Sükûnetle geçen ânlar, her güzelliğin tadını demliyor; her nîmetin şükrünü bire yedi yüz katlıyor. Elbet her musibet sonrası böyle olur. Hele etrafımızda bir belâ çemberi çiziliyorsa pis pis... Söz hesapsızca üremekte ise; hoyrat, kaba, biçimsiz, havâî bir söz fırtınası içinde, göz gözü görmüyorsa...
“-Bunda da var bir hayır!” deyip önümüze bakıyoruz.
Karşı komşunun bahçesinden bize doğru uzanan hanımeli, lütufla ikram ediyor kokusunu, gönderiyor rüzgârın hoş kâsesinde... Bir güzellikten sızıp da bizi aldatmayan nadirattandır bu mis koku... Önümüzde nahîf sözleri ile Kur’ân duruyor:
“«Rabbimiz Allah’tır» deyip sonra dosdoğru yürüyenlerin üzerine melekler iner: «Korkmayın, üzülmeyin, size vaad olunan cennetle sevinin!» derler.” (Fussilet, 30)
Işıl ışıl yanıyor bazı ifadeler içimde:
“Rabbünallâh”... “İstekâmû”... “La havfun aleyhim”... “Ebşirû”... Nasıl da buram buram koktu, Mevlânâ’nın Mesnevî fırınının ekmeği!.. Hemen “Elest” meclisine doğru kanatlandı aziz ruh... Akl-ı meâd, istikamet reçeteleri oluşturmaya başladı. Nefs, korkusunun gölgesine sığındı. “Kâmil insan” sevindi. İnsanın yekûnudur çünkü o...
- İlk adım, bulunduğun noktayı fark etmektir.
“-Hayat sırası sende!” dedi, dostum Mesnevî… Önce fark et, içinde yüzdüğün şu pis ırmağı... Sonra kulaç atar gibi dur durak bilmeden “Kul eûzü” oku, oku, oku; “Rabbü’l-felak/Sabahın Rabbi”ne sığın, sığın, sığın... Var olan aklının yetmeyeceği bir şiddetle akıyor o noktada su, oradan ancak Allâh’ın ipine sarılarak çıkılıyor, çık!..
-Yanlış yolda olduğumu nerden bilirim? Ve doğru yola nasıl geçebilirim?
Sürekli bir sıkıntı, o ırmakla birlikte hızla akıp gitmenin işaretidir. Ne mutlu olabiliyorsun, ne de senden önce yaşamış ve başarmış zâtların yollarına uymaktasın. Ne dünyan güzel, ne de üzerindeki sorumlulukları yerine getirmenin neşesine, hata ve yanlışlardan uzak durmanın/olmanın huzuruna sahipsin.
Cana bağlı gizli su arkları var, oysa… En önemlisi “Vehhâb” olan Allâh’ın “nefahtü” sırrı... İşte seni bu durumdan kurtaracak, yani gözlerinin içine bakıp, tâ yüreğinin en dip noktasına işleyecek şekilde sana “Yücel!” diyecek olan hakikat!
“Ona rûhumdan üflediğim zaman…” (el-Hicr, 29)
İnsanı düştüğü dar ve derin kuyulardan kurtaracak olan itici güç; düğüm üstüne düğüm atılmış yüreğini, bahtını, ideallerini bir bir selâmete çıkaracak yolun başlangıcı… Bu şefkat üfleyişi... Öyle bir sıcaklık var ki o nefeste, bir kıvılcım parlıyor da kahrı yakıp yok ediyor. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (el-A’râf, 172) “Evet, elbette!..”
“…Sümme’stekâmû/Sonra dosdoğru yürüdüler.” (Fussilet, 30)
Ama nasıl?
İstikamet...
“İleride olmak istiyorsan, ileride olanı ara... Çıkış yolun budur.” (Mesnevî, IV/3204)
El çekmek… Terk etmek... Vazgeçmek... Olduğun yerde çırpınmak değil, olgunlaşmaya devam etmek, değişmek, dönüşmek... Resimden ressama geçmek, dünyadan Allâh’a… Bu kara sudan ilâhî pınara, dünyevî içeceklerden “iyilerin içtikleri”ne[1]; Hakk’ın dostluğuna, Hakk’a yakın olmanın ihtişamına geçmek...
Bunun için iki şey gerekir: Göz ve ışık... Başkasından alınmış ışık veya gönül gözü zannettiğin sezgilerin veya hislerin ışığı değil; uyanırsan gözün de açılır, ışığı da bulmuş olursun.
- Nasıl uyanacağız?
“Her saadet Allah’tan…” (Mesnevî, IV/3390) Fakat başaranların özellikleri bize yol gösterebilir: Yüksek himmet sahibi olmak. Himmetin yüksek olursa, her sıradan tuzağa yakalanmaz, her saldırıda yenilmez, zaaf üstüne zaaf sergilemezsin. Geçici olana, anlık olana feda etmezsin kıymetli olanı… Bir dağın tepesinden bakarsın ovaya, çukuru da görürsün düzlüğü de.
- Himmet nasıl yükseltilir?
Himmet, ancak Yusuf -aleyhisselâm- gibi bir rüyâ ile yükselir; güneş, ay ve on bir yıldız, kendisine secde etmişti hani? Sen de bir rüya görmüştün, hatırla onu...
- Göz nasıl açılır?
Gözün açılması, uyanıklık hâli, kendini ve şartlarını insaf terazisi ile tartmakla olur. Böylece kendi vasıflarını, eksiklerini ve yanlışlarını görürsün. “İhdina’s-sırâta’l-müstakîm/ Bizi dosdoğru yola ilet!” (el-Fâtiha, 6) demek olur bu... Ateş iken nûr olursun; koruk iken üzüm, yıldız iken güneş olursun... “İnâyet sürmesi” insanın gözünü açar, böylece hakikat ile mecâz açığa çıkar. Vesvese ve usanç ateşini, Hakk’ın sözü söndürür. Böylece gönül, gül bahçesinin yolunu bulur, ırmak kenarlarında gezinir. Seni anlamayan insanların arasında, o bakıp da görmeyen cansız heykeller arasında, görünmediği hâlde seni anlayan, anlayışı senin kalbine ferahlık veren Rabbin yakınlığını tadarsın.
- İnâyet nasıl cezbedilir?
Gayret edersen akl-ı meâda hizmet etmiş olursun. Akla hizmet edenin, doğruya erme gücü artırılır. Taş olsa insan, gayret ve hizmet ettiğinde Hak ona maharet verir de altına dönüşür. Bir su damlası olsa inciye dönüşüp altın olmayı da geride bırakır. Bu toprak beden, ay gibi dünyayı kuşatır Hak parlaklık verince…
“İnsana çabaladığından başkası yoktur.” (en-Necm, 39)
İlk adım senden, adına ne dersen de… Niyet, karar, azim, duâ, gayret, ibadet... Sen ilk adımı atınca gerisine Allah kâfî... Dostluğu, elinden tutar. Bir iksirdir o dostluk... Cennet ağacı Tûbâ’dan bir daldır, tutununca cennete kadar çeker götürür. Varlığını sürükleyip götüren bir ırmak olur, kerem denizine kadar... Su bulmak umuduyla ona uzanırsan, eteklerini incilerle doldurur. Irmakları da, pınarları da yaratan Allah, bir pınar yaratır senin içinde; “…Allah satın aldı.” (et-Tevbe, 111) sırrının şerbeti akar o pınardan...
Hani bir ipin ucunu tutmuştun ya başta, işte onu elinden kaçırmazsan içindeki pınar her daim kaynayıp akar. Sen sanıyorsun ki, îman ederim de varlığın hakiki nimetleri ile perverde olurum. Bil ki, Hak seni değiştirip dönüştürür îman ettiğinde; nîmetin ta kendisi olursun...
[1] Bkz: el-İnsan, 5.
YORUMLAR