Rüya ile alâkalı mâlumata geçmeden önce, “uyku” hakkında biraz bilgi vermek daha uygun olacaktır.
Uyku, günlük çalışmalardan yorgun düşen insan bedeninin ve sinirlerinin dinlenme zamanıdır. İnsanoğlunun hayatının yaklaşık üçte biri, uyku ile geçer. Bu, 60 senelik bir ömrün 20 senesi demektir. Yetişkin bir insanın günde sekiz saat uykuya ihtiyacı olduğu inancı, halk arasında oldukça yaygındır. Ancak bu kanaat doğru değildir. Nitekim şu ana kadar yapılan araştırmalarda uyku ihtiyacının bir insandan diğerine göre değişiklik gösterdiği görülmüştür. Buna göre bir bebekteki uyku ihtiyacı fazlalaşırken, yaşı ilerlemiş olan bir kimsede bu ihtiyaç farklılık gösterebilir. Bazı insanlar fazla uyku ihtiyacı hissederlerken, bazıları da az uyku ihtiyacı hissedebilirler. Kimi uykusunda sık sık rüya görürken, kimi de uykusundan sık sık uyanabilir.
Rüya için bir hazırlık devresi olan uykunun asıl sebebi ve fonksiyonu, bilinmemekle birlikte bu konuda bilim adamlarının pek çok araştırmaları mevcuttur.
Chicago Üniversitesi uyku araştırmalarında Allan Rechtschaffen, uykunun hiçbir fonksiyonunun olmadığını iddia etmiştir. Uyku esnasında adale yorgunluklarının azaldığının bilinmesine rağmen vücudun dinlenmek için uykuya ihtiyacı olmadığı görüşündedir. Ona göre, vücûdumuzdaki hücrelere kendi kendilerini tamir etme hassasiyeti verilmiştir. Araştırmacıların tespitlerine göre, bu esnada vücudun faaliyetten uzak olmasına ve dinlenmesine yahut da uyku durumunda bulunmasına da ihtiyacı yoktur.
Temple Üniversitesi’nden koruyucu ilaçlar profesörü Dr. Fred Rogers; uykunun aktif hayattan tamamen uzaklaşmak olmadığına, bilakis yavaşlayan kalp de dâhil olmak üzere uzuvlarımızın değişik bir tip yaşayış durumuna girdiğini söylemektedir. Dr. Rogers’in görüşüne göre de en mühim koruyucu ilaç uykudur. Bu sebeple uykuda da bir ölçünün bulunması gerekir.
Naathaniel Klietman’a göre, kâinata bir ölçü ve ritim hâkimdir. Ayın doğup batması, mevsimler, gece ve gündüz… vb. gibi. İnsanların günün aydınlık zamanlarında uyanık olmalarına karşılık, gece karanlığında uyku hâline girmeleri de bu ritmin ve düzenin bir göstergesidir.
İngiltere’nin fizik laboratuarı bilgisayar bilimleri bölümünde psikolog araştırmacı Dr. Evans’a göre ise, uykunun tek maksadı, rüya görmemize müsaade etmesi ve buna zemin hazırlamasıdır.
* * *
Araştırmacıların bu açıklamalarına rağmen, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, “Marifetnâme” isimli eserinde, insanın kalp ve ruhunun uyku ve ölümle temizlendiğinden bahsederek şöyle der:
“Allah dostları demişlerdir ki; Rûhun, berzah âlemine açılmış iki penceresi vardır: Uyku ve ilham… Rüyada, insan, ilerde başına gelecek hâlleri bazen aynen, bazen de rumuzlu görür ki, bu ancak tâbir ettirilmekle öğrenilir. Eğer duyu organları dış âleme kapalı, gönül aynası her türlü kötülüklerden temizlenmişse Levh-i Mahfuz’daki mânevî sûretler ve bilinmeyen emirler gönül aynasına akseder ve görülür. Eğer duyu organları dış âlemle meşgul, gönül âlemi paslı ise, ruh, bu âlemi seyredemez. Ruh rüyada, duyuların hâfızada bıraktığı hayallerle uğraşır. Fakat ölüm hâlinde ruh, bunlardan kurtulduğu ve beden perdesi aradan kalktığı için melekût âlemini parlak bir şekilde seyreder ve bilinmeyen âlemi olduğu gibi öğrenir.
İlham yolu ile de insan, bilmediği, görmediği ve işitmediği şeyleri öğrenir. Fakat kalbi temiz değilse bu imtihanların nereden geldiğini bilemez, kaynağını idrak edemez.”
Rüya, uykunun içine gizlenmiş büyük bir âlemdir. Niçin ve ne sûrette rüya gördüğümüz, tıpkı uyku gibi bilinmeyen gerçeklerdendir. Hazret-i Âdem’in yaratılışından bugüne kadar âlimler ve filozoflar rüyayı çeşitli şekillerde yorumlamışlar, fakat onu kesin bir şekilde izah edememişlerdir.
Rüya, mânevî yönüyle tıpkı insanın mahiyeti gibi meçhul kalacaktır. Melekût âlemi ile olan yakın ilişkisi, onu gizemli ve câzip kılmakta, dikkatleri üzerine toplamaktadır. Kur’ân-ı Kerim’de pek çok âyette zikredilen ve peygamberlerin üzerinde ehemmiyetle durduğu “rüya” hakkındaki araştırmalar, her geçen gün daha da artmaktadır.
Kur’ân-ı Kerim’de peygamber rüyalarının anlatılması, onların tâbirlerinin bize hikâye edilmesi ve hadîs-i şeriflerde rüyanın mahiyetinin haber verilmesi, onun önemli bir ilim olduğuna işaret etmektedir.
* * *
İslam âlimleri, rüyayı farklı şekillerde izah etmiş olsalar da, esasen bu izahlar, birbirlerini tamamlamaktadır.
İbn-i Arabî Hazretleri rüyayı; Allah Teâlâ’nın melek vâsıtasıyla hakîkat ve kinâye olarak, kulun şuurunda uyandırdığı enfüsî idrakler ve vicdânî duygulardır; yahut da şeytânî telkinlerden, karışık hayallerden ibarettir.” diye tarif ederken;
İbni Haldun’a göre ise, rüya; “rûhânî bir şey olup, uykuda iken insânî olan ruhun, mânâlar âlemine dalması sonunda, gâipten kendisine akseden varlıkların şekil ve sûretini bir anda görmesinden ibarettir. Çünkü kişi, uyku hâlinde ten ve maddî şeylerle olan ilişiğini kestiği için (diğer rûhânî varlıklar gibi o da rûhânî bir varlık şeklini alır) gaybî âleme yönelir, melekleri ve diğer latîf cisimleri müşâhede eder.”
Bu sûretle rüyalarında gayb âlemini seyretmek, bazı sâlih kullara nasip olur. Bu rüyaların doğruluğu ise, daha sonra uyanıkken müşahede edilir. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“-Ümmete nübüvvetten (peygamberlik husûsiyetlerinden) sadece mübeşşirât kalmıştır.” buyurmuştur.
Ashab:
“-Mübeşşirat nedir, ya Rasûulallâh?” diye sorunca da:
“-Sadık rüyadır.” diye cevap vermiştir. (Buhârî)
Yine Allah Resulü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Onlar (Allah dostu muttakî müminler) için dünya hayatında da, âhirette de müjdeler vardır.” (Yûnus, 64) âyetinde bahsedilen “müjde”yi “sâdık rüya” şeklinde tefsir etmişler ve şöyle buyurmuşlardır:
“-Müslümanın gördüğü veya kendisine gösterilen sadık rüyadır.” (Tirmîzî)
YORUMLAR