esasında değişen sadece bedenimin değişmesi idi, ben hâlâ aynı kişiydim. Rûhum, hâlâ aynı huzursuzluklar içinde idi… Demek ki maddenin görünümünü değiştirmesi, mânâ boyutunu değiştirmiyordu. Beden, diyet yaparken ruh yara alıyordu.”

* * *

Toplumun ve moda otoritelerinin belirlediği ince bedenli olamamak, kişileri ciddi mânâda güven problemine itiyor. Zayıflamazlarsa güzel olamayacaklarına, sevilmeye ve beğenilmeye değer bir varlık olamayacaklarına inanıyorlar.

Levent’te hatırı sayılan bir âilenin gelini, bizi evine dâvet etmişti. Arkadaşlarını da çağırmış, güzel bir sohbet ortamı oluşmuştu. Hanımlar, bizden evliliklerinin ve mutluluklarının devamı için duâ etmemizi istiyorlardı. Her şey lüks içinde idi, bebeğe bakan, yemek yapan, evi temizleyen, servis yapan, bahçe ile ilgilenen, araba kullanan birçok vazifeli hâne sâkini üç kişiye hizmet ediyorlardı ve bu genç hanımlar, mutsuz ve gergindiler. İkram esnasında hiçbir şey yemediklerini fark ettik. Oruç da değillerdi, hepsi diyette imiş.

“-Zaten zayıfsınız, bu neyin diyeti?!” dediğimizde ise, öyle büyük bir yaraya parmak basmışız ki, bize şunları söylediler:

“-Dün eşim, gazetede bir mankenin resmini bana gösterdi ve «işte bunun gibi olmanı istiyorum, senin beş kilo fazlan var.» dedi. Artık eşimin gözleri terazi gibi oldu. Birazcık kilo alsam beni hemen uyarıyor: «Tehlike çanları çalıyor» diyor bana… «Formunu kaybediyor, çirkinleşiyorsun, benim yanımda duruşun, bakımlılığın, beni taşıman çok önemli, kendini toparla.»” diyormuş karısına…

Eşleri, bir gün önce iş görüşmesinde imişler. Öğrenmeye çalışıyorlardı; “eşlerinin yemeğe gittiği o gün aynı mekânda manken gibi kadınlar var mı idi.” Bu merakları da bana tuhaf geldi. İzah ettiler. Bu genç, güzel ve zayıf hanımların, çok popüler, yakışıklı kocaları vardı ve:

“-Bu piyasada edep, ahlâk diye bir şey yok.” diyorlardı. “Bu adamların çevreleri ahlâktan yoksun, evli-bekâr fark etmeyen, sınır tanımayan, zengin bir adam bulmak için etrafa dört bakan kadınlar ile dolu... Bu kadınlar, son derece zayıf, kilolarına dikkat eden, şuh, bakımlı ve güzel kadınlar. Biz eşimiz için vazgeçilmeziz, bizden vazgeçemez diye düşünemiyoruz, çünkü güzel görünme, zayıf, gösterişli ve bakımlı olma dünyasında kıyasıya bir rekabet var. Hele de kişide Allah korkusu yoksa; onu ne çocukları, ne de karısı durdurabilir.”

* * *

“-Eşim beni beğensin de başkalarına bakmasın!..” diye sevdiği hiçbir şeyi yiyemeyen, yemişse şayet günlerce diyet yapan kadınlar, bu kadar hassasiyeti kulluklarında gösterseler, kısa sürede evliyâ olurlardı! Eşinin istediği 36 bedende olacağım diye yemeyen-içmeyen bir kadının rûhu huzurlu mudur? Çünkü rûh, sadece Allâh’a kulluk yapmak ister. Sosyal çevrenin dayattığı kadın bedenine dâir kurallara köle olmak istemez.

Anlıyorum ki; birileri için; ister eş, ister arkadaş, ister anne-baba olsun, zayıflamak düşüncesi, rûhu zayıflatıp, harap ediyor. Çünkü âyet-i kerîmenin buyurduğu sınırlar zorlanıyor ve kişi Allâh’ı bırakıp kullar adına, haddi aşıyor.

Kadın bir eş, bir anne olmakla kıymetli ve şerefli iken onu sadece dış dünyaya gösterilecek, görüntüsü ile övünülecek bir varlık olarak görmek, ne büyük hakaret!.. Kadını zihin değil, ruh değil, sadece bedenden ve dış görünüşten ibaret görmek; ne büyük hakaret!.. Kendisini sadece dış görünüş ve beden olarak kabul eden bir kişi, ne kadar mahrum, ne kadar zavallı… Sağlıklarımız da, rûhumuz da bu çarpık düşüncelerin baskısı ile yapılan diyetlerle tehlike altında... Dış görünüş kaygımız, neredeyse, dîn ve îman kaygısının önüne geçti. Bu, haddi aşmak değildir de nedir?

“Genç kız, … isimli zayıflama ilacının kurbanı oldu”,

“Karın ve basen bölgelerindeki yağlardan kurtulmak için ameliyat olan genç kız hayatını kaybetti.”

Bu tip haberler, artık alışıldık oldu. Âyet-i kerîme ne büyük tecellî gösteriyor; yeme-içmede haddi aşmak, gerçekten kişileri uçuruma yuvarlıyor.

Bir yandan fast foodlar, birçok gıda reklâmları, tüketim çılgınlığına teşvik… Bir yandan gençler hareketten çok uzak, bilgisayar ve internet başında iken obez olma tehlikesi ile karşı karşıyalar… Moda ve medya dünyasının dayatmasıyla “ince beden olma arzusu” ve “diyet çılgınlığı”… İki arada bir derede insanlar.

İnsanların birbirlerini gördüklerinde ilk önce kilolarına bakıp da “Çok şişmanlamışsın.” ya da “Çok zayıflamışsın.” demedikleri gün, bu diyet çılgınlığı sona erecektir!.. Annelerimiz, eşimiz, dostumuz, genç kızlara:

“-Zayıfla!.. Gelinliğinin içine sığmayacaksın!”

Evli kadınlara çevresindekiler:

“-Kızım kilo ver, şişmanlarsan zarâfetin kaybolur. Eşinin gözü dışarıda olur, daha câzibeli kadınlarda olur.” diye nasihat verilmediği zaman, diyet çılgınlığı sona erecektir.

Ergenlere model olarak sıfır beden mankenler gösterilmediği, yeme-içmede ifrat ve tefritten uzak durulduğu zaman, diyet çılgınlığı bitecektir. Çünkü o gün insanlar birbirinin bedeni ile değil, rûhu ile ilgilenmeye başlayacaklardır. Çünkü o gün insanlar, sağlıklı beslenecek ve hareketli bir yaşantı ile şişmanlık diye bir problemleri kalmayacaktır.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle